Emekçiler Fransa’da Macron, Hindistan’da Modi Rejimlerini Sarsıyor!
Fransa’da Güvenlik Yasası’na Karşı Protestolar
Toplumsal meşruiyeti uyguladığı neoliberal politikalarla oldukça zayıflayan Macron’un, ülkedeki polis şiddetini körükleyecek yeni Güvenlik Yasası girişimine karşı radikal eylemleri körüklüyor.
32 maddelik yasa değişikliğinin özellikle 24. maddesi kamuoyunda büyük tepki yaratmıştı. Söz konusu madde “Polis veya jandarmalara fiziki veya psikolojik zarar verme amacı veya niyeti taşıyan video veya fotoğrafları yayınlayanlara bir yıl hapis ve 45 bin euro para cezası” öngörülüyordu. Ayrıca değişikliklerle birlikte polise toplumsal eylemleri dronela izleme yetkisi getiriliyor.
Medya ve muhalif kamuoyunda, bu tasarının Fransa’da son yıllarda toplumsal eylemler karşısında giderek artan polis terörünün önünü daha da açacağı endişesi mevcut. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü yasa tasarısındaki “zarar verme niyetinin” yoruma açık ve belirlenmesinin zor olduğu ifade etti. Tepkiler üzerine 24. maddenin yeniden yazılacağı belirtilse de, muhalefet bunun tamamen geri çekilmesini talep ediyor.
Haftasonu sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin çağrısıyla oluşturulan “Genel Güvenlik Yasasına Hayır” Girişimi’nin çağrısıyla ülke genelinde 90’dan fazla eylem gerçekleştirildi. Eylemler başkent Paris’te şiddetli polis saldırısıyla karşılaştı. İçişleri Bakanı Gerald Darmanin eylemlerde 22 kişinin gözaltına alındığını açıkladı.
🔴 Incendies d'un côté, grenades, et le cortège éclaté dans plusieurs rues limitrophes, qui s'éloigne des feux et affrontements. #StopLoiSecuriteGlobale #Paris #MarcheDesLibertés pic.twitter.com/CLowZo9wmQ
— simon louvet (@simonlouvet_) December 5, 2020
Öte yandan Fransa medyasında da Macron’un özellikle Erdoğan ve Orban gibi otoriter figürlere seslenirken kullandığı “özgürlükçü” dile karşın ülke içerisindeki güvenlikçi ve otoriter politikaları eleştiri konusu. Le Point’te yer alan bir makalede eleştiriler şu şekilde getiriliyor:
“Emmanuel Macron uluslararası sahnede kendini özgürlüklerin temsilcisi olarak gösteriyor. İslam alemi ve Amerikan basınına, karikatür çizme hakkı konusunda ders vermeye çalışıyor. Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın vücuda getirdiği milliyetçi gericilik karşısında hukuk devleti savunucusu ve aydınlanmanın ruhu olduğunu ileri sürüyor. Ancak Fransa’da özgürlükler öylesine göz ardı ediliyor ki, cumhurbaşkanının Avrupa konusundaki ihtirasları, iç siyasetteki tutumuyla bir türlü uyumlu olamıyor. … Macron’un yönettiği Fransa için herkesin güvenliğini sağlamak ve herkesin haklarını bir bütün içinde uyumlu hale getirmek, her geçen gün daha zor hale geliyor.”
Le Figaro gibi Fransız medyasının sağ-muhafazakar kanadı ise özellikle radikal İslamcı saldırıları gerekçe göstererek değişiklik konusunda Macron yönetiminin tereddüt etmemesi gerektiğini beliryitor:
“Bir devlet başkanının kendi yetki alanında kararlı bir tutum sergilemesi arzu edilen bir şeydir. İşte Macron’un zayıf noktası bu; üstelik terör tehdidinin ayyuka çıktığı, kriminalitenin arttığı, ülkeyi çeşit çeşit öfkenin kapladığı ve devlet otoritesinin yerle bir edildiği bir dönemde. Küresel güvenlik yasası, 24. madde olmaksızın da, hem resmi hem gayriresmi tüm aktörlerin güvenlikle ilgili görevlerini belirlemek için şart. Yakında radikal İslamcılığa karşı mücadelenin temelini oluşturacak ayrılıkçılık yasa tasarısının ortaya konması bekleniyor. Hükümetin eli titrememeli.”
Macron öncülüğünde egemenler, cihatçı saldırıları bahane göstererek toplumu kendi arkasında hizaya çekmeye çalışıyor. Son yıllarda Macron, emekçi sınıfların haklarına yönelik büyük saldırılara girişti ve bunlar birçok kez emekçi sınıfların radikal direnişiyle karşılaştı. Bu süreçte Fransa hem sokaklarda haklarını savunan kitlelere hem de Siyahlar ve Müslümanlar gibi etnik ve dini kimliklere yönelik polis saldırılarıyla sıklıkla gündeme geldi.
