Esad ile Müzakere ve Alt-Emperyalist Arzular – V. U. Arslan
Önce CHP kaynakları Özgür Özel’in Suriye devlet başkanı Esad ile görüşeceğini açıkladı. Ardından AKP cephesinden Esad ile müzakereleri başlatmak konusunda seri açıklamalar birbirini izledi. Medyada halen Suriye ile Türkiye anlaşırsa göçmenler ülkelerine geri döner, Rojava’ya ortak askeri operasyon yapılır havası estiriliyor. Bu iki beklenti de gerçeklerle bağdaşmıyor. AKP’nin Esad ile müzakerelere çözüm niyetiyle yaklaşıp yaklaşmadığı sorgulanmalıdır. Zira Esad için müzakerenin bir tek anlamı var o da TSK’nın Suriye topraklarından çekilmesi ve cihatçı örgütlere verilen desteğin kesilmesidir. Bu, AKP’ye ne kadar uyar? Erdoğan için öncelik Rojava’ya yönelik operasyondur.
Suriye’nin Toparlanması Ne Sonucu Doğurur
“Biz Suriye ile düşman değildik ki Esad ile ailecek de görüşüyorduk.”…
Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 yıl sonra geçmişte Beşar Esad ile ailecek görüştüklerini hatırladı, hatırlatma gereği duydu. Oysa 2012’de fetihçi arzular arşa yükselmişti: “İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız.” sözleriyle fethe gidiliyordu.
Bu heveslerla körüklenen iç savaşta Suriye tarif edilemez acılara sürüklendi, yarım milyon insan canından oldu. Şehirler harap oldu, tam 13.7 milyon insan evini terk etmek zorunda kaldı. Bunlardan 6.7 milyonu ülke dışına kaçtı, bu sayının yarısından fazlası da Türkiye’ye geldi. (“Number of Syrians in Turkey January 2022 – Refugees Association”. 21 April 2022)
Suriye bu süreçte emperyalist akbabaların akınına uğradı. AKP yönetimindeki Türkiye iç savaşın en önemli yürütücüsüydü. AKP belki Esad’ı deviremedi ama Suriye’nin %10’unda TSK’nın askeri varlığı mevcut. İdlib merkezli butik cihadistan ve Afrin, Azaz, Cerablus, Tel Abyad, Serakaniye gibi bölgelerdeki savaş ağalarının hükmü AKP desteğiyle varlığını sürdürüyor. Bölgedeki TSK kuvvetleri halen bu cihatçıların ve savaş ağalarının koruyucu kalkanı konumunda. Bu noktada önemli bir gerçeğin altı çizilmelidir. Beşar Esad da gayet iyi biliyor ki TSK sınır ötesi operasyonlarla işgal ettiği bölgeleri kolay kolay terk etmiyor. Bunun için Kıbrıs’ın kuzeyi, Irak’ın kuzeyi ve hatta Libya’yı da örnek gösterebiliriz. Hal böyleyken AKP emrindeki TSK’nın Suriye’den çekileceğini varsaymak kolay değil.
Bu durumda Suriye’nin cihatçı örgütlerden kurtulmak ve topraklarını kurtarmak için Türkiye ile müzakereye başlamak istemesi gayet anlaşılır. Esad’ın şiddetli arzusu TSK’nın Suriye’den çekilmesi ve cihatçı örgütlere verilen desteğin kesilmesi. Erdoğan’ın arzuladığı ise Rojava’daki Kürt kazanımlarının yok edilmesi. Suriyeli göçmenler başlığı iç politikada AKP’yi sıkıştırsa da o konu bir hayli karışık. Esad açısından Rojava sonraki konu.
Alt-Emperyalist Arzular Dizginlenir mi?
Suriye’deki de facto emirliklerin finansmanı Türkiye’den sağlanıyor; yiyecek, silah ve diğer hayati ihtiyaçlar hep Türkiye’den… Milislerin maaşları bizlerin vergileriyle ödeniyor. Tabi ki karşılıksız değil. Bu bölgeleri tutan Suriye Milli Ordusu adını alan eski ÖSO ve diğer cihatçılar, TSK’nın Libya gibi sınır ötesi harekatlarına paralı asker olarak katıldı. Daha da ötede YPG’ye yapılan operasyonlarda bu oluşumlar en önde çatışmaya sürülmüşlerdi. YPG’yi hedeflemesi planlanan ama henüz ABD’den izin alınamayan sonraki operasyonlarda da bu oluşumların önden çatışmaya girmesi planlanıyor. Bu paralı askerlik hizmetinin önemli bir emperyalist kazanım olduğunu söylemeye gerek bile yok. Suriye Milli Ordusu’nun 80 bin ile 100 bin civarında milisi olduğu söyleniyor. Ayrıca Suriye’nin kuzeyinin Türkiye’nin arka bahçesi olarak korunması/elde edilmesi eğilimi bir alt-emperyalist dürtü olarak yerli yerinde duruyor. AKP’nin bu oluşumlara ideolojik olarak da yakınlık duyduğu biliniyor. Bu oluşumlar da Esad ile müzakere planlarını duydukları anda Suriye’deki TSK noktalarına saldırarak Erdoğan’a gözdağı verdiler. Peki bu oluşumlara gerçekten satış konulacak mı, Erdoğan’ın Esad ile anlaşma arayışı neden şimdi gündeme geliyor?
