Devrimci Bir Kadın, Devrimci Bir Yazar: Sevgi Soysal – Tilbe Akan
“Prometheus’un yaptığı gibi, ateşi çalıp insanlara getirmektir yapılmak istenen…”
Sevgi Soysal bir yazar ve devrimci olarak Türk edebiyatına büyük katkılarda bulunmuştur. Genç yaşta ölümü sebebiyle çok fazla eser bırakamamış olsa da eserleri birçok insanı etkilemiştir. Yalnız bununla kalmamış, diğer çoğu aydın gibi suya sabuna dokunmama çabası içine girmek yerine harekete geçmiş ve başkalarının da harekete geçmesi amacını gütmüştür. Eserlerinde 60’lar ve 70’lerin Türkiye’sini anlatırken aynı zamanda toplumu değiştirmek üzerine de kafa yormuş ve okurlarına da bu heyecanını yansıtmıştır. Bu yazıda Sevgi Soysal’ı Sevgi Soysal yapan siyasi ve toplumsal süreçleri inceleyip onun politik evriminin eserlerine yansımasından ve nasıl güncelliğini koruyan bir yazar olabildiğinden ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğim.
Türkiye tarihinde bir dönüm noktası 12 Mart: Darbe ve mücadele yılları
1960’ların ilerleyen yılları tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal mücadelenin canlandığı bir dönem oldu. Devrimci gençlik önderleri, toplumsal muhalefetin sınırlarını aşan bir radikalleşme içine girmiş; ilk örgütler THKO ve THKP-C kurularak silahlı mücadele yoluna hızla girilmişti. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de toplumsal muhalefeti yükselten gençlik kitlelerinden daha hızlı radikalleşen küçük bir kitle kendi örgütlerini kurarak kısa süre içinde iktidarı alma hedefine odaklanmıştı. Ancak devrimci gençlik önderlerinin devletin katliamcı yüzüyle karşılaşması çok uzun sürmeyecekti. 12 Mart darbesinin ardından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakalanıp ekim ayında idama mahkûm edildi. İdamları durduracak bütün yasal yollar tüketildi. Deniz’ler idam edildi, Kızıldere’de Deniz’lerin idamına engel olmaya çalışan Mahir Çayan ve arkadaşları katledildi ve İbrahim Kaypakkaya işkenceyle öldürüldü. Yaşananlar Türkiye solunun hafızasına kazındı.
Bunlara ek olarak 1971- 1973 arasında sıkıyönetim ilan edilen iller Kürt Ulusal Hareketinin tehdit unsuru olduğu yerler dışında sanayi merkezleriydi. 1970’ler Türkiye işçi sınıfı mücadelesi açısından Altın Çağ olarak adlandırılabilecek bir dönemdi. DİSK’in kuruluşunun ardından, 15-16 Haziran Direnişi vs. politikanın toplumsallaştığı, işçi sınıfının mücadele ettiği yıllardı denilebilir.
Sevgi Soysal’ın politik evrimi, yazılarına yansıması
“Özgür olmayan kişi için günler, aylar hayattan eksilmelidir bir an önce. Özgürlüksüz günleri, ayları yardımcı olan tek şeyse kendi kendini kemiren zaman… Zamanın tahrip gücüne katkıda bulunmaya çalışıyorum, elimden geldiğince. Çalışmak, okumak, yürümek günleri, saatleri yeterince yok etmiyor”
Yaşanan bütün bu süreçler herkes gibi Sevgi Soysal’ın da hayatının ve eserlerinin ana motivasyon kaynağı oldu. Mayıs 1971’de İsrail başkonsolosunun kaçırılmasının ardından yapılan geniş çaplı aramaların kurbanlarından biri de Sevgi Soysal’dı. Bu sebeple, incelediğimizde Sevgi Soysal’ın yazılarını iki döneme ayırabileceğimizi görürüz. 12 Mart’tan önce devlet şiddetini görmediği daha bireyci ve varoluşçu olduğu dönem ve 12 Mart sonrası.
12 Mart öncesinde yazdığı kitaplarda (Tutkulu Perçem, Yürümek ve Tante Rosa) bireyselliğin ağır bastığını ve ana temanın bireyin özne olma sorunu olduğunu görürüz. Özellikle Sartre ve Camus’dan etkilenir. Ancak yazılarında yine bir açıdan toplumsal olan mücadelenin bireysel temelde verildiği görülür. İyi bir anne, vatandaş, kadın olmak ve buna karşı verilen bireysel mücadele:
“Hala anlayamadınız mı ne olduğunu daha ne olmadığını. Pekala söyleyin onlara daha dikkatli olsunlar. Atmayın her şeyi ortaya. Saklayın. Dişlerinizin takma olduğunu söylemeyin. Yaşınızı gizleyin. Unutun küçükken altınızı ıslattığınızı. Kocalarınız söylev çekerken don paça hallerini getirmeyin gözünüzün önüne. Bayramlarda yaşlıların elini öperken onlar birbirleriyle hiç yatmamışlar gibi, bir siz bu suçları işlemişsiniz gibi saygı duyun onlara. Bereketin, çoğalmanın sorumluluğu bize kalsın, öyle utanın öyle büzülün, saygıdan bayramlarda yaşlıların ayaklarını öpün.”(Tutkulu Perçem, syf. 33/34)
Kısaca diğer yazarlar gibi o da dönemin ruhundan etkilenmiş ve iktidar, özne, birey sorunlarından toplumsallığa yavaş yavaş adımını atmıştır. 12 Mart’tan sonra yazdığı kitaplarda- ki cezaevine girişi, örgütlü mücadeleye katılışı bu döneme tekabül etmektedir- toplumsallık ve mücadele ağır basmıştır.
Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu kitabında hapishanenin günlük yaşamını anlatırken öte yandan da okuyucunun siyasi tutsaklara karşı sempati kazanmasını sağladı. Farklı örgütlerden gelen tutsakları ideolojik eleştirileri ön plana çıkartmadan onların fedakârlıklarından ve mücadelelerinden dem vuruyordu.
Sevgi Soysal’ın bir diğer kitabı Şafak’ta baş karakter Oya’nın birbirinden farklı sorgulama süreçlerini gösterir. Romandaki üç bölüm bireyin toplumsallaşma sürecinin adımları gibidir. Baskın bölümünde çevresindeki insanlar karşısında “ben”i, sorgu bölümünde devrimci kişiliğini ve devrimci olmayı şafak bölümündeyse dünya içindeki yerini ve geleceğini sorgular.
Devrimci figürleri betimlerken onları kahramanlaştırma ya da kusursuzlaştırma yoluna gitmeksizin, karakterlerin yaşadığı çelişkileri de göstererek okurun karakterlere olan sempati ve yakınlığını da arttırmaya çalıştı. Bunun yanı sıra, devrimci samimiyetin bir göstergesi olarak özellikle gençlik içinde orta sınıftan gelen devrimcilerin küçük burjuva alışkanlıklarını aşmaya çalışması hemen hemen her romanında hissedilen önemli temalardan biridir.
Soysal’ın ele aldığı konuların değişimi diğer dönem yazarlarıyla paraleldir. 50’li yılların getirdiği varoluşçuluk ve kişinin psikolojisine önem verme döneminden sonra 60’lı yıllarda sosyal ve politik konulara geri dönüş yaşadı, bunun da ilk bölümde bahsettiğimiz toplumun politize olması ve gençlik hareketlerinin ortaya çıkmasıyla paralel olduğunu söyleyebilirim.
Sonuç olarak harekete geçmek ve harekete geçirmek üzerine
“Faşizmin zorbalığına karşı maddi bir güç ortaya çıkartılmalıdır. Fakat bu maddi güç onun seçtiği savaş alanında değil, kitlelerin örgütlü, bilinçli ve soğukkanlı mücadelesinde onu etkisiz kılmakla mümkün olur ancak. Sanat işte burada. Bu soğukkanlılığı, nedenleri açıklamayı, düşünmeyi, öğretmeyi hedef edinerek bir şeyler yapabilir. Bu reformculuk değildir. Çünkü Faşizm yığınlar açısından düşünüldüğünde, düşünmeyen, sormayan insanların sürüklendiği bir ideolojidir.” (Sevgi Soysal)
12 Mart süreci, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal dönüşümü o dönem herkesi olduğu gibi Sevgi Soysal’ı da derinden etkilemişti. Yazılarında bireysellikten toplumsallığa geçişi de kendi hayatındaki dönüşümün bir temsilidir aslında. Bireyin iktidarla yaşadığı sorunsal daha öznel bir şekilde verilirken artık örgütlü mücadele önem kazanmış ve eşitlik ve özgürlük kavgasının bireyin ötesinde olduğunu kavramış ve kavratmaya çalışmıştır. TRT’den komünist olduğu için kovuluşu, Adana’daki sürgünü, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda yaşadıkları onun edebi hayatını da duruşunu da etkiledi. Sanatın kitlelerin örgütlü mücadelesinde bir araç olduğunu ve düşünmeyen sorgulamayan insanların faşizme sürüklenirken bunun karşısına koyabileceğimiz bir mücadele aracı olduğunu savunmuştur.
Sevgi Soysal okurken özellikle 12 Mart sonrası verdiği eserlerinde kendi mücadelesini okurlarına aktarma eğilimi hissedilir. Bir yandan cezaevini, darbenin acımasız yüzünü gösterirken öte yandan buna karşı sessiz kalanlara, eylemsiz olanlara öfkesini hissedebilirsiniz. Romanlarında bu olgu somut olarak yansımazken köşe yazılarında bariz bir şekilde görülür (Bakmak).
Sevgi Soysal sadece 70’lerin yazarı olarak değerlendirilemez. O aynı zamanda günümüz yazarıdır. Ona bu başarıyı kazandıran hayatı anlamaya ve çözümlemeye karşı toplumsal bakışıdır. Eserlerinde, özellikle de köşe yazılarında günümüz Türkiye’sinden bahsettiğini hissettirir. Son olarak Bakmak kitabından bir alıntıyla bitiriyorum:
“Bombalar patlıyor, gizli MİT operasyonları hızlanıyor, gençler kim vurduya gidiyor, üniversite denetleme kurulunu toplantıya çağıran Demirel, “Gerekirse sıkıyönetime gidilecektir” diyerek fetva peşinde olduğunu açıklıyor” (Bakmak, Her Türk Evine Bir Bayrak Gerek, syf. 27)
Kaynaklar:
http://bolsevik.org/sinif-mucadelesi/30-mart-1972-devrim-yolunda-dusen-yigitlere-selam-olsun.html
Sevgi Soysal bireysellikten toplumsallığa, Priska Furrer, Mayıs 2004, Papirüs Yayınları