Endüstriyel Futbolun Virüsleri: Kulüp Patronları – Çağın Erdinç

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek yapalım yazının girizgâhını: Türkiye’de futbolun geldiği son noktayı Aziz Yıldırım dün yaptığı açıklamayla özetledi. Hayali düşmanlara çattığı konuşmasında taraftarları açıkça tehdit eden Aziz Yıldırım, kendisini protesto edenlere “çapulcu” dedi, “şerefsiz” dedi. Konuşması boyunca taraftara söylemediğini bırakmadı. AKP’li muktedirlerin sürekli yeniden inşa ettiği tehdit diline bire bir benzeyen konuşmasını yine AKP’li muktedirlerin sık sık başvurduğu “sandık” söylemiyle bitirdi: “gelin, sandıkta hesaplaşalım” dedi!

Pek “demokratik” Aziz Yıldırım bunları söylerken Fenerbahçe’nin son maçını oynayacağı Migros Tribünü’ne taraftar alınmayacağı açıklandı. Kendisine yöneltilen en ufak aykırı sese dahi tahammül edemeyip daha önce “Okul Açık” tribününü şimdi ise Migros tribününü kapatan Aziz Yıldırım, konuşması boyunca demokrasiden ve sandıktan bahsetmeye devam etti!

Aziz Yıldırım’ın dünkü konuşması, Türkiye’deki “kulüp yöneticisi” sıfatlı diktatörlerlerin futbola zerk ettikleri zehrin görülmesi açısından önemliydi; ancak altını çizerek vurgulamak gerekir ki Aziz Yıldırım bu konuda ne ilk; ne de son! Yıldırım Demirören’inden Fikret Orman’ına; İbrahim Hacıosmanoğlu’ndan İlhan Cavcav’ına kadar tüm kulüp patronları zaman zaman benzer çıkışlar yapıyor. Taraftarı, kendilerine koşulsuz biat etmesi gereken müşteriler olarak görüyorlar.

Bu noktada, Tayyip Erdoğan’ın “prensi” Yıldırım Demirören’le ilgili birkaç kelam etmeden olmaz. Yıldırım Demirören, 2004’te geldiği Beşiktaş başkanlığını 2012’ye kadar sürdürdü. Bu süreçte Beşiktaş kulübünün sırtına 8.8 milyon dolarlık borç kamçısını “miras” bırakarak gitti. Ancak gitmeden önce taraftara saldırmayı da ihmal etmedi!  2009 yılında İnönü’de oynanan Denizlispor maçında kendisini protesto eden Çarşı grubuna, İstanbul Ülkü Ocakları başkanıyla birlikte 500 kişilik faşist bir grubu “kiralayarak” saldırtan Demirören’in ta kendisidir! Söz konusu saldırıda Çarşı grubu tribün deneyimiyle saldırıyı kolaylıkla püskürtmüş ve Demirören’i protesto etmeye devam etmişti. Şimdi bu zat-ı muhterem Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı sıfatıyla Türk futbolunun başında oturuyor. Kısacası, “balık baştan kokmaya” devam ediyor!

Kendisinden sonra yöneticiliği devralan Fikret Orman, Demirören’in başına gelenlerin kendi başına gelmesini engellemek için farklı bir stratejiye başvurdu. Ancak bu farklı stratejinin hedef aldığı kitle de aynıydı: taraftarlar! Fikret Orman bilet fiyatlarını bir anda yükseltti. Örneğin 50-70 lira arasında değişen kapalı tribünün bilet fiyatları Fikret Orman döneminde 150 liraya hatta bazı maçlarda 180 ve 200 liraya kadar çıktı. Dolayısıyla, Beşiktaş taraftarının emekçi tribün dokusunu kapalı tribünde engelleyen Fikret Orman, kendisine yönelmesi muhtemel protestoları da böylece engellemiş oluyordu.

Bu noktada Ankaragücü örneğine de değinmek gerekir. Zira bir kulübün ve taraftar topluluğunun rant uğruna bu kadar hızlı “harcandığı” başka bir kulüp yoktur. Ankaraspor’un başkanlığından kısa süre önce ayrılan Melih Gökçek’in oğlu Ahmet Gökçek, 30 Ağustos 2009’da Ankaragücü’nün kulüp başkanı oldu. Türkiye Futbol Federasyonu o dönemde aldığı kararla bu yönetim değişikliğinin usulsüz olduğuna karar vererek Ankaraspor’un lisansını iptal etti.

Her şeye rağmen Gökçekler Ankaragücü’nün başında kalmaya devam etti. Hatta söz konusu dönemde Melih Gökçek futboldan iyi anladığını iddia eden Kenan Evren gibi Ankaragücü’nü şampiyon yapacaklarını dahi iddia etti; ancak gayet tabii her şey beklendiği gibi oldu ve Ankaragücü bir daha çıkamayacağı “koma halinin” ilk günlerini yaşamaya başladı.

