HAS Parti'nin AKP'ye İlticası Şaşırtıcı mı?

Aynur Akman – (21.07.2012)

Tayyip Erdoğan’ın davetinin ardından HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un parti idari kurullarının da desteğini alarak AKP’ye katılmaya hazırlanması kamuoyunda birçok tartışmayı tetikledi. Numan Kurtulmuş tarafından yüz üstü bırakılanların seslerinin yanı sıra Milli Görüşçülerden de Kurtulmuş’un, bu hareketi yok etmek isteyen T.Erdoğan’ın uzunca zamandır ajanlığını yaptığı söylemleri yükseldi. Komplo teorilerini bir kenara bırakarak bu gelişmeyi HAS Parti ve ona bel bağlayanlar üzerinden okuyalım.
‘İslam’ın Sol Okuması: Mümkün Mü?’ adlı yazımızda “sosyal İslam” söylemiyle yola çıkan çoğu siyasi özne içinde samimi bir anlayışın dışında muhafazakâr kitlelere hitap edebilecek bir toplumsal muhalefet adına gördükleri boşluğu doldurma hevesindekilerin olduğu tespitlerde bulunmuştuk: “Sınıfsal uçurumlar derinleşip toplumsal tepkiler artarken sosyalist hareketin marjinalleşmesi toplumsal muhalefet adına bir boşluk yaratıyor. Bu boşluğa görerek ona talip olan, boşluğu değerlendirmek isteyen, İslami yönü güçlü yoksul halka da rahatlıkla hitap edebileceğini düşünen, bunun planlarını yapan İslam’la solu harmanlayan bu süreçte çokça örnekle karşılaştık. “Birazcık komünist” olduğunu söyleyerek çıkış yapan Abdüllatif Şener’in parti girişiminden, Mehmet Bekaroğlu-Numan Kurtulmuş’lu HAS partiye, İhsan Eliaçık’tan soldan İslami sola kayış yapan Cem Somel, Zeki Kılıçarslan’lara, Doğudan dergisine kadar bu kulvarda ışık gören ya da samimiyetle bu kulvara giren unsurlar oldu, gelecekte de olacak.” 
Aynı yazı içinde Mehmet Bekaroğlu’nun “daha sol ve antiemperyalist bir duruşa ve İslamcı özgürlük anlayışına sahip olacak” diye tariflediği HAS Parti’nin, bu iddiaları, sosyal adalet söylemlerini karşılayacak bir içeriğe sahip olmadığını ifade etmiştik:
“…sosyal demokrat bir programı İslamcılıkla bütünleştirmiş HAS parti ise 1 Mayıs 2012’ye “işçiye hakkını alınteri kurumadan veriniz” şiarıyla katılmıştı. Peki soralım; gerek Saadet partisi gerekse HAS partine destek veren parababalarının neredeyse hepsi işçiye hakkını değil asgari ücreti reva görmüyor mu? Bekaroğlu bunu bilmiyor mu? Bu noktada HAS partinin farklı olduğunu düşünenler olabilir; şunu hatırlatalım HAS partinin kuruluşunda çok sayıda işadamı, geçmişte bakanlık yapmış unsurun yer almıştı. HAS parti başkanı Numan Kurtulmuş, Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı, “haklı zenginlik” şiarlı Askon(Anadolu Aslanları İşadamları Derneği) toplantısına da iş olsun diye gitmiş olmasa gerek.”
HAS Parti’nin, her ne kadar sosyalist hareket içinde yıllarca mücadele yürüten kimi unsurlar için çekim merkezi olsa da gerek kurucu kadrosu gerekse söylemleri düzeyinde ciddiye alınabilir bir kopuşa tekabül etmediği açıktır. Her ne kadar sol İslamcı ekolden Mehmet Bekaroğlu, ilahiyatçı Hayri Kırbaşoğlu gibi isimlerin yanısıra Zeki Kılıçaslan, Cem Somel gibi sol kökenli unsurları bünyesinde barındırsa da HAS Parti’nin kurucuları ve teşkilatı ayakta tutan asli kadroları Milli Görüş geleneğinden gelmektedir; AKP ile ciddi farklara da sahip değildirler (neoliberalizme/egemen dünya siyasetine uyarlanmış İslamcılar ile henüz uyarlanamamış olanlar).
