HDP’ye Operasyona Karşı Amasız, Fakatsız Dayanışma! – Emre Güntekin

HDP’ye Operasyona Karşı Amasız, Fakatsız Dayanışma! – Emre Güntekin

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki devlet geleneğinin olağan reflekslerinden birini tekrar yaşadık. 82 HDP’li siyasetçi, üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen Kobani olayları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı.

Kürt siyasetçilerin tutuklanması içim gerekçeye ihtiyaç duyulmayan bir coğrafyada yaşadığımızı unutmayalım. Ancak yapılan bu operasyon, özel bir döneme girileceğinin habercisi niteliğinde. Aynı gün aynı saatlerde Hakan Gülseven, Temel Demirer, Tamer Doğan gibi sol muhalefetten isimlere yönelik gözaltılar da önümüzdeki süreçte iktidarın toplumsal muhalefete yönelik bir gözdağı olarak okunmalıdır. Hatta, kimileri bu dalganın Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener gibi liderlere de uzanabileceğini dillendirmektedir.

Peki iktidar bu operasyonlara neden girişiyor?

Türkiye’nin yakın dönem tarihine biraz zaman aralığını genişleterek bakacak olursak gündem ne olursa olsun egemen sınıfların Kürt halkına ve onun siyasal temsilcilerine yönelik saldırıları ajandasının bir kenarından düşürmediğini görebiliriz. Örneğin 2012 yılında, ekranların popüler tarihçisi Murat Bardakçı “Türkiye’nin bir zamanlar çok önemli görevlerde bulunmuş bir devlet adamının ailesi, ellerinde bulunan özel arşivinin bir bölümünü” kendisine verdiğini belirtmiş ve bunların içerisinden 1959 yılında Celal Bayar’ın hazırlattığı “Türkiye’de Bugünkü Kürtçülük Fikir ve Cereyanının Doğuşu” başlıklı raporu aktarmıştı. Raporda dönemin iktidarı DP’nin Kürt milletvekillerinin bile “Memleketimizde Kürtçülük Cereyanlarını ve Propagandasını Sevk ve İdare Edenlerden Başlıcaları” olarak dile getirilen 38 kişilik listeye alındığı görülüyor. Dahası 1961 yılının meşhur 49’lar Davası’nda yargılanan eski BDP milletvekili Şerafettin Elçi’nin anılarında anlatılan bir olay, aynı dönem Bayar ve Menderes’in Kürt sorununun çözümü konusunda nasıl düşündüklerini ortaya koyuyor. Bayar “Bu iş kolaydır, biz Taksim Meydanı’nda bin kişi asarız, bu sorun çözülür” önerisinde bulunurken, daha Ermeni Sorunu bile çözülememişken bunu dünyaya anlatamayacağını dile getiren Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu’nun istifa çıkışı üzerine Menderes orta yolu şöyle bulur: “Öyle bin kişi asmakla olmaz. Biz ellişer, ellişer parti halinde, operasyon yapıp içeri attıralım, mahkeme bunların cezasını versin. Eğer bu elli kişi ile halledilemezse elli kişi daha alırız”. Elçi 49’lar davasının çıkış kaynağı olarak bu tartışmayı gösterir.

90’lı yıllarda Meclis’ten yaka paça gözaltına alınan DEP’liler, kapatılan siyasi partiler, kirli savaş ortamında katledilenler, iktidarın FETÖ ile müttefik olduğu dönemde gerçekleştirilen ve sadece Kürt siyasetçilerin değil, sol muhalefetin de sepete dahil edildiği KCK Operasyonları, Demirtaş ve Yüksekdağ başta olmak üzere HDP’nin kilit figürlerinin tutuklanması… Kısacası devlet geleneği, Menderes’in bıraktığı yerden 50’şer 50’şer alarak bu sorunu “çözme”yi bir fabrika ayarına dönüştürdü.

Elbette bu kadar geniş çaplı bir operasyonla gündemin değişeceğini; işsizlik, TL’nin değer kaybı, müteahhit çetesinin kamu kaynaklarını nasıl yağmaladığı gibi meseleler yerine toplumun geniş kesimlerini milliyetçilik üzerinde etki altına alabilecek bir gündem açığa çıkacağını ve elini güçlendireceğini hükümet de biliyor. Kürt siyasetçilere yapılan saldırılarla aynı günlerde, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasının da içerdeki şoven havayı coşturacak ve toplumsal muhalefetin alanını daraltacak bir araç olarak imdada yetiştiğini görebiliriz.

Erdoğan ve iktidar sözcüleri Kürt meselesi üzerinden yürütülen operasyonların karşısındaki Millet İttifakı içerisinde fay hatları yaratacağını biliyor. Kılıçdaroğlu Kürt siyasetçilere açıktan sahip çıksa da, çıkmasa da bir şekilde hırpalanacak. Ancak muhalefet, kendisine büyükşehirdeki belediyeleri kazanmasına yardımcı olan Kürt seçmenlerin siyasi temsilcilerini saldırılar karşısında yüz üstü bıraktıkça daha büyük yaralar almasının mümkün olduğunu, dahası otoriter rejimin inşa etmeye çalıştığı bu “samimi demokrasi”ye dolaylı yoldan bir tuğlada kendisinin taşıdığını görmeli. 

Dahası muhalefet cephesi kendisine önemli alanlar açabilecek eldeki bütün imkanlara rağmen emekçi sınıfların ve ezilen halkların yaşadığı sorunları iskambil destesi kadar dert edinebilmiş ve buna yönelik bir çaba ortaya koyabilmiş değil. Eldeki gündeme yeterince sahip çıkamayan ve bunu iktidarın zeminin daraltacak politikalarla işlemeye yeltenmeyen muhalefetin meseleyi bir gündem değiştirme çabası olarak değerlendirmesi samimi değil. 

Ancak yapılan muhalefet biçimi çoğu zaman sessizce 2023’ü beklemek ve bu tarihe kadar sarayın ortaya atacağı gündemlerle her seferinde hırpalanmaya çalışılacak olan ittifakı hayatta tutmak üzerine kurulu. Emekçi sınıfların denkleme giremediği, toplumsal muhalefetin baskı altına alınmasını sessizce izlediği, ezilen halklarla dayanışmayı yükseltemediği bir ortamda bu çabalar tıkanmaya mahkum kalacaktır.

Eğer CHP ve çeperindeki muhalefet partileri bugün HDP’ye koşulsuz şartsız sahip çıkamazlarsa yarının kendileri için çok da aydınlık olamayacağını hatırlatmak gerek. HDP ile yan yana görünmeme kaygısı bugüne kadar sadece iktidarın elini güçlendirdi. Kürt halkında yaratılan yüzüstü bırakılma hissiyatını tamir etmek mümkün olmayacaktır.

Bazıları için ise operasyonlar bir zayıflık işareti. İlk seçimde gidecekler, bunlar onun işareti demek mevcut gidişatı anlayamamanın bir göstergesi. Evet, iktidar zayıflıyor, zayıfladıkça da toplumsal muhalefetin etrafındaki çemberi daraltıyor ve baskıyı toplumsal muhalefetin geniş kesimlerine doğru yayıyor. HDP’lilere ve sol isimlere yönelik operasyonlar sonrasında bu durmayacaktır. Bugün Kürt halkına gösterilen sopanın, yarın kimin başına inceceğini düşünmek istemiyorsak; baskılara karşı samimi ve enternasyonalist bir dayanışmayı yükseltmek zorunluluktur.

 

 

 

KATEGORİLER