Dersane Gerilimi: Cemaat ve AKP'nin Yolları Ayrılıyor Mu? – Emre Güntekin

2 Aralık, 2013
Dersanelerin kapatılması tartışması üzerinden büyüyen AKP-Gülen Cemaati çatışması, ortaya dökülen belgelerle kozmik bir hava kazanırken her geçen gün yeni pislikler etrafa saçılıyor. Daha önce AKP ile ordu ve ulusalcı güçler arasında yürüyen vesayet savaşının yeni bir örneği, bugüne dek ulusalcı sivil-askeri bürokrasiye karşı domuz topu gibi birleşen AKP ile Gülen cemaati arasında yaşanacak gibi görünmektedir.
Çatlağın geçmişe dayandığı artık sır olmaktan çıktı diyebiliriz. Balyoz Davası’nın kanıtlarını bavulla savcılığa teslim etmesiyle ün yapan Taraf’ın cemaat kökenli yazarı Mehmet Baransu, 2004 Haziran’ında yapılan MGK bildirisini yayınladı. Geçmişte cemaate karşı yapılacak operasyona AKP’nin Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül dahil olmak üzere önemli bakanlarının imza attığı ortaya çıktı. Hükümet kararların uygulanmadığını iddia etse de bugün taarruza geçtiğiniz bir rakibe karşı bunu anlatmakta zorluk yaşayabilirsiniz ve nitekim öyle oluyor.
Cemaatin hükümetin yalanlamalarına ikna olmadığı bizzat Fethullah Gülen’in 29 Kasım’da kendi sitesinden yayınladığı açıklamasından anlaşılıyor: “2004’te de bir dayatma olmuş. Eğer daha sonra birileri tarafından “Ben kaç defa bu mevzuda bakanları değiştirdim, bu işi yapın filan diye…” Sürç-ü lisan kabilinden mi, sağlam mülahazaya alamama kabilinden mi, bu mesele böyle tekerrür edip durmasaydı.. o gün alınan kararların bir sonucu olarak, bugün bu meselenin üzerine gelme duygusu olmasaydı.. maşerî vicdanda böyle algılanma olmasaydı.. Bütün maşerî vicdan meseleyi şimdi öyle algılıyor; “Demek ki o zaman öyle karar verilmiş, sonra ardarda bunlar sürekli, o mevzudaki vazifelileri değiştirerek hep bu işin üzerine gitmişler” şeklinde.. Ama bunlar denmeseydi, hüsn-ü zannımın gereği şuydu: “Bu mutereesele konjonktüreldi. O günün şartlarını bilmiyoruz, hadisenin içinde değildik ki biz o hadiseyi arka planıyla görelim, felsefesiyle değerlendirelim.” derdim. Devamı, temadisi olmasaydı, meseleye öyle bakardım. Ama o mevzuyu te’yid eder mahiyette beyanların verilmesiyle, öyle bir mesele karşısında, maşerî vicdan karşısında da bana diyecek bir şey kalmıyor.” (Fethullah Gülen, 29 Kasım)
Birinci ağızlar dışında meselenin taraflarının yaptığı açıklamalar aslında siyasal hesapları da ortaya koymaya devam ediyor: Cemaat özellikle Zaman gazetesi AKP’nin otoriterleşmesinden yakınırken, Erdoğan’ı ve AKP’yi geçmişteki düşmanları Kemalistler gibi davranmakla onlara benzemekle suçlayan bir tonlama yakalamış durumunda. Öyleki sola yeri geldiğinde demediğini bırakmayan gazete, solcuların ağzından laflar yayınlıyor ve ideolojik olarak destek bulmaya çabalıyor. Karşı taraf da epeydir kimden gelirse gelsin her türlü eleştiriye Erdoğansız bir AKP yaratılmaya çalışıldığına dair komplo teorileriyle yanıt veriyor.
Cepheleşmenin Kısa Geçmişi
Erdoğan ve Cemaat yakın tarihte birçok kez zıt pozisyonlara düştüler ve özellikle politik meseleler üzerindeki tavır alışlarıyla her iki kamp arasında ciddi farklılıklar olduğu göze çarpıyor. İlk büyük itilaf, Mavi Marmara’da 9 kişinin İsrail tarafından katledilmesinin ardından Fethullah Gülen’in “İsrail’in onayı olmadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır. İsrail’den izin almalıydılar” çıkışıyla kamuoyuna yansımıştı. Özellikle İsrail, Mısır gibi dış politika ile ilgili konularda AKP ile cemaatin böyle bir açı farkını fazlasıyla dışavurduğunu gördük. Cemaat, ABD emperyalizmiyle göbekten bir bağ kurarken AKP’nin gelgitlerle dolu bir politika izlemişti. Hatta, zaman zaman eksen kayması tartışmaları gündemi meşgul etmekteydi.
Ancak geçtiğimiz yıl önemli bir kriz yaşanmış ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la birlikte eski müsteşar Emre Taner ve Oslo görüşmelerinde önemli bir rol oynayan MİT’çi Afet Güneş cemaate yakın savcılar tarafından emniyete çağırılmıştı. Erdoğan ise MİT üzerinden kendisinin hedef alındığını kısa sürede görmüş ve MİT müsteşarının yargılanmasını kendi onayına bağlayan bir yasayla durumu kurtarmıştı. Bu gelişme tarafların devlet aygıtı üzerindeki güçlerini birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini gösterdi.