Söz konusu koma halinin en büyük nedeni Gökçeklerin kulübü salt rant aracı olarak görmesiydi. Bunun en büyük kanıtı Ankaragücü’nde ortaya çıkan mali tablo oldu. Hatırlanacağı üzere, Cumhuriyet Gazetesi’nde Nisan 2012’de belgelerle yayınlanan haberde Ankaragücü’nün borçlarının Ahmet Gökçek döneminde ayyuka çıktığı görülmüştü. Haberde, Ahmet Gökçek döneminde Ankaragücü’nün borçlarının 22,3 milyon liradan 94,9 milyon liraya çıktığı yani tam 72,6 milyon lira arttığına vurgu yapılmıştı.

Ankaragücü’nün mali yapısı Ahmet Gökçek dönemi boyunca kötüye gitmeye devam etti. Bu dönemde borçlar %325 artarak 94 milyon 886 bin 396 TL’ye çıktı. Bu borçlardaki artışın en önemli nedeni yöneticilere olan borçlardaki neredeyse 11 katlık artıştı. Yöneticilere olan borçlar bir önceki dönemde 3,9 milyon TL civarındayken Gökçek döneminde 41 milyon 178 bin 517 TL’ye çıktı. Aynı dönemde kulübün vergi ve sigorta borçları da 13 kata yakın artarak 18 milyon 659 bin 503 TL’ye yükseldi.

Sonuçta, Melih Gökçek takımı şampiyon yapacaklarını iddia ettikten sonra aradan üç yıl geçmeden Ankaragücü seri şekilde küme düşmeye başladı. Takım önce Süper Lig’in bitimine altı hafta kala ligden düştü; sonraki sene alt ligi de son sırada tamamlayıp ikinci lige düştü!

Futbolun Rant Dili

Yukarıda verdiğimiz örnekler çoğaltılabilir. Aziz Yıldırım’dan tutun da ikinci ligdeki herhangi bir kulübün yöneticisine kadar endüstriyel futbolun muktedir zinciri bu temel üzerinde oturuyor. Bu “temelin” elbette başka bir özelliği daha var: kutuplaştırmak! Futbol kulübü patronları “kutuplaştırıcı” söylemlerle fanatizmin dozunu yükseltmeyi hedeflerken hem kendi isimlerini daha çok duyurmuş oluyorlar; hem de sorumluluğu üzerlerinden atarak kendi güvencelerini sağlıyorlar.

Örneğin, Aziz Yıldırım Fenerbahçe yöneticisi olmasaydı onun adını duymamız mümkün olabilir miydi? Ya da İbrahim Hacıosmanoğlu; yahut Duygun Yarsuvat! Tüm bu saydığımız isimler kulüp yöneticisi olarak milyar dolarlarla yapamayacakları reklamı yapıyorlar. Hepsinin en az birer şirketi ve sonsuz reklama ihtiyaçları var. Kulüp başkanı olmak, özellikle de dört büyük diye tabir edilen kulüplerin başkanı olmak, onlara muazzam bir avantaj sağlıyor. İşte bu noktada kutuplaştırıcı söylemin önemi daha fazla ortaya çıkıyor. Herhangi bir kulüp patronu diğer takıma hakaretler yağdırdıkça medyada ismi manşetlerden inmiyor.

Örneğin Sadri Şener bir önceki dönemde Trabzonspor’un başkanıydı. Ancak ismini hiçbir zaman unutmadık. Zira sürekli Fenerbahçe nefreti üzerinden strateji üretiyordu. Kendi ismini duyururken hem manşetlerden inmiyor; hem de fanatik taraftar kitlesini kendisine bağlamayı başarıyordu. Ancak bunlar olurken üretilen nefret dilinden kaynaklı tribün saldırıları da ayyuka çıkıyordu!

Hacıosmanoğlu da Sadri Şener’in bıraktığı “mirası” aynen devralarak üzerine çok şey koydu ve iki takımın arasındaki nefret Fenerbahçe takım otobüsünün kurşunlanmasına kadar gitti!

Futbolun Sahibi Zenginler Mi?res 2

Türkiye’de Aziz Yıldırım ve benzeri kulüp patronlarının rezillikleri kalın bir kitaba dahi sığmayacak kadar çok. Zira onların derdi futbol kulüpleri değil. Futbol kulüpleri onlar için basit birer araç. Eğer öyle olmasaydı Türkiye’deki futbol kulüpleri borç batağında yüzmezdi!

Alt başlığın cevabına gelecek olursak, kulüp patronları futbolun tek sahibi olmak adına her şeyi yapıyorlar; ancak Gezi’nin öğrettiği ve deneyimle sabitlediği bir gerçek var ki, taraftarlar ortaklaştığında muktedirler kaçacak delik arıyorlar!

Elbette futbolda rekabet olmazsa olmaz! Ancak bu, kulüp patronlarının rant oyunlarına araç olacak biçimde hakaretlere, tehditlere ve hatta cinayetlere varıyorsa bu noktada durup düşünmek gerekir. Kendilerini kaf dağında görüp herkese hakaret yağdırabilecek hakkı kendisinde gören kulüp patronlarına tek cevap kapitalizmin yarattığı endüstriyel futbola karşı ortaklaşmakla mümkün olacaktır!

KATEGORİLER
ETİKETLER