İktidardan Sınıf Taarruzu – Emre Güntekin

İktidardan Sınıf Taarruzu – Emre Güntekin

Seçimler atlatıldı, Erdoğan rejimi sırtındaki küfeleri emekçi sınıflara yüklemeye başladı. Beklenildiği üzere seçimlerin hemen ardından döviz kurları bir ölçüye kadar serbest bırakıldı. 29 Mayıs’ta yaklaşık 20 liradan işlem gören dolar kuru kısa sürede 26 liraya sıçrayarak yüzde 30 değer kazandı. Bu özellikle ucuz işgücüne dayalı faaliyet gösteren ihracatçıların ve patronların en önemli beklentisiydi. TL’de yaşanan değer kaybı ve ücretlerin dolar bazında erimesi ile asgari ücret zammının bir kısmını geri almış oldular.

Şimşek’in görevi devralırken bahsettiği rasyonel ekonomi politikasına geri dönüşün salt döviz kurları üzerindeki kontrolün gevşetilmesiyle sınırlı kalmayacağı açıktı. Nitekim ilk olarak memur ve memur emeklilerine maaş zammının duyurulmasının hemen ardından MTV bir defaya mahsus olarak iki katına çıkarıldı. Bu uygulamanın geçmişteki örneklerde olduğu üzere “bir defaya mahsus” olup olmadığını göreceğiz, ancak bu ülkede hiçbir verginin bir defaya mahsus olmakla sınırlı kalmadığını biliyoruz.

İktidar bu kadarla da yetinmedi. 7 Temmuz’da mal ve hizmetlere uygulanan %8 ve %18’lik KDV oranları %10 ve % 20’ye yükseltildi. Önceden yüzde 8’lik KDV uygulanan sabun, şampuan, deterjan, dezenfektanlar, ıslak mendil (sabun, deterjan veya solüsyon emdirilmiş olsun olmasın), tuvalet kağıdı, kağıt havlu, kağıt mendil ve peçete gibi temel tüketim malzemelerinin vergi oranı %8’den %20’ye yükseltildi. Cep telefonlarındaki harç tutarı 6.091 TL’den 20.000 TL’ye çıkarıldı.

İktidarın emekçi sınıfların cebine böyle bir taarruz gerçekleştireceğinin işaretleri rasyonel ekonomi politikalarına dönüşün işaret edilmesiyle birlikte verilmişti. Şimdi sırada Varlık Fonu kontrolündeki kamu kurumlarının pazarlanması var. Erdoğan önümüzdeki günlerde daha önce yardımcısı Cevdet Yılmaz ve bakan Mehmet Şimşek’in kapısını aşındırdığı Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidecek. Ziyaretinin temel gündemi ülkeye sıcak para çekmek olacak. Bir zamanlar 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü olmakla suçlanan BAE ile Erdoğan rejimi Al Monitor’un deyimiyle bir süredir “balayı” yaşıyor. BAE ve Katar gibi Sünni Körfez rejimleri seçim öncesinde Erdoğan rejiminin ekonomik olarak ayakta kalabilmesinin baş aktörleri olmuşlardı. İki ülke arasında mayıs ayında gelecek 5 yılı kapsayan 40 milyar dolarlık bir ticaret anlaşması imzalanmıştı. BAE’nin ve diğer Körfez rejimlerinin Türkiye’ye yatırım yapma konusundaki ilgileri elbette Erdoğan’a olan “aşk”larıyla açıklanamaz. Körfez ülkeleri Türkiye’yi şimdilerde ucuza yatırım yaparak büyük karlar elde edebilecekleri bir alan olarak görüyorlar. Bloomberg’de yer alan bir haberde iktidarın Körfez ülkelerinden özelleştirmeler ve satın almalar aracılığıyla 25 milyar dolarlık bir yatırım çekmeyi planladığı aktarılıyor. Kısacası Varlık Fonu’nda yer alan THY, BOTAŞ gibi şirketlerin ve kamu bankalarının mezata çıkarıldığını görmek şaşırtıcı olmaz.

Peki emekçi sınıflar bu yeni bir zam ve özelleştirme dalgasına hazır mı? Belli ki iktidar emekçi sınıfların elinde kalan son haklara saldırmaya devam edecek. Yıllardır tepkiler nedeniyle el uzatamadığı kıdem tazminatının gasp edilmesi, bölgesel asgari ücret gibi konular da gündeme gelecektir. Son zamlara gelen tepkisizliğe bakarsak ortada en ufak bir hazırlığın olmadığı görülecektir. Düşünün ülkede on yıllardır uygulanan KDV oranları artırıldı ve böylece Şimşek’in daha önce zikrettiği şekilde vergi yükü biraz daha tabana yani emekçi sınıfların sırtına yayılmış oldu; sosyal medyada tepki göstermek dışında ses çıkarılamadı. DİSK, KESK gibi emek mücadelesinin öznelerinin normal şartlarda böyle bir hak gaspı karşısında yeri göğü inletmesi beklenmez miydi? En basitinden ülke genelinde emekçileri bu soyguna karşı harekete geçirebilecek bir refleks göstermeleri beklenirdi. Olmadı.

Son yıllarda Türkiye’de eşitsizlikler giderek derinleşirken, yoksul emekçilerin zenginlikten aldığı pay giderek küçülüyor. Son gelişmeler bu sürecin son sürat devam edeceğini gösteriyor. Emekçilerin bu saldırıya karşı koyabileceği, taleplerini güçlü bir şekilde dile getirebilecek örgütlülüğü olmadan; saldırılara karşı aktif eylemlilikler örülmeden yoksullaşmanın önüne geçmek mümkün olmayacaktır.