İktidarın Emekçilere Verebilecek Bir Cevabı Var mı? – Emre Güntekin

İktidarın Emekçilere Verebilecek Bir Cevabı Var mı? – Emre Güntekin

Türkiye’nin Covid-19 salgınıyla mücadelesi tam da rejimin fıtratına uygun bir yöntemler silsilesiyle sürdürülüyor. Bu süreçte sıklıkla ekrana çıkan Sağlık Bakanı basın toplantılarında eline tutuşturulan metinleri okuyor, Erdoğan’a ve damadına teşekkürlerini sunuyor; gece yarısına doğru aynı TÜİK’in enflasyon ve işsizlik verilerini açıkladığı titizlikle (!) yapılan test, vaka ve ölüm sayılarını 280 karakterle önümüze atıyor ve gidiyor.

Bugün Milli Eğitim Bakanı ile birlikte yaptığı basın toplantısında dikkatleri çekmiştir. Daha önceden alışık olmadığımız şekilde birkaç gazeteciden bakanları rahatsız edecek sorular geldi ve kem küm etmekten cevap veremediler; muhtemelen ellerine tutuşturulan metinler bu soruların gelebileceğini düşünmeden hazırlanmıştı. Kendisi aynı zamanda bir özel okul patronu olan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a okullara ne kadar süreceği öngörülemeyen bir ara verilmiş olmasına rağmen özel okulların velilerden okul ve servis taksitlerini istemeleri, ayrıca bu süreçte derslere girememeleri nedeniyle gelirleri kesilen ücretli öğretmenlerin akıbetinin ne olacağı soruldu. Her iki soruda da topu taca attı.

https://www.youtube.com/watch?v=pNhjIQVnseI

Sağlık Bakanı’na kurucusu olduğu Medipol Hastanesi’nde çalışanların ücretsiz izne çıkarılmaları soruldu, bakan hastaneyle bağım yok diyerek meseleyi kestirip attı. Hadi bakanın Medipol Hastaneleriyle herhangi bir bağı yok diyelim, yakın geçmişe dönük bir arşiv araştırmasıyla Medipol’ün Bağcılar Hastanesi’nin nasıl ileri düzey hastane kategorisine sokulduğu, Ankara’daki tarihi tren garı yerleşkesindeki binaların bakanın kurucusu olduğu hastaneye nasıl teslim edildiği, yine Ankara’da kapatılan Numune Hastanesi binasının Medipol’e devredilmek istenirken bunun kamuoyu tepkisi sonrası nasıl gerçekleşmediği pekala görülebilir. Bakan 1,5 yıldır hastanelere uğramıyormuş, ama görüldüğü üzere kamu kaynakları kurucusu olduğu şirketin emrinde!

https://www.youtube.com/watch?v=7nr2ynfu2w4

Mesele bakanların bu tutumlarının da ötesinde, rejimin topluma ve alt sınıflara yaklaşım sorununda yatıyor. 24 Haziran 2018’de yapılan seçimle Erdoğan hayalini kurduğu başkanlık koltuğuna oturmuştu. Rejim OHAL uygulamalarının da verdiği güçle tam da Erdoğan’ın istediği her kararı –kimi durumlarda kamuoyu tepkisiyle bu sınırlansa da- alabileceği, istediğini istediği yere atayabileceği, ekonomiden milli eğitime kadar hemen her alanı kendi siyasal-ideolojik perspektifi doğrultusunda şekillendirebileceği şekilde donatıldı. Erdoğan’ın o dönem seçim kampanyasındaki söylemlere bakarsak, kendisini babamıza bile vermekten çekineceğimiz bu sınırsız yetkilerle donattığımızda uçup kaçacaktık, ekonomik kriz hızla çözülecekti, yani verecektik yetkiyi görecektik etkiyi!

Bugün covid-19 salgınına karşı Türkiye’nin mücadele stratejisini irdeleyenler rejimin karakterine dair ipuçlarını da, zayıflıklarını da göreceklerdir. Şeffaflık sıfır, salgının yanında ekonomik krizle boğuşan alt sınıfların yaşamsal sıkıntılarına bırakın kalıcı çözümler bulmayı geçici pansuman bile yapılamıyor, salgına dair açıklanan pakette bile bir avuç müteahhit-tüccar-patron taifesi el üstünde tutuluyor. Halka diyebildikleri tek çözüm herkes kendi OHAL’ini ilan etsin, sayelerinde OHAL’in ne menem bir şey olduğunu zaten yıllarca deneyimledik!

Hep bir ağızdan “Evde kal” türküsünü çağırmamız bekleniyor. Fazıl Say’dan, Burak Özçivit’e, Fahriye Evcen’den, Mazhar Alanson’a kadar evden yıllarca çıkmasa geçim sıkıntısı yaşamayacak isimler topluma evde kal çağrısı yapıyor. Ve devletin en tepesinden emrindeki bakanlara, sanatçısına kadar kimse milyonlarca işsizin, ücretsiz izne çıkarılan emekçinin, dükkanını kapatmak zorun kalan küçük esnafın hayatı eve nasıl sığdıracağına dair bir fikir yürütmüyor. Gönüllü karantina çağrıları yapılıyor; ancak alt sınıfların fatura, kredi, kira borçlarını nasıl ödeyeceğini, alacaklıların alacaklarından hiç de öyle gönüllü bir şekilde vazgeçmeyeceğini görmek istemiyor.