HAS Parti’nin sol İslamcılık açısından bile gerçekçi bir alternatif olmadığı iddiamıza kanıtlar sunmaya partinin genel başkanının şahsından başlayalım. Numan Kurtulmuş, bir dönem Saadet Partisi’nin genel başkanlığını yapmış, ikinci bir dönem yapma imkânını da Erbakan ile ters düşünce kaçırmıştır. Saadet Partisi genel başkanlığı süresince söylemine sosyal İslam vurgusu yansımamış, Saadet Partisi’yle kopuşu da bu temelden değil; AKP’nin referandum paketine “yetmez ama evet” demesinden kaynaklanmıştır. Referandumda AKP’ye arka çıktığı için Erbakan ile arayı bozarak Saadet Partisi’nden ayrılmak zorunda kaldığında Kurtulmuş’a vahiy inmiş olsa gerek sosyal İslam/sol İslamcılık konusunda; yoksa öncesinde bu dert Kurtulmuş’un omuzlarında değildi. Oysa bakalım Mehmet Bekaroğlu’na… Kamuoyunun kendisini tanıdığı uzunca bir süredir çoklukla ezilenden, mağdurdan yana bir tavır alış içinde olduğunu; İslamcılığın sol bir versiyonunu temsil ettiğini biliyoruz. Numan Kurtulmuş, AKP yollarına döşenirken de Bekaroğlu cephesinde değişen bir şey olmamıştır. Demek isteriz ki Numan Kurtulmuş’un sosyal İslamcılığı sonradan (!) gün yüzüne çıkmıştır; asli söylemi değildir.
Açıktır ki HAS Parti’nin kadro ve destekçilerinin büyük çoğunluğu Mehmet Bekaroğlu ve benzeri figürlerin dürüst, samimi sol İslamcı söylemleri için değil Numan Kurtulmuş’un önerdiği proje için buradadır. Partinin onlarca il ve ilçede teşkilatlarını var eden; seçim çalışmalarına büyük kaynaklar aktaran elbette ki partinin üye aidatları(sms ile toplanan) ya da sempatizalarının ufak destekleri değil; İslami sermayenin irili-ufaklı temsilcilerinin fonlarıdır. Bu parababalarını bu kaynakları akıtmaya iten de sosyal İslam söylemlerinin ikna ediciliği ya da vicdanlarının sesi değil tabii ki. Bu unsurları cezbeden Numan Kurtulmuş önderliğindeki bu projenin ilerleme potansiyelleri ve de bu sınırlar içinde onlara yeni alanlar açan networkler(ağlar). Kısacası Numan Kurtulmuş’un konuşmalarına belli ölçülerde yansıyan sosyal adalet söylemleri, cılız olmaları bir yana partinin içine oturduğu siyasal boşluğa (muhafazakâr, hoşnutsuz yoksullara hitap etme kaygısına) uygun düşen jargonlardan ötesi değil.
Numan Kurtulmuş’un şahsına dair dikkat çekici diğer bir nokta da AKP ve Tayyip Erdoğan karşısında muhalefet yürütme biçimidir. Farklı tarz siyaset yürüttüğü söylemleriyle, “beyefendi” çizgisi altında Kurtulmuş; Saadet Partisi’nden başlamak üzere AKP ve Erdoğan’a karşı söylemleri yumuşak oldu; muhalefet yaptığında bile. Kaldı ki en kritik nokta sayılabilecek referandum ve yeni anayasa gündemlerinde AKP’ye destek olan, çalışmalarına alkış tutan Kurtulmuş’un eleştirileri sert olmadığı gibi açıkça karşısına AKP ve Erdoğan’ı almamış; dolaylı şekilde ifade edilmiştir. En sert tabir edilebilecek “karunlaşma, firavunlaşma, belanlaşma” ifadeleri [“İktidar olursak üç tane de yanlışa düşmeyeceğiz. Asla firavunlaşmayacağız. Yani yönetimi, yönetilen halka karşı zulüm aracı haline dönüştürmeyeceğiz. Karunlaşmayacağız. Milletin yani kamu malını haksız yiyenlere yedirmeyeceğiz, yemeyeceğiz. Belanlaşmayacağız. Belan