Asıl Dert Rojava
Esad ile normalleşme çabalarının arkasındaki asıl dert Suriye Kürtlerinin Rojava’daki kazanımlarının ortadan kaldırılmasıdır. Gelgelelim Rojava’daki yönetim ABD askeri koruması altında varlığını sürdürüyor. Bu yüzden de TSK’nın kafasına göre sınırı geçerek askeri operasyon yapması mümkün değil. AKP yönetimi bu nedenle mütemadiyen ABD’ye baskı uygulamakta ve askeri operasyon için izin koparmaya çalışmaktadır.
Bu anlamda Esad ile olası yakınlaşma, aynı zamanda ABD’ye verilen güçlü bir mesaj. “Siz YPG’yi korumaya devam ederseniz ben de Putin-Esad ile birlikte farklı yollar denerim” denmektedir. Zaten Erdoğan-Esad müzakeresini zorlayan esas gücün Putin olduğu biliniyor. Zira Şam yönetimi, İdlib ve Halep’in kuzeyindeki topraklarını kurtarır, cihatçı belasından kurtulur ve Türkiye ile iyi ilişkiler tesis ederse bu sadece Esad’ın değil Rusya ve İran’ın da zaferi olacaktır. Ardından da ABD askeri varlığının Suriye’den ve Irak’tan çıkması yönünde baskılar yoğunlaşacaktır. Bunun anlamı ABD ve İsrail’in hezimetidir.
Aslına bakılırsa ABD bu bölgeden belki de çoktan çıkmıştı ama bu çıkış en çok İran’a yarayacağı için bu plan ertelendi. İran’ın Irak-Suriye-Lübnan üzerinden doğrudan İsrail’e erişim imkanını elde etmesi söz konusudur. Trump başkanlığı sırasında 2019’da ABD birliklerine Suriye’den çekilin talimatı vermiş ama hemen ardından Pentagon, CIA ve ABD Dışişleri Bakanlığı devreye girerek bu kararı zar zor iptal ettirmişti. Ama aynı gün TSK, ÖSO desteğiyle Barış Pınarı Harekatı’nı gerçekleştirerek Tel Abyad-Serakaniye bölgesini ele geçirmişti. TSK’nın tüm Rojava bölgesini ele geçirmesi yoğun ABD tehditleri ve Rusya’nın Esad birlikleri eşliğinde önleme hareketiyle durdurulmuştu.
Şimdilerde Erdoğan’ın kafasında en azından sınır boyunca 30 km’lik bir tampon bölge oluşturma fikri bulunuyor. ABD buna neden onay vermesin? Erdoğan bu tavizi ABD’den koparırsa Esad ile yakınlaşma fikrinden soğuyacaktır. Böylelikle YPG’yi çöllere sürmüş olacak, iç politikada milliyetçiliğin ve artan kutuplaşmanın ekmeğini yiyecektir. ABD’ye dolaylı yoldan yapılan bu teklif/şantaj, Irak-Suriye sınır bölgesindeki ABD askeri kontrolüne ters olmadığı için ABD adına da kabul edilebilir olacaktır.
Bu noktada bir parantez açıp ABD başkanlık seçimlerinden de bahsetmek gerekir. Zira Biden ile seçime girmesi durumunda Demokratların seçimi kaybedeceği ve ikinci Trump döneminin başlayacağı düşünülmektedir. Trump’ın bölgeye yaklaşımının Erdoğan için çok daha tercih edilir olduğu bilinmektedir. ABD politikalarına etki etmek, Rusya ile iyi ilişkiler kurarak basınç oluşturmak AKP’nin temel oyun prensibidir. Geçmişte ABD’nin Afrin’de yapılacak operasyona ve sonraki operasyonlara izin vermesi, Erdoğan için gelecek hakkında umut vericidir. Yani Esad ile başlayacak müzakerelerin Erdoğan için esas anlamı sınır ötesi operasyon için ABD’den onay koparmak olabilir.
Peki Ya Göçmenler Meselesi
Suriyeli göçmenler meselesi ise bir hayli karışık. AKP, kamuoyu baskısı yüzünden konuyla ilgileniyor görüntüsü vermek zorunda. Ama AKP’nin ideolojik hisleri (ensar/muhacir) bir yana belirli bir göçmen işgücüne Türkiye kapitalist sisteminin de ihtiyacı var. Ne de olsa böyle bir aşırı sömürü imkanı kolay elde edilmez. Giderek yaşlanan Türkiye nüfusu için göçmen işçiler bir çözüm olarak görülüyor, kapitalist çevrelerde bunu açık açık dillendirenler çoğaldı. Bu şartlar altında Suriyeli göçmenlerin “milyonlarcasının” ülkelerine gönderilmeleri ekonomik, sosyal ve teknik açılardan zaten mümkün değil.