Devletin kurumsal mekanizmalarının nasıl işleyemez hale geldiğini de ekran başında emir bekleyen bakanından, futbol federasyonuna kadar bütün kurumlar icraatlarıyla kanıtlıyor. Muktedir ne der korkusuyla atılması gereken en basit adımlar atılamıyor. Mesela futbol liglerinin ertelenmesi meselesi… İki günce Fatih Terim’in, dün de Fenerbahçe futbol takımından bir kişinin covid-19 testlerinin pozitif çıkmasıyla fiyasko iyice katlandı. Dahası muhtemelen Fatih Terim öncülüğünde futbol dünyasında liglerin ertelenmesi yönünde ciddi bir çıkış olmasaydı bu sorumsuz anlayışla ligler seyircisiz bir şekilde oynanmaya devam edecek ve kim bilir daha kaç sporcu hastalanacaktı. Bu yöntem halihazırda bütün toplum üzerinde deneniyor ve salgına karşı alınması gereken önlemler ancak iş işten geçtikten sonra akıllara geliyor.

Meselenin salgınla mücadeledeki teknik boyutunda ise durum farksız. Salgının kontrol altına alınmasında yaygın test yapılmasının önemi ortada olmasına rağmen rakamlar Türkiye’nin bu konuda oldukça gerilerde olduğunu gösteriyor: 1 milyon kişi başına İtalya’da 4,567, İspanya’da 7,596, Güney Kore’de 6,741, Türkiye’de ise 289. Öte yandan ülkenin sağlık alanındaki en önemli meslek örgütü olan Türk Tabipler Birliği, sırf iktidara muhalif kimliğinden ötürü sürecin dışında bırakılıyor. İktidar TTB’nin meseleye dair sorduğu sorulara cevap vermiyor, gerçekler karanlıkta kalıyor. Türkiye’nin salgının bir İtalya veya İspanya boyutuna ulaşması durumunda polisiye önlemlerden farklı olarak alacağı önlemler hazır mı, sağlık sisteminin kapasitesi ne durumda bilemiyoruz.

İşin kötü yanı sağlık alanında bırakılan boşluğun, bilimsel düşüncenin ortaya koyduğu çözüm yollarının görmezden gelinmesinin yükünü ise tamamen sağlık emekçilerinin fedakarlığına terk etmiş durumdayız. Her ne kadar iktidar sağlık emekçilerinin gelirlerinde iyileştirmeler yapsa da, şimdiden aralarında covid-19 vakaları artan ve ölümlerin ortaya çıktığı sağlık emekçilerinin bu yükü uzun süre taşıması beklenemez.

Bütün krizlerde olduğu gibi bu kriz döneminde de muhtemelen hepiniz aynı gemideyiz, birlik ve beraberlik zamanı denilerek fedakarlık yapmamız beklenecek; iktidar patronların yaralarını sararken emekçiler kaderlerine terk edilecek. Ekonomisi Türkiye’den daha kötü ülkelerde bile emekçileri rahatlatacak doğrudan önlemler alınırken, Türkiye’de tamamen bir umursamazlık hakim. Egemen sınıfların korkusu elbet duran ekonomilerin daha fazla yoksulluğa ve sefalete ittiği emekçi yığınlardan gelebilecek bir tepki ve bu durum geçtiğimiz yılın isyanları düşünüldüğünde önlem almaya zorluyor. Ancak Türkiye’de emekçilere konut almayı, uçakla seyahat etmeyi ve de bol bol sabır ve duaya başvurmayı telkin eden önlemlerden ötesi yok!

parasite homes comparison ile ilgili görsel sonucu

Şimdilerde sosyal medyada karantinada izlenebilecek filmler, okunacak kitap listeleri paylaşımı moda. Benim önerim ise Parazit filmiyle gündeme gelen Koreli yönetmen Bong Joon Ho’nun Snowpiercer filmini izlemeniz. İklim krizi nedeniyle tüm dünyanın kar ve buzla kaplandığı ve sadece dünyayı dolaşan bir trenin içinde distopik bir sınıflı toplum düzeninin yeniden inşa edildiği bir dünyada aynı trende yer alanların aslında hiç de aynı trende yer almadıklarını görebilirsiniz. Nasıl olabiliriz ki? Tıpkı Parazit filminde emekçiler ile zenginler arasındaki bariz uçurumu gördüğümüz gibi; sosyal medya sağolsun, yoksulluğumuz tıpkı Hacı Sabancı’nın boğaz manzaralı yalısında spor yaparken çekindiği fotoğrafın altına yorum yazan takipçisine verdiği cevapta olduğu gibi sürekli hatırlatılıyor.

Kısacası Türkiye’de de dünya genelinde de oluruna bırakıldığında kapitalistler ve onları destekleyen burjuva devletler krizi kendi meşreplerince çözeceklerdir ve bu insanlığın büyük çoğunluğunun hayrına sonuçlanacak bir çözüm olmayacak. Hacı Sabancılar yalılarında sefahat sürerken milyonlar sefalet dolu kulübelerinde ömür törpülemeye zorlanacak. Alternatifi öne çıkarmak ise tamamen bizim ellerimizde ve bu yönde irade ortaya koymakla mümkün.

KATEGORİLER