Günah Çıkarmayı Bırakın; Yalanlarınıza Karnımız Tok! – Güneş Gümüş

Bugünlerde liberal aydınlar AKP’ye verdikleri destek konusunda günah çıkarmakla meşgul. “2010 referandumunda kendimi kandırılmış hissediyorum” diyen Murat Belge mi dersiniz, AKP’yi artık bir gangster çetesine benzeten Ahmet Altan mı: Herkes burada!

Hepsinin sesi, ancak AKP’nin gerilemesi ayyuka çıktıktan sonra duyulur oldu.

Tabi atı alan Üsküdar’ı geçti; hem de şimdi sert eleştirmen pozlarındakilerin büyük katkılarıyla!

Günah çıkarıp AKP sonrasında da önlerine bakma derdine düşenler üzerine çokça laf ettik ama unutanlar için “kendilerini sütten çıkmış ak kaşık” gibi sunanların foyasını tekrar ortaya dökelim.

Tek Taraflı Bir Aşk Hikayesi: AKP ve Liberaller

AKP, 13 yıl tek başına sürdürdüğü iktidarına ilk adım attığı 2002’de bu ölçüde güçlü değildi. Her ne kadar içinden çıktığı İslamcı partinin (Fazilet Partisi) kökleşmiş ciddi taban desteğine sahip olsa da AKP’nin tek başına iktidarını mümkün kılan merkez sağın çökmüş olmasından dolayı kendisine yönelen kitleler oldu. İktidar olma ve onu sürdürme yolunda, neoliberalizmin 1990’ların sonunda yaşadığı krize çözüm olarak tek alternatif olarak beliren AKP’ye sadece Türkiye egemen sınıfları değil; uzun yıllar boyunca sırtını dayadığı AB ve ABD de büyük destek sundu. Ulusal ve uluslararası konjonktürün üzerine basarak iktidar olma şansı elde etse de geniş kitle desteği olmadan AKP, egemen sınıfların onayını garantileyen tarihsel sayılabilecek dönüşümlere imza atamazdı. AKP’nin gücünün kaynağı, kısacası, geniş toplumsal kesimlerin –farklı siyasal ve sınıfsal kökenlerden– desteğini kazanabilmesi ve bu desteği Türkiye ekonomik, siyasal ve kültürel değişimlerinin gerçekleşmesini mümkün kılmakta kullanması oldu.

Peki bunu nasıl başardı? AKP’nin kitlesel destek kazanmasında ve bu desteği genişletmesinde konjonktürün uygunluğu kadar yürüttüğü stratejiler ve bu çerçevede aldığı destek de büyük oranda etkili oldu. AKP, bu kitleyi arkasında saflaştırmak, kemikleştirmek için sürekli toplumsal kutuplaşmalara (laik-dindar gibi) oynadı. O dönem Türkiye egemen sınıflarının en belirleyici bileşeni olan askeri-sivil bürokrasi, AKP’yi alaşağı etmek için yaptıkları bütün (başarılı-başarısız) girişimleriyle AKP’nin elini hep güçlendirdi. AKP, egemen sınıf içindeki taşları yerinden oynatan hamleleri iktidar savaşının bir parçası olarak değil askeri vesayete karşı bir tür demokrasi-özgürlük mücadelesi olarak sunabildi. AKP, Türkiye egemen sınıflarının uzun süredir alttan alta -iplerini kimin elinde olacağını belirlemek adına- devam eden iktidar kavgasında tarihsel bir dönüşüme imza atarken ideolojik cephaneliğini liberal aydınlardan temin etti. Liberallerin AKP yönelik 2002’deki iktidarından önce başlayan desteği, AKP’nin ilk iki iktidar dönemi boyunca önemli bir meşruluk aracı olarak hizmet gördü. Liberal aydınlar, sivil-askeri bürokrasiyi geriletme mücadelesini askeri vesayete karşı özgürlük, demokrasi savaşı olarak lanse ederek AKP’nin hegemonya kurmasında kritik bir misyon üstlendiler. Ömer Laçiner, AKP’nin bu konudaki başarısına katkılarını bakın nasıl anlatıyor:

“…AKP kendi başına bu “takiye” ithamını savuşturmakta epeyce zorlandı. Onun bu kritik zorlukla baş edebilmesinde sol-liberal aydın kamuoyunun ülkenin bu hegemonik entelektüel çevresinin payı şüphesiz büyüktür… devletçi muhafazakârlığın ideolojik baskısının “çağdaş” maskesini indirmekle kalmadı; daha da önemlisi aynı odakların AKP’nin parti ve hükümet olarak meşruiyetini sürekli sorgulayan, gündemde tutan siyasal baskısının tersine çevrilmesinde, yani bizatihi bu baskının ve onun dayandığı devletçi Atatürkçülüğün, demokrasi ve hukuk devleti gibi en çağdaş değer ve ölçütler bazında bir meşruiyet sorgulamasından geçmek zorunda olduğu kanısının yaygınlaşmasında, genel kamuoyunda bu havanın giderek daha belirgin hale gelmesinde bilhassa etkin bir rol oynadı.”

