Hakan Atilla Suçlu Bulundu: Bundan Sonra Ne Olacak? – Güneş Gümüş
Halkbank eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla, ABD’de yargılandığı mahkemede jüri tarafından “ABD Hazine Bakanlığı’nı dolandırmak için kumpas kurma, Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’nı delmek için kumpas kurma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapma, bankacılık sisteminde sahtekarlık yapmak için kumpas kurma, kara para aklamak için kumpas kurma” suçlarından suçlu bulunurken kara para aklama suçlamasından beraat etti.
Reza Zarrab’ın önce sanık sonra itirafçı olduğu bu davaya Türkiye başından beri en üst düzeyde müdahil olmuş; Erdoğan Zarrab ve Atilla’nın serbest kalması için en üst düzeyde girişimlerde bulunmuştu. 17-25 Aralık’ta elde edilen delillerin kullanılmaması için az dil dökmemişlerdi. AKP tarafından dava kendilerine karşı siyasi bir dava olarak görüldü ve tedirginlik uyandırdı. Peki neden? Davada Halkbank eski genel müdür yardımcısının suçlu bulunmasının davada adı geçen bankalara ve Türkiye’ye nasıl bir geri dönüşümü olacak?
Cezai Yaptırımın Çapı
Hakan Atilla’nın yargılandığı davanın temel meselesi, 2010-2015 yıllarında ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun AKP iktidarıyla bağlantılı Zarrab ve İran’daki temas kurduğu kişi ve kurumlar aracılığıyla İran petrol ve doğalgazı karşılığında altın verilerek delinmesi. Cezayı alan Hakan Atilla olacak olsa da dava, ambargonun delinmesinin arkasında sadece bazı yozlaşmış bankacılar olduğu iddiasına dayanmıyor. Zarrab, duruşmalarda, Erdoğan’ın altın ticareti için 2 devlet bankasına işlem yapmaları için talimat verdiğini, Erdoğan’a oldukça yakın bir isim olan dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve Halkbank eski genel müdürü Süleyman Aslan’ın milyonlarca dolarlık (toplamda 20 milyar doları geçen, günde 1 ton altını bulan ticaretin %4 tutarında) rüşvet çarkının parçası olduğu ifade etmiş; bu ifadelere Atilla’nın avukatı itiraz etmemişti. 17-25 Aralık sürecinde Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutusu içinde bulunan 4,5 milyon doları da unutmadık zaten. Dolayısıyla dava sonuçlarıyla doğrudan Halkbank’ı, belki ismi geçen diğer bankaları (Vakıfbank, Aktifbank) ve AKP iktidarını etkileyecek. Bu etkinin çapı şu an için belirsiz ama cezai yaptırımın gücüne bağlı olacak. Bu yaptırımların kaynağı ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) olacak; bu kurum, para cezasından ABD finansal sisteminden çıkarmaya kadar çeşitlenen yaptırımlar uygulayabiliyor.
Atilla’nın jüri tarafından suçlu bulunmasından sonra Halkbank, “Bahse konu davada Bankamız taraf olmadığı gibi Mahkeme tarafından Bankamız hakkında alınmış herhangi idari veya mali bir karar bulunmamaktadır.” dese de bu bankaya yönelik en az 5 milyar dolarlık bir cezanın sözkonusu olduğu ekonomi çevrelerinde konuşuluyor. OFAC’ın Halkbank’a keseceği ceza elbette ki bizlerin cebinden çıkacak; Halkbank’ın piyasa değerinin üzerinde olacağı düşünülen ceza devletin bizlerden topladığı vergilerden Bankaya sermaye koymasıyla ödenecek.
Cezai yaptırım davada ismi geçen diğer bankalara doğru da uzanabilir. Geçtiğimiz Ekim ayında bu dava kapsamında 6 bankaya yönelik cezai yaptırımın yolda olduğu konuşulmuştu. Daha önce ABD tarafından Sudan, İran, Kuzey Kore ve Küba’ya uygulanan yaptırımları ihlal ettikleri için bazı Avrupa bankalarına toplamda 50 milyar dolardan fazla cezakesilmişti. En büyük cezanın yöneldiği adres 2015 yılında İran, Küba ve Sudan’a yönelik ambargo ihlali yüzünden 9 milyar dolarlık ceza ile BNP Paribas bankası olmuştu. Bu bankanın ABD’deki bankacılık yapma lisansını da iptal edilmek istenmiş; ancak pazarlıklar sonucu ağır para cezası ile kurtulmuştu. Avrupa bankaları, bu cezaları ABD’nin bu ticaretten haracını alması olarak yorumluyorlar; haksız da değiller.
Para cezasına ilaveten davada adı geçen bankalara yönelik belli bir süre bono-tahvil ihraç etmeme gibi yaptırımlar da uygulanabileceği konuşuluyor.
Sadece Hakan Atilla gibi tek tek bankacıların ya da bankaların yargılandığı değil, Erdoğan ve Ekonomi Bakanı’nın isimlerinin azmettirici olarak dahil edildiği bir dava var ortada. Haliyle yaptırımların kapsamı Türkiye bankacılık sistemi etkileyecek boyutta olabilir. Türkiye bankacılık sistemine dair bir belirsizlik ya da yaptırımların Türkiye tarafından reddedilmesi Türk bankalarının borç bulmasını zorlaştıracaktır. Önümüzdeki 1 yıl boyunca Türkiye banka ve özel şirketlerinin ödemesi gereken 210 milyar dolarlık borcun bulunmasındaki sıkıntı ekonomiyi de etkileyecektir elbette.