Gülen 29 Kasım’da yaptığı açıklamalarda şöyle ilginç bir ifade yer alıyor: “Öyle bir durumda bile olsa, insanlar hakkında hüsn-ü zan etmeli. CD’ler oluşturmak, chiplere değişik şeyler yüklemek, bazı kimselerin haysiyet, şeref, namus ve iffetiyle alakalı bazı şeyleri teşhir etmek suretiyle onları yıkmak ve devirmek, bir mü’minin yapmaması gerekli olan şeyler; caiz olmayan şeylerdir bir mü’min için.” Gülen, bugüne kadar hasımlarını ortadan kaldırmak için iktidarla ittifak halinde kullandığı birçok tezgaha kendisinin de düşebileceğini öngörecek kadar kirli siyasete hakim durumda görünüyor.
Taraflar Birbirine Ne Kadar Muhtaç?
Mesele, devlet aygıtını elinde tutan iki güç arasındaki çatışma olunca, her iki gücün hangi sınırlar dahilinde birarada yaşayabileceği üzerinde düğümleniyor. Ya da kısaca şöyle soralım: Cemaat ve AKP birbirine ne kadar muhtaç?
Cemaatin bugüne kadar devlet üzerinde örgütlenme uğruna ittifak yelpazesini DSP’ye kadar genişlettiğini biliyoruz. Dolayısıyla AKP’nin Erdoğan liderliği altında devam etmesi ve çatışmanın bu şekilde sürmesi durumunda cemaatin AKP içerisindeki kartlarını açabilecek veya yeni siyasal alternatiflerle ittifaka yönelebilecek esnekliğe sahip olduğunu görmek gerekir. Örneğin Sarıgül’ün şimdiden cemaate göz kırptığını görmek mümkün. Ama bu seçim o kadar kolay olmayacaktır. Zira cemaat için etkisiz bir muhalefet yerine güçlü bir iktidarla işbirliği yapmak hegemonyayı güçlendirmek açısından önem taşır. Bugüne kadar birbirlerinden hazzetmeselerde AKP ile ortaklığın yürümesinin sebeplerinden biri budur. İki ortak birlikte hem siyasal rakiplerini alt etmişlerdir, hem de iktidarın nimetlerini beraber tatmışlardır.
AKP ve Erdoğan için ise işler daha zor görünmektedir. Seçimlerde alacağı oy oranını gelecek planlamaları açısından önemsemek zorunda olan Erdoğan, bugünlerde boşuna cemaatin oy oranını hesaplatmaya çalışmamaktadır. Cumhurbaşkanlığından başkanlık sistemine, yeni anayasaya giden yol AKP’yi en geniş desteğe mecbur bırakmaktadır. Cemaatle ilişkisinin uzun vadede oy oranını eritebileceğini gören bir Erdoğan’ın kavgayı uç noktalara taşımaması ihtimal dahilinde görünmektedir. Cemaate “Bizden ne istediler de vermedik” derken esasında yeni bir pay dağılımıyla uzlaşma sağlanabileceğinin işaretlerini vermektedir.
Ancak iki grup arasındaki “duygusal bağlar” kırılma eğilimini fazlasıyla taşımaktadır. Bavuldan çıkacak yeni belgeler, cdlerden flash belleklerden taşabilecek kirli ilişkiler kavgayı geri dönülmez noktalara taşıyabilir.
Eğitim Sistemi Tarafların Derdi mi?
Süregiden kavganın en gülünç yanı ise her iki cephenin eğitim konusunda ne kadar sevdalı olduğunu, fakirlerin, yoksulların eğitim hakkına nasıl sahip çıktığını görmemiz oldu. Sayelerinde topluma eğitim alanında ne kadar içler acısı durumda olduğumuzu anlatma fırsatı doğdu!
Bu tartışma patlak vermese Soner Semih Sipahi ismi tarihte ufak bir ayrıntı olarak yer alıp, unutulacaktı. Ancak bugün tarihin ironisi işte onun katilleri, intihar haberinin yer aldığı gazete küpürlerini kendisine kalkan ediyor. 2010 yılında 5000 TL’lik dersane borcu nedeniyle annesi cezaevine giren ve buna dayanamayarak intihar eden bir genç, rant paylaşımının aracı haline getiriliyor.
Erdoğan ve iktidar dersanelere yoksul çocukları için eşitsizlik yarattığını söyleyerek yüklense de veriler dersanelerin ve yoksullarla zenginler arasındaki eşitsizliğin bir başka kanalı özel okulların, üniversitelerin AKP döneminde pıtrak gibi çoğaldığını ortaya koyuyor.
MEB’in verilerine göre dersane sayısı 1995 yılından 2002’ye kadar olan süreçte 1496’dan 2002’ye çıkarken, 2011’de bu sayının 4055’e yükseldiği görülüyor. Dersanelere giden öğrenci sayısının AKP döneminde 606.522’den 1.234.738 kişiye, çalışan öğretmen sayısının ise 20112’den 50532 kişiye yükseldiği görülüyor. Bunun yanında eğitimin giderek ticarileşmesi, 4+4+4 sistemi ile birlikte dini referansları yüksek ve ucuz iş gücü yetiştirmeye dayalı, çocuk işçiliğin önünü açacak bir sisteme geçiş yapılması, özel okul ve üniversitelerin sayılarının çoğalması bizzat AKP’nin eseridir. Eğitim de diğer bütün kamusal haklar gibi parayla alınıp satılabilir bir meta haline dönüşmüştür.
Öte yandan öğrencilerin sınavlarda yarış atı gibi koşturulmasına dayalı bir sistemde dersaneler kapatılsa bile eşitsizlik kendisine yeni araçlar, yeni oyuncaklar yaratarak sürecektir. Parası olan yine çocuğunu özel derslerle yetiştirecek, gerekirse özel okullara gönderecektir. Parası olmayan yoksul emekçi çocukları ise bu sistemde ancak seyirci kalacaktır.
Dersaneler cemaat için ise daha derin politik anlamlara sahiptir. