Doğayı Kurtarmak İçin Kapitalizmi Yıkmak Şart

 

Çevre Sorunlarının Çıkış Süreci:

Çevre Sorunlarını yaratan şey rekabete dayalı üretim tarzı ve tekellerin kâr hırsıdır. Bu meseleyi iktidar-sermaye ilişkisinden kopuk incelersek pusulayı şaşırmış oluruz. Neden mi? Hemen açıklayalım:

Kapitalist topluma gelene dek, insanın yaptığı, doğadan ihtiyacını karşılamaktı. Feodal toplumda insanın ihtiyaçlarını doğadan karşılama eylemi, doğaya büyük zararlar vermiyordu. Tarıma dayalı üretimden sanayileşmeye geçişle birlikte “tüketim”, sistemin devamı için yapılmıştır. En az maliyetle üretip maksimum kârla hızlıca metaların tüketimini sağlamak kapitalizmde temeldir.Kapitalizmin ilk dönemlerinde çevre kirliliği önemsenmiyordu. Doğanın ve çevre kaynaklarının sonsuz olduğu düşünülüyor ve zarar görmeyeceği sanılıyordu.

19. yüzyılda artan sanayileşme, kömür ve petrol kullanımıyla CO2, metan, nitroksit’i atmosfere hızla yaydı ve atmosferin sıcaklığını yükseltti. Doğadaki dengenin bozulmasında enerji olarak fosil yakıtların kullanılmasıyla ilk sorunlar burada başlamış olmuş oldu. Atmosferin sıcaklığının yükselmesi ve yoğun CO2 salınımı sera etkisine yol açtı. Sera etkisini tanımlamak gerekirse; Uzaydan gelen kızıl ötesi ışınları tutan atmosferdir. CO2 salınımı artması havayı yoğunlaştırır ve bu zararlı ışınların atmosfer tarafından tutulmasına zarar verir. CO2 yi emen ise okyanuslardır. Buzul dağları erimesi, okyanusları ısıtıp CO2 emilimini azaltır. Böylelikle sera etkisi oluşmuş olur ve dolayısıyla küresel ısınma yıllar içinde etkisini gösterir. İklimlerin değişmesi ve yüzlerce canlı türünün yok olması tehlikesiyle karşılaşmak mümkündür.

Ülkemizdeki etkisi:  Aslında çevreyi hangi ülkenin n ekadar kirlettiği önemli değildir. (Dünyadaki sera etkisinin %25 i sadece ABD sınırları içerinde gerçekleşir.) Bu tamamıyla sistem sorunudur ve Türkiye de bu yönüyle farklı değildir. Örneğin AKP döneminde iktidar-sermaye ilişkilerine örnekle incelememize devam edersek sadece yaşadığımız kısa dönemde sayısız plansız talanla ve sonuçlarıyla karşılaşabiliriz;

1987’de temeli atılan 2007’de biten Karadeniz Sahil Yolu projesi , türlü hukuksuzluklarla ilerlemiş ve sonlarına yaklaşıldığında dönemim ulaştırma bakanı Binali Yıldırım “Proje yanlıştı ancak bu projeye 700 Trilyon harcandı, bitirmemiz gerekiyordu” demiştir. Samsun’dan Hopa’ya kadar Karadeniz halkının boylu boyunca denizle iletişimini kesen proje, derelerinde dağlardan denize doğal döngüsü gereği akmasına set çekmiştir. Dönemin sevilen protest sanatçılarından, daha sonra Çernobil Nükleer felaketinden kanser olan Kazım Koyuncu gibi birçok kişi bu protestolara destek olmuş, 2005 yılında sahil yolu usulsüzlüklerinde davaları takip eden Fındıklılı mücadeleci  Av. Cihan Eren, devletin suikasti sonucu öldürülmüştür.

Karadeniz’in Binlerce Noktasını Talan Eden, Yörenin Kan Ağlayan Yarası: HES’ler 

Kan ciğerlerde temizlenir ve kalbin pompasıyla yeniden damarlar aracılığıyla dokulara enerji, mineral, besiresim 2n taşır. Su da doğanın kanıdır. Tıpkı kan gibi buharlaşıp bulutlarda arınır. Temizlenir ve saf halde toprağa düşer. Yeraltı ve yerüstü kanallarıyla geçtiği bölgeye canlılık katar.

