Devrimden Çöküşe “Sovyet Yüzyılı” (I) – Emre Güntekin

Devrimden Çöküşe “Sovyet Yüzyılı” (I) – Emre Güntekin

2011, 24 Aralık

Bir tarihçi 20. yüzyıl üzerine bir tarih yazımına giriştiğinde karşısına çıkacak en önemli olay tartışmasız Ekim Devrimi olacaktır. Ekim Devrimi yüzyıllardır varlığını koruyan sınıflı toplumlara ve onun en gelişmiş ifadesi olan kapitalizme sömürülen sınıfların vurduğu en bilinçli darbeydi. Bolşevizm öncülüğündeki kitleler, ilk işçi iktidarı olan Paris Komünü’nde eksik kalan resmi muazzam bir silahlı ayaklanmayla, milyonların Beyaz Ordu’ya karşı korkusuzca ölüme koştuğu kahramanca bir iç savaşla ve kurdukları işçi iktidarını daha uzun süre ayakta tutmayı başararak tamamladılar. Dahası sadece Rusya’da değil, sömürülenlerin isyan çığlığı tüm dünyada yankısını buldu ve yeni bir tarihsel dönemin açılışını müjdeledi. 20. yüzyılın bütün siyasi paradigmaları Ekim Devrimi’nin bozduğu dengelerin yeniden şekillenmesi üzerine kuruldu. Ekim Devrimi’nin ardından Lenin ve Troçki önderliğindeki Bolşeviklerin temel amacı işçi sınıfını iktidarda tutacak ve kapitalizmi tarihin çöplüğüne gönderecek tek pratik olan dünya devrimini sürekli kılmaktı. Kapitalizmin güçlü halkaları çözülmedikçe Rusya’da ayakta kalamayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Burjuvazi içinse bütün mesele devrimin nasıl boğulacağı üzerine düğümlenmişti. Rusya’nın geri bir köylü ülkesi olması, dünya devriminin geciktiği koşullarda onlara büyük fırsatlar verecekti.

Kapitalistler Ekim Devrimi’nin doğurduğu işçi iktidarını savaşla boğamayacaklarını 1918-1921 arasındaki İç Savaş sürecinde görmüşlerdi. Asıl sıkıntı ve devrimi boğmaya muktedir güç içerideydi. İç Savaş süresince eski toprak sahiplerinin, prenslerin, kapitalistlerin dönüşünden sosyalist bir düzenden daha fazla çekinen muhafazakâr Rus köylüsü devrimi savunmak için cepheye koşmuştu. Ancak eski rejimin sahipleri kesin bir yenilgiye uğrayınca köylülerin sınıfsal güdüleri depreşmeye başlamıştı. İç savaş dönemindeki zor alımlar ve savaş komünizmi uygulamaları savaşın ardından Rus köylüsünün yeni rejime de homurdanmaya başlamasına neden oldu. Bolşevikler yeni rejimle büyük bir kan uyuşmazlığına sahip, sayıca rejimin temelini oluşturan proletaryadan çok daha fazla, düşman sayılmasa bile memnun edilmesi hayati öneme sahip bir toplumsal katmanla karşı karşıyaydılar. NEP’le başlayarak Ekim’in kazanımlarından bu hoşnutsuz kitleye verilen her ödün işçi iktidarının temellerini oymaya ve yeni bir rejime doğru evrilmesine yol açtı. Geriye doğru atılan her adım kaçınılmaz çöküşü de diyalektiğin bir sonucu olarak dayatıyordu: 1927 yılında Troçki’nin sürgüne gönderilmesiyle eski Bolşevik kuşağın tasfiyesine girişen ve iktidarı eline alan Stalin öncülüğündeki bürokrasi yeni bir toplumsal ve siyasal rejimin inşasına artık start veriyordu.

Günümüzde Sovyet tarihi üzerine yapılan tartışmaların en önemli odak noktalarından birisini yeni rejimin karakteri sorunu oluşturmaktadır. Stalin’in iktidara geldiği dönemden sonrasını anlamlandırma çabaları salt geçmişe ait tarihsel bir tartışmanın da ötesinde devrimci Marksistler açısından özel bir öneme sahiptir: Bu konuda alınacak tavır bugüne kadar devrimci mücadeleler tarihinde yaşanan ayrışmaların neresinde konumlanıldığını da işaret etmektedir.

Kapitalistler açısındansa SSCB tarihi sosyalistlere karşı kullanılabilecek bir sopa niteliğini taşımaktadır. Sosyalizmi karalamak adına kullanılan bütün argümanlarda Stalinizmin günahlarının önemli bir ağırlığı bulunmaktadır. Yeniden sosyalizm diyebilmek ve insanlığı yeniden bu mücadelenin etrafında birleştirebilmek Bolşevizmi Stalinizmin günahlarından arındırıp, eski parlak günlerindeki meşruiyetine kavuşturmakla mümkündür. Sadece entelektüel tartışmayla bunu başarabilmek mümkün olmadığı gibi, Troçki’nin miras bıraktığı devrimci Marksizme doğru bir siyasal tavır alış gereklidir.

SSCB’nin karakterinin tanımlanması Troçki’den başlayarak devrimci Marksist hareketin odaklandığı en önemli konulardan birisi olmuştur. Bizim içinde SSCB tarihi üzerine yazılan sağlıklı değerlendirmeleri incelemek ve sonuçlar çıkarmak önemli bir uğraş alanıdır. Moshe Lewin’in “Sovyet Yüzyılı” adlı eseri SSCB’nin toplumsal ve siyasal yapısını değerlendirmek açısında önemli bir veri kaynağı olduğundan doğruları, eksikleri ve hataları ile mercek altına alınmayı hak etmektedir.

***

“Sovyet Yüzyılı”nın Başlangıç Noktası: Stalinizmin Yükselişi ve Kaçınılmaz Dönüşüm

Lewin’in başlangıç noktası olarak seçtiği dönem SSCB’de ciddi siyasal dönüşümlerin yaşandığı İç Savaş sonrası dönemdir. Lenin’in aktif politikadan uzaklaşmaya başladığı dönem aynı zamanda parti içi bürokratikleşmenin ve Sovyetlerin bu değişimden etkilenmeye başladığı süreçle çakışmaktadır. Lewin’e göre “…esas mücadele, iç savaştan doğan yepyeni bir duruma uyum sağlayacak, yeni bir siyasi cephe açma programının tanımına girişmiş bir Lenin ile (başında kendisinin olacağı) devletin ne olması gerektiğine dair fikirlerini, Bolşevizm’le yakından uzaktan ilgisi olmayan, Rusya’nın tarihini algılama biçiminden (geçmişte ne ifade ettiği ve şimdi için ne gerektirdiğiyle birlikte) beslenen ve kendi başına bir amaç olan kişisel bir iktidarın ifadesi niteliğindeki önermelere dayandıran bir Stalin arasındaydı.”(Moshe Lewin, Tarihin Tezgâhında Ekim 1917: Çarlık Rejiminin Beklenmedik Mirasçıları, 2009). Lenin daha politik faaliyetten çekilmeden önce karşısındaki “aşçının ileride pişirebileceği acı yemeklerin” farkındaydı. Lenin’in sağlığının bozulmasının yarattığı sıradan nesnel durum bir yana, Stalin’in Lenin’le mücadeleye girişecek denli kendine güven kazanmasının sebebi dayandığı toplumsal sınıfın kazandığı güçtü. İç savaş sonrası parti artık gerçek anlamda Lenin’in partisi olmaktan çıkmıştı. Her türden kariyerist “iktidar partisi”ni kendi kariyerlerinin bir çıkış noktası olarak görüyordu ve Lenin’in mirasçıları bu klik karşısında gitgide güçten düşmekteydi. Lenin’in ölümü, onun temsil ettiği siyasal akımın da sonunun yaklaştığının habercisiydi. Lewin’in de ifade ettiği gibi bu dönemde ele alınan yeni rejimin kuruluşu, anayasanın hazırlanması, milliyetler meselesi, ideoloji, partinin ve devletin rolü, ekonomi politikası ve köylülüğe karşı izlenecek politikalar gibi bütün önemli siyasal sorunların çözümünde dengeler hep Stalin öncülüğündeki bürokrasiden yana ağır basıyordu.

Lewin, Sovyet Yüzyılı’nda Stalin’in kendi kişiliğine, bunun mücadelesi üzerindeki etkilerine ve genel olarak Stalinizmin politik-psikolojik evrimine dair oldukça parlak değerlendirmeler yapmaktadır. Lewin Stalinizmi “…siyasi varlığı üzerinde kontrolünü yitirmiş bir parti sisteminin olumsuz yüzünün ta kendisi”(s.23) olaraktanımlayarak bir nevi Stalin’i yaratan nesnellikten bir tanesine işaret etmektedir: Stalin bozulmaya yüz tutmuş ve eski Bolşevik kuşağın geleneklerinden giderek uzaklaşan kontrolsüz bir parti yığınının görünür yüzüydü. Kinto,iktidarını sağlamlaştırmak isteyen parti bürokrasisinin politik hamlelerine yön verebilecek kişisel özelliklerin neredeyse tamamını genlerinde taşıyordu: Kin, kişisel hırs, üstün siyasal entrika çevirebilme yeteneği, kabalık… Lenin bu özelliklerin birçoğuna hayatının son dönemlerinde bizzat şahit olmuştu ve vasiyetinde dile getirmekten çekinmemişti.

Stalin şahsında toplanan iktidar gücünün 1927’den sonra açık bir politik yönelişe dönüşecek temel mottosu Lewin’in de haklı olarak belirttiği gibi “Rusya’nın mesihvari rolüne dayalı bir genişlemenin ürünü olan ‘süper-devlet’ anlayışı”ydı. 1927’de uygulamaya konulan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı bu hedefe doğru açık olarak atılan ilk adım özelliğini taşısa da tarihi geriye sardığımızda özellikle milliyetler meselesinde Stalin’in tek ve bölünmez bir devlet tasavvuru ve diğer halklara yönelik Büyük Rus şovenizminden esintiler taşıyan despotik tavrı süper devlet idealinin çok daha erken bir tarihte canlandığını göstermektedir.

Lewin’in tahlillerinin başarılı noktalarından birisi Stalinizm ve SSCB tahlilini ifade eden “süper devlet” kavramıydı ki bu, kendisini Troçkist varsayan bazı akımların bile dillendiremediği kadar ileri bir yaklaşımı ifade eder. Stalinizm esasında Batı’nın gelişmiş kapitalist ekonomileriyle iktisadi, siyasal ve askeri anlamda rekabet edebilecek, Çarlık Rusya’sının Büyük Rus milliyetçiliğini miras olarak devralan bürokrasinin ideolojisiydi ve Stalin’in iktidara gelişinden SSCB’nin dağılmasına kadar geçen zaman dilimindeki bütün önemli olaylar tarihsel bir inceleme konusu yapıldığında bürokrasinin aldığı tavrın tamamen milliyetçi bir çıkar silsilesine bağımlı kılındığı görülecektir. Bu sadece SSCB için değil; Mao, Tito, Enver Hoca gibi bütün Stalinist liderler için de geçerlidir. Yoksa kendilerine “sosyalist” diyen ülkelerin 20. yüzyılın çeşitli dönemlerinde fiziki çatışmaya varan bir mücadelenin içine girmesine rasyonel bir yorum getirilemezdi.

Lewin Stalin’in yükselişi karşısında diğer eski Bolşeviklerin yapabilecekleri çok şey olduğunu hesaba katmaktadır. Özellikle İç Savaş sonrasında Stalin’in başlattığı mücadele dönemini“liderlerin kişiliklerinin istikamet seçiminde muazzam bir fark yaratabildiği klasik bir durum”(s.48) olarak nitelendirmektedir. Zinovyev, Kamenev gibi eski Bolşeviklerin karakter yönünden zayıflıklarını hatırlatan Lewin, esas eleştiri oklarını ise Stalin’e karşı mücadelede sahip olduğu yeteneklerin ve prestijinin hakkını veremeyen Troçki’ye yöneltmektedir.

Lewin’in Stalin döneminde partinin ve onu ayakta tutan kadroların psikolojisine yönelik tahlilleri eserinin başarılı yanlarından bir diğeridir. Stalin’in partiye ve kadrolarını değerlendirirken söylediği şu sözlerden yola çıkmak doğru olacaktır: “Bizim için nesnel güçlükler yoktur. Tek mesele kadrolardır. İşler yürümez ya da kötü giderse bunun nedeni herhangi bir nesnel koşulda aranmamalıdır. Bu, kadroların hatasıdır… Liderler görevleri belirlemekte serbesttir, ama kötü kararlardan ya da sonuçlardan sorumlu tutulamaz… İyi kadrolarla hiçbir şey imkânsız değildir. Tepede belirlenen politikalar her zaman doğrudur; başarısızlıklar liderin çevresine ya da astlarına yüklenebilir.”(s.50). Bu ifadeler Lewin tarafından Stalin’in yönetmelikvari konuşmalarından tercüme edilen sıradan ifadelerdir. Stalin’in kesin iktidarı partide sadece bir yeniden yapılanma değil, yeni bir parti kültürü yaratmıştı. Lewin’in üzerinde en çok durduğu nokta partide Stalin’in sarsılmaz otoritesinden başlayarak yukarıdan aşağıya doğru örülen zincirleme bir güvensizlik halidir. Stalin’in eski Bolşevik kadrolardan başlayarak bütün topluma yayılan terör dalgasının en önemli besin kaynağı paranoya ve güvensizlikti. Stalin için en yakınındaki kişi bile en ufak bir hatada kellesi vurulacak kadar değersizdi, değerli olan ve korunmaya muhtaç tek şey onun kişisel iktidarı ve gücüydü. Bu gücü sarsacak herkes isterse Stalin’in sadık bir hizmetkârı olsun er ya da geç düzmece davaların sanık koltuğuna oturacak ve belirsiz bir akıbete sürüklenecekti.