yaptığı yanlışları örtmek için dini istismar edendir. Dinimizi istismar etmeyip, ettirmeyeceğiz.”] AKP’yi isim vererek suçlamadan biz iktidar olduğumuzda bunları yapmayacağız propagandasından öte değildir. Yine örneğin Numan Kurtulmuş’un başkanlık sistemine karşı sözleri olarak dile getirilen açıklamalarında bile yumuşak üslup gözlerden kaçmamaktadır: “İleri demokraside başkanlık sisteminin doğru bir yol olduğu kanaatindeyiz. Ancak Türkiye’nin bugünkü reel şartları dolayısıyla bu olmaz. Milletvekilliğinde yüzde 10 barajı var, milletvekilini halk seçmiyor, seçtiği milletvekili gidip istediği gibi konuşamıyor. Türkiye’de anayasada fevkalade ciddi antidemokratik hususlar var. Bu sistem içerisinde başkanlık sisteminin oluşması Türkiye için fevkalade zararlı ve mahsurlu olacaktır. Önce diyoruz ki bu dört temel metni (anayasa, siyasi partiler, seçim yasaları, TBMM içtüzüğü) demokratik hale getirelim, milletin egemen olacağı bir şekle getirelim, ondan sonra bu sistemi konuşabilir. Ama bugünkü haliyle başkanlık sistemi Türkiye’de kabul edilirse çok açık söylüyorum buradan seçimle işbaşına gelen krallıklar çıkar. Birtakım krallıkların kurulması ortaya çıkar ki bunu doğru bulmuyoruz. Türkiye için mahsurlu görüyoruz. Onun için Türkiye’nin bir müddet daha bu parlamenter sistemle devam etmesi önemlidir.”AKP ve Tayyip Erdoğan konusunda Numan Kurtulmuş’un söylemlerine yansıyan yumuşaklık ve temkinlilik ile İhsan Eliaçık’ın netliğini, cepheden karşıtlığını karşılaştırmak bile durdukları noktaları anlamak açısından yeterlidir.
 Sonuç Olarak
28 Kasım 2010’da kurulan HAS Parti’nin; Numan Kurtulmuş’un “bir konjonktür partisi kurmadık” iddialarının aksine tam da bir konjonktür partisi; siyasal boşluğa uyarlanmış bir parti olduğu ve Numan Kurtulmuş’un şahsında da çeşitli hesapların bir ürünü olduğu ayyuka çıkmıştır.
Saadet Partisi ile yollarını ayırmak zorunda kalan Numan Kurtulmuş, AKP’den daha önce (2007 genel seçimlerinde) milletvekilliği için davet alsa da bu konumun onun gibi “parlak bir isim” için yeterli olmadığı açıktı. Numan Kurtulmuş, yeni partisiyle İslami hareket içinde AKP’nin iktidarından hoşnutsuz olan İslamcı kesimlere hitap ederek, gördüğü bir açığı doldurmak durumunda kaldı. HAS Parti, hem AKP yıprandıkça etkisi zaman içinde artabilecek bir söyleme oynuyordu hem de Numan Kurtulmuş’un kendi pazarlık payını artırıyordu (cemaatin AKP’ye karşı koz olarak HAS Parti’ye yönelebileceği iddialarını da belirtelim). HAS Parti son seçimlerde aldığı %0,76’lık oy oranıyla kadrolarını tatmin etmemişti. HAS Parti’nin ikinci bir seçim sürecinden benzer bir oy oranıyla çıkması başarısızlık olarak değerlendirilip partinin çevresinde toplanan kadroları, maddi kaynak sağlayan parababalarını dağıtıcı etki yapabilceği gibi Kurtulmuş’un fiyakasını da söndürüp etkisiz bir figüre indirgeyebilirdi. Dolayısıyla yeni bir seçime girmeden HAS Parti’yi kapatıp AKP’ye katılmak Numan Kurtulmuş’a olduğu gibi Erdoğan’a da yaradı. Numan Kurtulmuş’un İslami çevrelerde sevilen, lider kapasitesinde bir figür olarak görüldüğünü bu noktada ekleyelim.
