Elizabeth Öldü, Sıra Kraliyete de Gelecek! – Emre Güntekin

Elizabeth Öldü, Sıra Kraliyete de Gelecek! – Emre Güntekin

“İnsanlık tarihinin bazı sayfalarının kanla yazıldığı bilinir. Ancak, şimdi her sayfası kanla yazılıyor. Dünya halkları şiddet ve yoksullukla imha ediliyor. “Uygarlık”tan barbarlık çağına mı geçiyoruz? Yoksa barbarlığın son çağını mı yaşıyoruz?” der Bobby Sands, İngilizlere ait bir hapishanede tuvalet kağıtlarına yazdığı Hücremde Bir gün adlı eserinde… 

İnsanlık tarihinin kanlı yazılan sayfalarında İngiliz kraliyet ailesinin epey mührü vardır. 70 yıl 214 gün tahtta kalarak kraliyetin en uzun süre tahtta kalan üyesi olan II. Elizabeth 1952’den günümüze kadar, Sands’in de dediği gibi artık her sayfası kanla yazılan uygarlık çağının popüler figürlerinden birisiydi. Ebeleri ve dedelerinden daha şanslı olduğu nokta onun bu barbar dünyanın pislikleri içinde çok da rolünün olmadığı; tarafsız ve sınıflar üstü bir yerde durduğu algısının her yere sirayet etmesiydi. Ölümünün ardından, İngiliz işçi sınıfının kanı ve teri üzerinden şekillenen ilkel sermaye birikimi ile İngiltere’nin modern kapitalizme ve kanlı bir sömürge imparatorluğuna doğru yol aldığı bir dönemde tahtta oturan büyük babaannesi Victoria gibi nemrut bir monark olarak değil, “ton ton bir büyükanne” olarak yad edilmesi onun üzerinden inşa edilen bir sembolizmin sonucu. Elizabeth perde arkasında ise kraliyet ailesinin kirli mirasını layıkıyla taşıdı. Onun döneminde İngiliz imparatorluğu gerilemeye yüz tutsa da kirli savaşlardan, katliamlardan, emperyalist işgallerden geri kalmadı. Ölmeden iki gün önce bile işçi sınıfına daha iktidara çöreklenmeden savaş ilan eden Liz Truss’ı başbakanlığa atayarak İngiliz emekçilere son kazığını atmış oldu.

Elizabeth’in şanslı olduğu konulardan biri tahta çıkışının dünya tarihinde iletişim olanaklarının radyo ve televizyon ile birlikte hızla genişlemesiydi. Bu sayede kanlı bir imparatorluğun varisi değil bir popüler kültür ikonu olarak karşımızda yer alabildi. İngiliz egemen sınıfları ve kraliyet ailesi ellerindeki imkanlarla kraliyetin varoluşundaki anakronizmi örtbas etmeyi başarabildiler. Tahta çıktığı günden öldüğü güne kadar Elizabeth ve bir bütün olarak kraliyet ailesi ulusu bir arada tutan politika üstü bir olgu olarak el üstünde tutuldular. Bugün bile işçi sınıfı içerisinde düzenin truva atı rolünü oynayan bazı sendikalar, ulusal yasa iştirak ederek grevleri ve toplantılarını erteleyebiliyor. Elizabeth’i duygu yüklü bir şekilde ananlar arasında Jeremy Corbyn gibi isimler de mevcut. 

Elizabeth belki amcası VIII. Edward gibi Nazilerle flört edemedi, ama kraliyet görevlerinden çekilen torunu Harry’nin eşi Meghan Markle’ın bir tv programında söyledikleri, başında olduğu kraliyetin tarihsel olarak genlerinde yatan beyaz üstünlükçülüğü nasıl kopmaz bir şekilde sahiplendiğini özetliyordu: “Ben hamileyken, bebeğimin prens ya da prenses olmasını istemediler. Bebeğime güvenlik tanınmayacağını söylediler. Oğlum doğduğunda ten renginin ne kadar koyu olacağına dair konuşmalar oluyordu ve bundan endişeleniyorlardı.”. Kraliyet ailesinin yükümlülüklerinden olaylı bir şekilde ayrılan torun Harry de bu ayrılığın en büyük sebeplerinden birisini de aile için Markle’ın karşılaştığı ırkçı tavır olduğunu açıklamıştı.