Lewin bu konuyu şöyle açmaktadır: “Sapkın avı Stalin’in stratejisinin ve kişi kültünü inşa sürecinin parçasıydı. Sözgelimi Katolik ya da Ortodoks dininde uygulandığı şekliyle kült teriminin kullanımını haklılaştıran, sadece yüce öndere insanüstü nitelikler atfedilmesi değil, aynı zamanda, bu kültün uygulanışının bütün bir sapkın avı teknolojisine dayandırılıyor olmasıydı.”(s.54). Yine Lewin’in altını çizdiği gibi bu “sapkınlık” kategorisinin altı her zaman Troçki ve onun siyasal mücadelesine yönelik karalamalarla doldurulmuştu. Dahası parti sistematik terörle birlikte sadece en değerli kadrolarını değil, sahip olduğu bütün moral değerleri de kaybediyordu. Lewin’in şu sözü bu noktada anılmaya değerdir: “Yoldaş emirler veren, ücretinize ve terfinize karar veren bir üstse, bu terimin kullanımı büyüsünü yitirir.”(s.61). Lewin’in Troçki’nin en yakın yol Rakovsky’den aktardığı sözlere de kulak vermek gerek: “Parti artık yüz binlerce bireyin toplamıdır. Bu insanları birleştiren ortak bir ideoloji değil, herkesin kendi paçasını kurtarma telaşıdır. Sorun, bu kadar amorf bir kitleden nasıl yeniden bir komünist parti yaratılacağıdır. Tek yol parti içi demokrasiyi yeniden tesis etmektir.”(s.65).

Moshe Lewin Stalinizmin yükseliş dönemine ait çarpıcı detayları bir akademisyen titizliğiylebaşarılı bir şekilde aktarsa da çok temel bir yanlışa düşmekten kurtulamamaktadır: Stalinizmi toplumsal-sınıfsal bağları göz ardı edilebilecek, salt parti ve sovyetler bünyesinden kopup gelen bir kadro akımı olarak görmektedir. Kitabın birçok bölümünde yazar, Stalinizmi çok saf bir şekilde idari yöntemlerle aşılabilecek bir travma olarak görmektedir. Stalinizmin yükselişi esasında Sovyet toplumunda kırılan fay hatlarının hareketini yansıtmaktadır. Tüm Rusya genelinde yaşanan sınıfsal kutuplaşmalardan bağımsız bir “Stalinizm” veya ona karşı cephe açan “Troçkizm” düşünülemez. Bu noktayı kavramaktaki eksiklik birçoklarında Stalin-Troçki ayrımının geçmişin tozlu raflarında kalmış, sekter tartışmaların bir ürünü olarak görülmesine temel oluşturmaktadır. Dolayısıyla esas eksiklik tarihin materyalist kavrayışında ve akışını sınıf mücadelesinin belirlemesi gibi çok temel bir Marksist tezi es geçmekte yatmaktadır. Lewin’in eserini tümden sağlıksız bir duruma iten Stalinizmin tarih dışı bir kategoriye indirgenmesi bu temel eksiklikten kaynaklanmaktadır.

