İktidar Maske Dağıtma Değil, Reklam Peşinde! – Emre Güntekin
Dünya genelinde koronavirüsüne yakalanan insan sayısı 2 milyonu aşarken, temel sağlık ekipmanı ihtiyacı hemen her ülkede en önemli gündem maddelerinden bir tanesi. Bu durum aynı zamanda kapitalizmin insan sağlığına yaklaşımına dair de bir fikir veriyor. Birçok ülke, ki buna ABD ve Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ekonomiler de dahil, en basit tek kullanımlık maske için bile birbirileriyle rekabet etmekten geri kalmıyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde uluslararası medyada da “maske savaşları” başlığı kendisine sıkça yer bulmuştu. Almanya ve Fransa, ABD’nin kendilerine ait maskelere el koyduğunu, hatta Fransa’nın sipariş ettiği maskelerin Şangay Havalimanı’nda kargolanmak için beklerken ABD tarafından üç katı fiyat verilip satın alındığını açıklarken; bu iki ülke için aynı suçlamalar İtalya, İsveç ve İspanya’dan da gelmişti. Kanada’da benzeri şekilde Çin’den sipariş ettiği 11 milyon maskenin ABD’ye yönlendirildiğini açıklamıştı. Yine Der Spiegel’in haberine göre Almanya’nın sipariş ettiği 6 milyon maske Kenya’daki transfer işlemleri sırasında “kaybolmuş”. Kısacası olası bir kriz durumunda emperyalistlerin gücü yettiği oranda korsan kanunlarını devreye sokmaktan, piyasayı “Vahşi Batı”ya çevirmekten, normal zamanlarda uluslararası ticaretin kurallarına dair vaaz ettikleri masalları çiğnemekten kaçınmayacağını da görmüş olduk.
Peki Türkiye ne durumda?
Dünyada vaka sayısında hızlı bir şekilde 9.luğa yükselen Türkiye’de de uzun bir süredir sağlık emekçileri, TTB gibi meslek kuruluşları ve toplumsal muhalefet iktidarın aldığı önlemlerin ve koruyucu ekipmanların yetersizliğini sıkça dile getiriyor. İktidar içinde de Sağlık Bakanı her fırsatta koruyucu sağlık malzemesi konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamadıklarını dile getirse de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklaması tam tersini söylüyor.
Çavuşoğlu son açıklamasında “Kendimizin tıbbi ekipman ihtiyacı olmasına rağmen İngiltere, İtalya ve İspanya gibi önemli müttefiklerimizin de aralarında bulunduğu 34 ülkeye yardım elimizi uzattık.” ifadelerini kullandı. Burada öne çıkarılması gereken iki önemli nokta var. İlki ülke içerisindeki yetersizlikler ve maske dağıtımında hala süren belirsizlik. Bir diğeri iktidarın dünyaya yaptığı yardımları kullanım biçimi.
Ülke içerisinde maskenin nasıl temin edileceğine dair belirsizlik hala sürüyor. Erdoğan tarafından önce 65 yaş üstüne dağıtılacağı açıklanmıştı, sonrasında Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan maskelerin satılacağını belirtmiş ve bu durum toplumda tepki yaratmıştı. Sonrasında ise e-ptt avm üzerinden sipariş alınarak başvuran herkese haftada 5 adet maske verileceği ilan edilmişti. PTT emekçilerinin bu dağıtımla birlikte işyüklerinin ve salgına yakalanma riskinin artacağı tartışılınca E-Devlet üzerinden başvuru alınacağı, daha sonra dağıtımın cep telefonuna gelen bir sms üzerinden eczaneler tarafından yapılacağı belirtilmişti.
Bütün bu süreçte toplu taşıma araçlarına, çalışma mekanlarına ve marketlere maskesiz girişin yasaklanmasıyla birlikte ciddi bir mağduriyet ortaya çıkarken, eczanelerde maske konusunda yaşadıkları zorlukları gündeme getirmeye devam ediyor. Gazete Duvar’da Pınar Öğünç’ün yazı dizisine konuk olan bir eczacı yaşadıkları sıkıntıları “’Bugünün şamar oğlanı da biziz sanki” sözleriyle dile getirmişti. Yine geçtiğimiz günlerde ülke çapında gündem olan #MaskeYok hashtaginde yaşanan sıkıntılar gözler önüne serilmişti.
En son bu yazıyı cama asmak zorunda kaldım #Maskeyok pic.twitter.com/wW7s0aaXaZ
— cags 🇹🇷 (@caglarberk27) April 13, 2020
Tecrübeyle biliyoruz ki iktidar tımarlayamayacağı ata yem vermez. Tıpkı Türkiye’de evlerine maske ulaşan kısıtlı kitleye maskeleri teslim edilirken Cumhurbaşkanının hediyesidir reklamıyla ulaştırılması ve bunun iktidar medyasında bir reklam kampanyasına dönüştürülmesi gibi; iktidar bu süreçte yardımları bir şov aracı olarak kullanıyor. Salgının yarattığı kriz karşısında tel tel dökülen, iç siyasi hesaplaşmalarla birbirini yiyen iktidar için önemli olan halkın mağduriyetini gidermekten ziyade iktidarın imajını parlatmak ve milliyetçi histerileri okşamak. Neticede Avrupa ülkelerine yardım etmenin, yoksul emekçi halka maske dağıtmaktan daha büyük bir reklam kapasitesi mevcut.
Bu sadece Erdoğan rejiminin değil, uluslararası alanda son dönemde başka ülkelerin de kullandığı bir yöntem. “Maske diplomasisi” özellikle salgını otoriter yöntemlerle hızla kontrol altına alan Çin tarafından da Avrupa’daki imajı güçlendirmek için kullanılıyor. Örneğin Çin’in Sırbistan’a gönderdiği ilk sağlık yardımı Belgrad’a ulaştığında Sırbistan Başbakanı karşılamış ve Çin bayrağını öpmüştü. (Erdoğan belki de bunu gördüyse yardım ettiği ülkelerde Cumhurbaşkanlığı forsunun öpülmesini ummuştur.) Yine Çin’in son yıllarda yakın ilişkiler geliştirdiği Çekya ve Macaristan gibi ülkelerde de AB’den beklenen yardımı alamamanın hayal kırıklığı ifade edilirken, Çin’e yönelik övgüler artıyor. Bu durum ABD’yi ve AB egemenlerini de fazlasıyla rahatsız ediyor. Gelişmiş Batılı ülkelerin ekonomilerinin ve sağlık sistemlerinin çöküşü karşısında Çin’in emperyalist rekabette öne çıkmak amacıyla daha fazla rol alması ve bunun yarattığı gerilimleri ayrı bir yazıya bırakalım.
Konumuza dönersek Türkiye ile elbette Çin’in maddi olanakları kıyaslanamaz. Çin yıllardır Doğu ve Güney Avrupa ülkelerinde siyasi nüfuz yaratabilmek için devasa bir ekonomik kaynağı harekete geçiriyor ve bunda da başarılı olduğu söylenebilir. Fakat derin bir ekonomik krizin de içinde debelenen ve yana yakıla dış kaynak arayan Erdoğan rejiminin salgın krizinden pay çıkarma kaygısı kaçınılmaz bir şekilde boşa düşmeye mahkum. Yıllarca hemen her ülkeyle bir şekilde ihtilafa düşen, emperyalist rekabette pay kapma adına hemen her iç çatışmaya yangını büyütme pahasına müdahil olan, AB ülkelerine karşı rehine siyasetini kullanan Türkiye’nin imajı sağlık malzemesi yardımlarıyla düzeltilemeyecek kadar zedelenmiş durumda.
Sözün özü milyonlarca emekçi “şahsımın” reklam kokan pr çalışmalarını değil; en temel yaşamsal ihtiyaçlarına, yoksulluğa, işsizliğe çare bulacak bir adım bekliyor. Ancak iktidarın bugüne kadar ki yaklaşımına bakıldığında bunu beklemek yerine, mücadele etmenin gerekliliği daha fazla ön plana çıkıyor.