Ülkede pandeminin yarattığı sağlık krizi, beraberinde yükselen işsizlik ve yoksulluk gelecekte yeni toplumsal patlamaların altını döşemektedir. Dolayısıyla Macron iktidarının polisin yetkilerini genişletmek ve toplumsal özgürlük alanını daraltmak için böylesine aceleci davranması şaşırtıcı görünmemektedir.
Otoriter Modi’ye Karşı Tarihin En Büyük Eylemi: 250 Milyon Kişi Genel Grevde!
Dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri haline gelen Hindistan, tarihi günlerini yaşıyor. Otoriter-sağcı Modi iktidarının getirmek istediği yeni tarım yasası yaklaşık 250 milyon kişinin katıldığı genel grevle karşılandı. Milyonlarca çiftçi, tahıl alımlarında fiyatları serbest bırakarak kendilerini kapitalist şirketlerin insafına terk eden yasa değişikliğine karşı başkent Delhi’ye yürüyüş başlatmıştı. Çiftçiler yasa değişikliğinin devletin garanti alımları bırakmasına ve tarım ürünlerinin fiyat politikasını tamamen kapitalist şirketlerin belirlemesine ve bunun gelirlerinin azalmasına yol açacağını düşünüyor.
Çiftçilerin başlattığı eylem dalgası, Modi’nin neoliberal politikalarından canı yanan birçok kesimi harekete geçirdi. Ülke genelindeki genel grevlere kamu ve banka çalışanları, tarım işçileri, küçük esnaflar, şoförler ve mühendis birlikleri gibi daha pek çok meslek grubu da destek verdi.
Sendikaların belli başlı talepleri ise şu şekilde:
- Sendikaların talebi hükümetin tarım ve işçi haklarına yönelik reform adı altında hazırladığı yasaları geri çekmesi.
- Hindistan merkezli haber sitelerine göre sendikalar, hükümetin kamu bankaları da dahil olmak üzere demir yolları, mühimmat fabrikaları ve limanlar gibi devlet tarafından işletilen kuruluşlarının özelleştirilmesinin durdurmasını talep ediyor.
- Gelir vergisi ödeyemeyen tüm aileler için ayda 7500 rupi (yaklaşık 100 dolar) nakit para desteği, ayda kişi başına 10 kg ücretsiz gıda, Mahatma Gandhi Ulusal Kırsal İstihdam Garantisi Yasasının ücret artışı ve kentsel bölgeleri de kapsayacak şekilde yılda 200 işgününe genişletilmesi de sendikaların talepleri arasında.
- Sendikalar ayrıca hükümet ve PSU (bir tür alt kamu işletmesi) çalışanlarını erken emekliliğe zorlayan düzenlemenin geri çekilmesi, “herkese emekli maaşı hakkı”, Ulusal Emeklilik Sisteminin değiştirilmesini de talep ediyor.
Oldukça katı bir kast sisteminin bulunduğu ve Modi’nin ırkçı politikalarla toplumdaki dini ve etnik ayrışmaları tetiklediği Hindistan’da bu sorunlara büyük bir sınıfsal eşitsizlik eşlik ediyor. Özellikle Modi’nin neoliberal programıyla birlikte bu eşitsizlikler daha da derinleşti.
Oxfam’ın raporuna göre nüfusun en zengin % 10’luk kısmı toplam servetin % 77’sini kontrol ediyor. Nüfusun en zengin % 1’i ise % 73’ünü… Ülkedeki milyarderler 2010-2020 arasındaki on yılda servetlerini 10’a katlarken, toplam servetleri Hindistan’ın kamusal bütçesini aşacak duruma geldi. Modi rejimi özellikle eğitim ve sağlık gibi alanlarda yaptığı piyasacı uygulamalarla bu uçurumu daha da büyütüyor. Ülkedeki büyük bir nüfusun, özellikle pandeminin çok ciddi bir sıçrama yaptığı ortamda, sağlık hakkına erişim oldukça zayıf. Her yıl 63 milyon insan sağlık harcamaları nedeniyle açlık sınırının altında yaşamak zorunda kalıyor.
Bu tabloya rağmen Modi’nin yeni girişimleri, ülkede emekçi sınıfların muhalefetinin dayatılan etnik ve dini kutuplaşmayı aşarak yeni bir mücadele dalgasını tetiklemesine yol açıyor. Genel grev hareketi ve çiftçilerin mücadelesi sendikalarla yönetim arasındaki görüşmelerin tıkanması nedeniyle sürecektir. Hindistan’daki güçlü sınıf mücadelesi dalgası tüm Güney Asya için ilham kaynağı olabilecek gelişmelerin önünü açacaktır.