1980 darbesinin hemen 4 yıl sonrasında TEK (Türkiye Elektrik Kurumu) 1984’de elektrik enerji üretimini ve dağıtımını özelleştirince son 10-15 yılda artan HES’ler,  iktidar sermaye ilişkisi ile açıklanmalıdır.

Şuan devlet tarafından 1600 HES projesi onaylandı.  Bu projeleri halka, “bağımsız enerji politikası” olarak yutturmak isteyen AKP, Cengiz İnşaat’ların, LİMAK’arın, Kolin Grup’ların ceplerini doldururken doğayı da serbest piyasa anarşisine tabi kılıyor.  Türkiye’nin ancak %5 elektik ihtiyacını karşılayan bu projenin tek amacı yaşam hakkına saldırı ve suyun kullanım hakkının bu gruplara devredilmesiyle, suyun metalaşması sonucu söz konusu grupların ceplerini doldurmaktır. Anlaşılan o ki biri yaşam hakkına saldırıyor, diğerleri ise özel mülkiyetin güvenliğini sağlıyor.

Şu ana kadar en güvenli denilen Çernobil ve Fukuşima nükleer santrallerinde bile kâr hırsı ve doğal felaketler etkileriyle kazalar ortaya çıkarken Karadeniz’de hemen hemen her aileden Çernobil kaynaklı bir kanser vakası vücut bulmuşken Türkiye’de yapımı planlanan 2 nükleer enerji santrali olan Akkuyu ve Sinop santralleri oldukça tehlikelidir. Sinop ta; %30 Japon %21 Fransız ortaklığında, Akkuyu’da ise: hisse sahipleri %51 Rus şirketi ROSATOM ve cengiz inşaat ürettiği enerjiyi 15 yıl boyunca Türk tarafına satacaktır. Bu santrallerin Çernobil ve Fukuşima  kazaları sonrası güncellenen lisans güvenlik gereksinimleri alınmamıştır. Santral işçilerinin söyledikleri zeminin yeterli güvenli olmadığı ve temeline inildikçe su çıktığı bilgileri oldukça tedirgin edicidir.

Anlaşılan o ki doğayı hunharca katleden ve doğanın kendi döngüsünün önüne onlarca set çeken kapitalistler, olası kazalarda da meseleyi kendilerinden çıkartıp iktidar organı aracılığıyla kader, basit bir iş kazası veya doğa felaketi olarak yutturmaya çalışacaklar.

Bir diğer yol projesi olan Yeşilyol Projesi’ne de değinmek lazım. AKP yaylalardan “mühendislik harikâsı”çift şeritli asfalt yollar geçirecek ve en iyi yaptığı işi, yol ihaleleri ile Cengiz İnşaat başta olmak üzere çevresini zengin edecektir.

Geçtiğimiz yaz Hopa’daki sel felaketinde 8 kişinin ölmesi ve kentin harabeye dönmesi de bu eksende okunmalıdır. Derelerin denize akmasının sahil yollarıyla kesilmesiyle, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yok eden, akarsuların dengesini bozan HES’ler doğanın dengesini bütünüyle sarsmaktadır.

Çarpık kentleşmeyle kentlerin beton yığını haline dönmesi, toplu taşımanın geliştirilmemesi, CO2 salınımı, fabrika bacalarında ihmal edilen filtreler ve zararlı atıklar, Yalıca’da zeytin ağaçlarının yok edilmesi,  Fatsa’daki siyanür, Tonya’daki çimento fabrikası direnişi vb saymakla bitmeyen çevre sorunları insanı hem doğadan yabancılaştırıyor hem de bir grup kapitalist azınlığın ceplerinin dolması için çevrenin talanında geri getirilemez sonuçlara yol açıyor.