Şunu da belirtmek gerekir ki yazar Stalinizme karşı herhangi bir alternatifin olup olmadığı konusunda oldukça ketum davranmaktadır. Okuyucular kitaptan Stalin’e karşı mücadelenin sadece Lenin tarafından verildiği ve ondan sonra bir kopuş olduğu sonucunu çıkabilirler. Troçki’nin Stalinizme karşı mücadelesi, onun öncülük ettiği Uluslararası Sol Muhalefet ve Dördüncü Enternasyonal bu anlamda bahis konusu yapılmamıştır. Troçki, sadece Lenin’in son dönemlerinde Stalin’e karşı yükselttiği mücadelede gerekli ataklığı göstermemekle eleştirilerek anılmaktadır o kadar. Troçki bu eleştirileri otobiyografik çalışması olan Hayatım’da ve diğer eserlerinde cevaplamaktadır. Diğer taraftan diyelim ki o esnada Troçki gerçekten gerekli ataklığı gösterememiştir. Bu neyi değiştirir? Meseleye Levin gibiler sınıf mücadelesi ekseninden bakmadıkları için Sovyetlerde yürüyen kavgaya bir tür Stalin-Lenin ya da Stalin-Troçki kavgası gözüyle bakarlar. Böyle olunca da şurada bu yapılsaydı, şu anda bu denseydi gibi akıl yürütmelerle tarihin akışını neredeyse kişisel kavgaların bir toplamınadönüştürürler. Oysa gerek Lenin ve Troçki gerekse de Stalin Sovyet toplumunda birbirleriyle mücadele eden sosyal sınıfların temsilcileridir ki bu mücadelenin ayakları aynı zamanda dünyada yürüyen sınıf mücadelesine basmaktadır. Lenin ve Troçki devrim ilerlerken milyonlarca emekçiyi peşlerinden sürüklüyorlardı, heyecanları kitlelerin heyecanına ve ataklığına karışıyordu. Oysa 1923-24 süreçlerinde ve daha sonrasında durum bambaşkadır. Lenin ve Troçki’nin üzerinde yükseldiği zemin çökmüştür. Dünya devrimi gelmemiş, işçi sınıfı iç savaşta atomize olmuş ve işçi sınıfı hareketi Rusya’da fiilen sonlanmıştır. Diğer taraftan devrim ülkesinde dev bir bürokrasi gelişmiş ve otoriter yöntemlerle ipleri eline almıştır. Kendi gerici sınıf çıkarlarını ifade eden köklü dönüşümlere hazırlanmaktadır. Dolayısıyla Lenin’in son kavgasının hedefine ulaşmamasını ve Troçki ile Sol Muhalefet’in yenilmesini sınıf mücadelesinin Rusya’da ve dünyadaki gelişimi ile açıklamak gerekir. Bu meselenin temel taşıdır. Diğer taraftan Lewin Troçki’yi Lenin hayattayken Stalin’e karşı gerekli ataklığı göstermemekle eleştirse de Bolşevik gelenek içinde Stalinizme bayrak açan yegâne önderin Troçki olduğu gerçeği ne hikmetse atlanmaktadır. Sınıf mücadelesi tarihi yenilgilerle doludur. Mücadeleyi kaybetse de doğru tarafta olan, bunun için hayatını ortaya koyan ve sonuna kadar dövüşenler, işçi sınıfının asla unutulmayacak kahramanlarıdır. Ama Troçki bundan çok daha ötesine gitmiştir. O Marksizm bayrağının tüm devrimci özünün gerici burjuva düşüncesiyle boşaltılarak bir paçavraya dönüşmesine kavga adamı bir ideolog olarak engel olmuştur. Tüm bunlara kayıtsız kalması Lewin’in sınıf mücadelesinde yanlış yerde konumlanması ile alakalıdır.

Stalin yeni bir politika belirlerken moment aldığı belli başlı noktalar vardı: Sınıf mücadelesinin o anki gelişimi, Troçki önderliğindeki devrimci Marksist geleneğin mücadelesi, Sovyet toplumunun dinamikleri, uluslararası devrimci hareketin atılganlığı, kapitalist dünyadan gelen basınç… Stalinizmin yarattığı tarihsel momenti anlamak isteyen birisi mutlaka ve mutlaka bu olguların her birisine odaklanmak zorunda kalacaktır. Bu bir zorunluluktur. Lewin’in Sovyet toplumunu anlama çabaları, uzun yıllar karanlıkta kalmasının ardından kullanıma açılan arşivlerden edindiği muazzam bilgi haznesiyle okuyanlar için ufuk açıcı bir başvuru kaynağı olabilir. Parti kadrolarının bileşimi, yaşam standartları, kadınların toplumdaki rolü, demografik hareketler, kentleşme, silahlanma ve daha pek çok konuda verilen bilgiler SSCB’nin toplumsal ve siyasal karakterini betimlemek açısından önemlidir.  Ama sadece bu kadarına yeterli olacaktır. Lewin hastalığı tanımlayıp, tedavisini es geçmektedir.

KATEGORİLER
ETİKETLER

Yorumlar

(0)