2. Dünya Savaşı yıkımının ardından tahta çıkan Elizabeth, tam da sistemin derin bir krize doğru sürüklendiği, aşırı sağın Batılı liberal demokrasileri hırpaladığı, emekçi sınıfların sokakları yeniden hatırlamaya başladığı, savaşların günden güne genişlediği bir süreçte tahtına ve yaşama veda etti. Onun yerini alan oğlu III. Charles annesi kadar şanslı olamayacak. Annesi tahta çıktığında kapitalizmin parlak bir devresinde yaşıyordu. Savaş kazanılmış, ekonomi hızlı bir büyüme trendine girmiş ve toplumsal refah yükselişe geçmişti. Ancak aradan geçen on yıllarda rüzgar tersine döndü. Kapitalizm derin krizlerle, büyük sınıf mücadeleleriyle sarsıldı; özellikle İngiltere’de 70’lerden itibaren yükselen hareket egemen sınıfın her bir üyesi gibi Elizabeth’i de endişelendiriyordu. “Ulusun büyük annesi” Elizabeth’in Tarık Ali’nin aktarımıyla şunları söylediği rivayet edilir: “Philip’in ağzı çok bozuktu, Scargill*’in kellesini almak istiyordu. Ama beni şaşırtan Kraliçe oldu. “Bence işler gerçekten kontrolden çıktı ve bu son” dedi. ‘Bu işçiler çok fazla güç elde ediyorlar, ülkeyi yönetiyorlar – ülkeyi rehin alıyorlar.’”

Tehlike anlarında Elizabeth ve kraliyet gerçek doğasını saklamaktan vazgeçiyordu. Eski bir Tory stratejisti Ian Gilmar kraliyetin İngiliz kapitalizmi içindeki rolü için şunu yazar: “Monarşi, iyi işleyen birkaç İngiliz kurumundan biridir ve Muhafazakarlar onu ulusal birlik ve sürekliliğin sembolü olarak görürler…”. Yeri geldiğinde kraliyet fertleri müesses nizamı korumak adına SSCB ile kurduğu ilişkiler nedeniyle komünist olmakla itham edilen İşçi Partisi hükümetine karşı darbe seçeneğine sarılmayı bile planlamıştır. 

Elizabeth 90’lı yıllarda birçok kez kraliyet ailesinin neden vergi ödemediği, 1992’de yanan Windsor Kalesi’nin 60 milyon dolarlık masrafının neden halkın sırtından karşılandığı gibi yüksek sesle dile getirilen hoşnutsuzlukları kraliyet ailesini de vergiye tabi kılarak yatıştırmaya çalışmıştı. Ancak 775 odalı Buckingam Sarayı’nda yaşamak için ödediği verginin sıradan bir İngiliz’in yaşadığı evin vergisinden daha az olduğunun ortaya çıkmasıyla yine tepkileri üstüne çekmişti. Yüzlerce yıllık geçmişinde dünya halklarının sırtından çaldıklarının yanında devede kulak kalsa da günümüzde artık sorgulama eşiği yükseliyor. Bu nedenle oğlu Charles onun kadar şanslı olamayacak. Annesi emperyalist imparatorluğun zirveden düştüğü bir dönemin monarkıydı; o ise kapitalizmin topyekün çöktüğü bir dönemde dikenli bir taht üzerinde oturmak zorunda kalacak. Emekçi sınıfların derin bir krizin içerisine itildiği, toplumsal hoşnutsuzlukların daha çok baş gösterdiği bir çağda İngiliz işçi sınıfının vergileri üzerinde paraziter bir yaşam sürmesi belki de daha yüksek sesle sorgulanır hale gelecek.

İngiliz kapitalizmi kraliyete çok şey borçlu. Bugün hala aşınan bütün gücüne rağmen İngiltere dünyanın en büyük ekonomilerinden ve en büyük askeri güçlerinden biri olmayı başarabiliyorsa bu kraliyetin kurduğu acımasız bir imparatorluğun mirasını devralmalarından ötürüdür. Yapılacak en büyük hata, tıpkı şimdi bütün Batılı burjuva basının vazettiği gibi, bu ikisinin birbiriyle nasıl iç içe geçmiş olduğunu görmezden gelmek olacaktır. Emekçi sınıflar er ya da geç, yüzyıllar boyunca dünyayı kana boyamış bu çürümüş imparatorluğun altındaki tahtı paramparça edecektir.

* Arthur Scargill, 60’lardan itibaren maden işçilerinin sendikal hareketi içinde yer almış, 1982-2002 yılları arasında Ulusal Maden İşçileri Sendikası’nın başkanlığını yapmıştır. 80’lerdeki büyük madenciler grevinde önemli bir rol oynamıştır.

KATEGORİLER