Diyelim ki Esad ile müzakereler sonuç verdi, bu durumuda cihatçı şebekelerin tasfiye edilmesi gerekecek. Gelgelelim böyle bir anlaşma sonrası sayıları yüz binleri bulan silahlı milisin akıbeti ne olacak? Suriye iç savaşının güneydeki merkezlerinden Dera’da olduğu gibi isyancı milisler Esad kolluk güçlerine mi katılacak? Ama kuzeydeki militan sayısı Dera ile kıyas kabul edilemeyecek kadar fazla. Bu kadar büyük bir sayıdaki milis Esad kolluk kuvvetlerine nasıl entegre edilecek? Esad bunu kabul eder mi, istese bile bunlara maaşı ödeyecek parası var mı? Üstelik bu kişilerin kalabalık aileleri de var.
En akla yakın çözüm bu silahlı unsurların ve ailelerinin Türkiye’ye yerleşmesi olmasın? Dahası Türkiye’den destek alsa da doğrudan Ankara’dan gelen direktiflerle çalışmayan daha keskin cihatçı örgütlere ne olacak? Eski adı El Nusra Cephesi olan HTŞ ya da Türkistan İslam Partisi gibi selefi radikallerin on binlerce profesyonel silahlı adamı var. Bu örgütler İdlib’i, Cisr el Sugur’u ve Lazkiye kırsalı gibi stratejik bölgeleri ellerinde tutuyor. Bu örgütler kuvvetle muhtemel Erdoğan-Esad anlaşmasını tanımayacak ve tuttukları yerleri Esad güçlerine savaşmadan teslim etmeyecektir. Bu da halen milyonlarca kişinin yaşadığı (başta İdlib olmak üzere) bölgelerden Türkiye’ye büyük bir göç dalgası anlamına gelecektir. Suriyelileri geri gönderelim derken yeni göç dalgaları Türkiye’ye vurabilir. Yani Esad’ın cihatçı şebekeleri bitirme hedefi ile Türkiye’nin göçmen meselesi pek uyuşuyor gibi değil! Milyonlarca göçmen Suriye’de hangi evlere yerleşecek, hangi işlere gidecek, hangi güvenliğe sahip olacak? Üstelik Türkiye’de doğan burada büyüyen yüz binlerce genç Suriyeli Suriye’ye dönmek yerine Türkiye’de kalmak ya da Avrupa’ya yerleşmek için elinden geleni yapacaktır. Bu insanlar yoksulluktan daha da yoksulluğa dönmek isterler mi?
Sonuç
Şu anda Türkiye medyasında Esad ile Erdoğan anlaşırsa göçmenler ülkelerine geri döner Rojava’ya ortak askeri operasyon yapılır havası estiriliyor. Bu iki beklenti de gerçeklerle hiç bağdaşmıyor. Bir defa ABD askeri varlığı orada duruyorken Rojava’ya askeri müdahale zaten mümkün değil. Bu yüzden AKP’nin esas derdinin Esad ile gerçek bir anlaşma yapmak değil top çevirmek yoluyla yeni bir sınır ötesi harekat için ABD’den onay koparmak olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan Esad da Rojava’daki mevcut yapıyı sonlandırmak ister ama herşeyden önce TSK ve desteklediği silahlı gruplar meselesi çözülmelidir. Bu mesele çözülürse Şam sonraki aşama olarak Rojava’da silahtan ziyade müzakerlerle ilerlemek isteyecektir. ABD himayesini bir şekilde kaybeden YPG’nin barışçıl biçimde Şam yönetimiyle müzakerelere başlayacağını ummaktalar.
Ezilen Kürt halkına nefes aldırmamak, komşu ülkelerde rejim değişikliği yapmak, oralarda kalıcı işgal bölgeleri oluşturmak, cihatçı çetelere her türlü desteği vermek, etnik temizlik ve boğazlaşmaları kışkırtmak altemperyalist politikanın bölgemizdeki dışavurumlarıdır. Sınıf bilinçli işçiler bu politikaya karşı çıkmak, Ortadoğu’da enternasyonalist esaslara ve bağımsız sınıf siyasetine dayanan alternatif bir politik merkez oluşturmak zorundadır. Emperyalist kapitalist sistemin sürekli savaş ve boğazlaşma dışında bir kapasitesi bulunmamaktadır. Bu yüzden “ya sürekli devrim ya sürekli katliam” ikilemi dışında başka ara bir yol bulunmamaktadır.