Mücadele Yöntemlerinin Hızlanması

90’lardan sonra artan ekolojist mücadele son yıllarda mitinglerde, medyadan izlenilen haberlerde, iptal ettirdiği ÇED (Çevre etki değerlendirme) raporlarıyla gündeme bir anda düştü ve jandarmayla karşı karşıya gelen köylülerin, şantiyeleri durdurarak birçok köyden iptal edilen projelerin haberlerini almaya, kırsallardan yükselen sesleri duymaya başladık.

2004’te belediye seçimlerinde ÖDP’nin adayının kazandığı Hopa’da çevre sorunlarının, çayda ve tütünde sendikalaşmanın önünün açılması gibi konuları tartışmak üzere çevre şehirlerdeki duyarlı insanlarla birlikte bir dizi sempozyum düzendi. İlerleyen süreçlerde Rize, Artvin ve Trabzon üzerinden şekillenen, başlarda üyeleri bu bölgelerden oluşan DKAP (Derelerin kardeşliği platformu) ortaya çıktı. 2009-2015 yılları arasında HES projelerinin inşaat yoğunluklarının artmasıyla mücadele büyüdü ve birçok köye taşındı. Onlarca miting düzenlendi. Köy kahvelerinde yüzlerce toplantı yapıldı. Geçtiğimiz yıl ise Trabzon merkezli Karadeniz çevre mitingi gerçekleşti.

Çevre talanını bir grup insanın yapısından gelen kötü bir durum gibi açıklamaya çalışan protesto eylemleri, ya da birbirinden kopuk ekolojik mücadeleler, diğer sorunlarla birleştirilemeyince bu sorunları bütün yaşam alanlarımızda topyekün çözecek gerçek bir çevre mücadelesi mümkün olmadı. Ve meselenin kökünde yatan gerçek nedeni göstermekte yetersiz kaldı.

Marksizm Çevre Sorununa Nasıl Bakar? Toplum Doğayla Nasıl Barışık Hale Getirilir?

Doğaya karşı varlık yokluk savaşını birlikte toplumsal eylemleriyle oluşturup geliştirdiği üretim araçlarının yardımıyla kazanan insan, daha sonra kendi içinde sınıflara bölündü.

Köleci ve feodal dönemde toprağa ve tarıma bağlı üretim biçimi vardı. Üreten, yaratan insan gitgide topluma, kendine yabancılaştı. Özellikle kapitalizmde bu durum bütünüyle bir kopuşa döndü.

Sürekli tüketimi körükleyen ideolojisiyle, kendine pazarlanacak meta yaratan kapitalizm bütünüyle batağa battı; İki dünya savaşı, sayısız orman katliamı, doğanın dengesinin bozulması, Nesli tükenen hayvanlar…

Bugün doğayla barışık, Doğayı da yenileyecek bir üretim yapmak mümkün. Alternatif, doğaya uyumlu enerji kaynakları yapmak mümkün, ancak emperyalist tekellerin engeli söz konusu.

Petrole alternatif enerji var, Türkiye sınırları içerisine kurulacak Güneş enerji sistemleriyle kazanılacak enerji Türkiye’deki kömür rezervinin 32, petrolün 220 katıdır. Rüzgar enerjisinin ise çıkarttığı ses dışında hiçbir zararı yok. Tohumların genetiğini bozmadan çok sayıda verimli üretim sağlanabilir. Bio tarımla, suni gübreleme ve ilaçlara gerek kalmaz. Organik beslenebilir.

Ayrıca, toplu taşıma geliştirilip hava kirliliğinin olmadığı şehirler oluşturulabilir, ozon tabası onarılabilir.

Amaç sadece ihtiyaçları gidermek olduğunda, kapitalizmin dizginsiz kâr hırsındaki üretim plansızlığını ortadan kaldırırsak, doğanın insana sunduğu olanaklar kim bilir kaç insanlık doğurur.

Ancak bunun için toplumsal bir değişim yani “devrim” gereklidir. Darwin’in de dediği gibi “doğaya karşı olan hiçbir şey kesinlikle uzun süre yaşamaz”

Bu nedenle doğayla barışık olmayan kapitalizmi o bizi yok etmeden yok etmeli, tarihin çöp tenekesine atmalıyız!

 

KATEGORİLER
ETİKETLER