Bu noktada bir parantez açarak Numan Kurtulmuş’un tükürdüğünü yalaması tartışmalarına değinelim. Türkiye’de siyaset arenasında Kurtulmuş örneği ilk olmadığı son da olmayacaktır. Burjuva siyasetin kokuşmuşluğu tartışma götürmeyecek kadar ortadadır; Süleyman Demirel’in ünlü “dün dündür, bugün bugündür” vecizesi siyasetin kalitesine ışık tutuyor. Dolayısıyla artık Kurtulmuş’tan başkanlık sisteminin canhıraç savunusunu dinlersek, Suriye’ye müdahale etme vaazlarına tanık olursak [ki Kurtulmuş Tayyip’le görüşmesinden sonra bu konuda açılımını yaptı:“Esed yönetimi, elindeki kimyasal silahları halkına karşı kullanmak üzeredir. Uluslar arası camia bir an önce adım atmalıdır.”]  şaşıracak bir şey yok.
Gelelim bu durumun kaybedenlerine. En zararlı çıkanlar, bu projenin gerçekliğine inanan sol İslamcı ekol temsilcileri (Bekaroğlu, Hayri Kırbaşoğlu gibi), sosyalist solun eski mensupları (Zeki Kılıçaslan, Cem Somel gibi) ve tabii ki Kurtulmuş’a inanan Milli Görüşçüler oldu. Sosyalist sol menşeili Zeki Kılıçaslan, Cem Somel gibi unsurlar HAS Parti’ye katılımlarını Türkiye siyasetini belirleyen kimlikler üzerinden bölünmelerin önüne geçerek emek mücadelesi, sosyalizm mücadelesi vermek istekleri üzerinden gerekçelendirmişlerdi. Bu noktada biz de bu unsurların içinde yer aldıkları küçük oluşumların ötesine geçerek Türkiye siyasetinde sesi duyulabilecek bir siyasi parti içinde olmayı; kısacası yüksek siyaset arneasına çıkmayı istediklerini ekleyelim. Türkiye’de yoksul halkın, emekçilerin kimlikler (Alevi-Sünni, Türk-Kürt, inanan-inanmayan) üzerinden bölünmesinin önüne geçmenin yolu İslamcılığın sol kolunu yaratmaktan geçmiyor. “İslam’ın Sol Okuması: Mümkün Mü?” yazımızda uzun uzun tartıştığımız gibi sol İslamcılık kitlelerin kurtuluşu için gerçek ve geçerli bir alternatif sunmaktan uzaktır. Vicdana seslenen, ona güvenen hareketlerin emekçilerin somut sorunları karşısında (ne olacak da bugünün zorbaları vicdana gelecek, zalimin zulmüne nasıl son verilecek, sonrası düzenın eşit-özgür olması nasıl sağlanacak; ilk elden sorulabilecek sorular) çıkış sağlaması mümkün değildir. Emekçilerin ihtiyaç duyduğu kendi sınıf mücadelelerini yükselterek kimlik bölünmelerini aşmaları, bu kavgalarında militan bir devrimci öncüyle buluşmalarıdır. Bakın Tekel Direnişi’ne. Emekçilerin sınıf kavgalarını yükselttiğinde nasıl kimlikleri aştığını görürsünüz. Ülke emekçilerin mücadelesiyle kaynadığında bu minyatür örneğin genelleşmiş hali herkesi de şaşırtarak nasıl hayat bulur.
Toparlarsak… AKP hala gücünü koruyorken, hatta gücünün doruğundayken bir seçim partisi/kitle partisi şeklinde sol İslamcı bir muhalefetin dayanma şansı yok. Böyle bir hareketin dayanacağı İslamcı tabandan tutun da para kaynağına sahip destekçi kesim yüce ideallere değil, AKP’nin sunduğu rant dağıtım mekanizmalarına yüzünü dönmeye tercih edecektir. AKP gerilemediği sürece sol İslamcılar ancak bir kadro hareketi, küçük örgütlenmeler şeklinde var olabilirler ki bu şekilde çeşitli bileşimler Doğudan dergisinde, Emek ve Adalet Koalisyonu’nda olduğu gibi oluşturuldu, önümüzdeki süreçte de oluşturulacaktır. Bu konuda gerek Mehmet Bekaroğlu gerekse Zeki Kılıçarslan gibi unsurlar Halkın Sesi’nin iddialarının arkasında durmaya devam ettiklerini, yola kendileri kalsa da bir şekilde devam edeceklerini kamuoyuna duyurdular. HAS Parti örneği fiyasko ile sonuçlansa da sol İslamcılığın yara alarak da olsa yoluna devam edeceğini beklemek hatalı olmayacaktır.
KATEGORİLER