Siyasi Yansımalar
Öncelikle belirtelim, dava sonrası ABD Kongresi ve Hazine Bakanlığı’nın yaptırımlarının netleşmesi zaman alacak. Atilla’nın cezasının kesinleşeceği dava bile 21 Nisan’da. Dolayısıyla olası gelişmelerin şekillenmesine daha zaman var. Peki bu sürecin politik etkileri ne olacaktır? ABD’de AKP konusunda ipler oldukça gerilmiş durumda. Erdoğan’ın açıklamaları, ABD ziyaretinde korumaların attığı “dayak krizi”, Konsolosluk çalışanları ve ABD vatandaşlarının tutuklanması ve karşı tepki olarak vizelerin bir süreliğine askıya alınması… Hepsi bu gerginliğin artarak sürdüğünü gösteriyor. ABD’nin Suriye’de YPG’ye yaptığı askeri yardımlar ve sağladığı koruma da ABD ile ilişkilerin epeyce gerilmesine yol açıyor. ABD, şimdi de ekonomik yaptırımları AKP’yi istediği rotaya sokmak ya da dizginlemek için bir araç olarak kullanabilir. Emperyalizmin tarihi bu tür örneklere yabancı değil.
AKP, bu davayı kendisine karşı bir komplo gibi anlatmıştı; davaya Erdoğan’ın, ekonomi bakanının isminin karışması da tesadüf değil elbet. Dolayısıyla yaptırımların etkisinin daha geniş olacağını düşünmek abartı olmayacaktır. Ki Jüri kararının ardından New York Güney Bölge Savcısı Joon H. Kim, şöyle bir açıklama yapmıştı: “Tam, adil ve açık bir yargılamanın ardından jüri Halkbank yöneticisi Atilla’yı suçlu bulmuştur. Yabancı bankaların iki seçeneği vardır: Ya ABD yasalarını delerek İran’ın veya başka yaptırım uygulanan ülkelerin petrol paralarını almasına yardımcı olursunuz ya da ABD Doları ile işlem yapan uluslararası bankacılık sisteminin bir parçası olursunuz. İkisini birden yapamazsınız. Atilla’nın yaptığı gibi ABD hazinesine sahte belgelerle yalan söyleyip İran’ın petrol parasını yasadışı yollarla bu ülkeye yardım ederseniz sonuçlarına katlanmak zorundasınız.”
Yaptırımlar karşısında AKP açısından iki seçenek görünüyor; ABD ile uzlaşmak ya da zıtlaşmayı sürdürmek. Erdoğan, ülke içinde sözde ABD karşıtı bir siyaset izleyerek kendi konumunu güçlendirme çalışacak. Muhalifler ise dış güçlerin maşası gibi sunulacak. Emperyalist denklemlere yönelik koftiden çıkışlarıyla milliyetçiliğe oynanacak“Türkiye’nin güçlenmesini istemiyorlar” safsatası işlenecek. Erdoğan’ın algı operasyonu işinde başarılı olduğu bir gerçek. ABD ile yaşanan krizden AKP karşıtı siyasal fayda sağlanacağını düşünmek büyük bir yanlış olur. Bu çerçevede Türkiye yaklaşan seçimlere kilitlenilmişken Erdoğan yönetiminin krizi fırsata çevirmeye çalışacağını söyleyebiliriz. Yani AKP ABD’ye karşı “laf savaşını” sürdürebilir. Ancak zıtlaşmanın devam etmesi durumunda ekonominin dönmesi için gereken sıcak para konusunda açmaz sürecek. Özellikle Trump’ın ekonomik araçları dış politikadaki silahlardan birisi olarak kullanma tarzına yönelmesi, Türkiye ekonomisinin sıcak para bağımlılığının şiddetli spazmlara dönüşmesini beraberinde getirebilir. Rusya’ya daha fazla yaklaşma gündemde olsa da bu yakınlaşmanın Türkiye ekonomisinin can suyu olan sıcak parayı sağlama şansı şansı yok.
Ekonomik göstergelerdeki bozulma AKP’nin tabanını da oyduğundan Erdoğan acele ederek seçimleri öne almaya tercih edebilir. Taşerona kadro, asgari ücrete enflasyon üstü bir artış gibi bazı gelişmeler, seçime yönelik kesenin ağzının hafiften açıldığını gösteriyor. Aslında geçen yılki anayasa referandumunda kesenin ağzı epey açılmıştı ve bütçe AKP döneminde ilk defa ciddi ölçüde açıklar vermiş, enflasyon rekorlar kırmıştı. 2018’de de hazır ekonomi çok kötülememişken eldeki kaynaklarla seçmeni konsolide etme çabasına girilmesi çok şaşırtıcı olmayacaktır. YSK ile İYİ Parti arasındaki seçime girebilme polemiği olası birerken seçimde İYİ Parti’nin saf dışı bırakılıp bırakılmaması meselesi olarak okunabilir.