AKP’nin “demokratik devrim” yaptığını iddia edebilecek kadar ileri giden liberal aydınlar; sadece AKP’yi destekleyen kitleyi genişletmeye hizmet etmedi, muhalif safları da etkisizleştirdi (neredeyse pasif rızalarını kazanmış) ve etkili bir muhalefetle karşılaşmayan AKP’nin eli daha da güçlendi; hegemonyası daha da pekişti. Liberal aydınların ideolojik bombardımanı altında AKP’nin sivil ve askeri bürokrasinin gardını büyük ölçüde düşürdüğü döneme kadar AKP’nin eski egemen sınıflara karşı yürüttüğü mücadeleye karşı çıkmak bir yana, onu eleştirmek bile askeri vesayet yanlısı olarak suçlanmak; darbeci, anti-demokrat olmakla itham edilmek için yeterli oldu. Metin Lokumcu’nun, parasız eğitim isteyenleri bu zatlar tarafından “Ergenekoncu”, “darbeci” ilan edildiğini hatırlayın!

AKP mi Değişti?

AKP’nin ilerleyen iktidar döneminde para ve hapis cezalarına maruz kalan, 2010 referandumunda “yetmez ama evet” diyen Ragıp Zarakolu “AKP ve Erdoğan değişti, ben değil” diyor; gerçekten öyle mi? Hiç de değil. Liberal aydınlar, AKP’nin iktidarının başından itibaren gösterdiği –güçlendikçe de artan– baskıcı yüzünü, kendisinden farklı olana tahammülsüzlüğünü görmezden geliyordu, o kadar. Devrimci Karargah davası bir ortaoyunundan farksızdı; o zaman AKP’nin muhaliflerini alt etmek için her türlü yöntemi kullanmasına göz yumanlar şimdi AKP’nin düzenbazlığından, hukuk tanımazlığından bahsedince komik oluyor sadece. Kaldı ki İslamcıların Ortadoğu coğrafyasında uzun bir geçmişi var; muhalefet ve iktidar deneyimlerinin ne olduğu şüpheye mahal bırakmayacak kadar açık. Dolayısıyla ortada gönüllü bir kandırılma durumu var; ideolojik bakış açılarından kaynaklanan. 

Liberal aydınlar, Türkiye’deki temel çelişkiyi asker ile sivil toplum arasında koydu. Bütün kötülüklerin anası askeri-sivil bürokrasinin iktidar üzerindeki tekeli olarak gösterilirken Batı tipi bir burjuva demokrasisinin yokluğunun tek nedeni olarak askeri vesayet rejimi sunuldu. Oysa ki Türkiye kapitalizminin kendi gelişim dinamikleri, kendi iç çelişkilerinin devletin baskıcılığını kaçınılmaz şekilde çağırıyor. (Batı tipi burjuva demokrasinin ne kadar demokrat olduğu da ayrı bir konu) Devasa sınıfsal çelişkiler (gelir uçurumu, gençliğin geleceksizliği, derin yoksulluk vb.), Aleviler ve Kürtlerin devletle çözülmesi çok zor çelişkileri, kökleşmiş bir radikal sol gelenek… Böyle koşullar altında egemen sınıfların, iktidarlarını sürdürmek istiyorlarsa sopayı ellerinden eksik etmeyecekleri son derece açık.

Dün askerin yaptığını bugün AKP ve onun emrindeki polis aldı. Sopayı elinde tutanlar değişse de baskının altındaki kaygılar bâki. Liberallerin askeri vesayet rejimi bittiğinde Türkiye’nin daha demokrat, daha özgür, insan haklarında daha iyi bir ülke olacağı zokasını burjuva demokrasisinden beklentisi olanlar yemiş olabilir; ama bizim karnımız tok. Bu demokrasi ABD’de, Avrupa’da ne ki çelişkilerle yoğrulmuş Türkiye’de ne olsun!

Askeri geriletme meselesi bayağı devrim.” diyen Murat Belge’ye, “Tarihi bir konuşmaydı. Bugüne dek hiçbir Türk lideri, ülkenin ‘tarihi’ ve ‘en sancılı’ sorununa ilişkin öylesine özlü bir konuşma yapmadı. (…) Tayyip Erdoğan sadece kendisini tarihi ve şerefli bir yükümlülük altına sokmakla kalmamış, ‘sorunun çözümü enerjisi’ni de serbest bırakmıştır. Kendisinden önceki tüm başbakan ve cumhurbaşkanlarını aştı gitti.” diyerek alkış tutan Cengiz Çandar’a, “Bu ülkenin Kürt ve Türk halklarının bu dövüşte ‘gerici güçleri’ mi yoksa değişimi mi destekleyeceğini hep birlikte göreceğiz.” sözleriyle AKP’nin 2010 referandumuna evet oyu çağıran Ahmet Altan ve onun gibilere son sözümüz şu olsun:

Günah çıkarmayı bırakın; yalanlarınıza karnımız tok! Hele ki AKP’nin bugünkü cehennemin taşlarını döşemişler olarak!

(Bu konuda, Fransız Slate.fr haber sitesi yazarı Ariane Bonzon, t24’te yayınlanan “Türkiye’de liberal entelektüeller İslamcıların ‘faydalı aptalları’nı mı oynadılar?” başlıklı yazısını okumanızı da tavsiye edelim: http://t24.com.tr/haber/turkiyede-liberal-entelektueller-islamcilarin-faydali-aptallarini-mi-oynadilar,247993)

 

 

KATEGORİLER
ETİKETLER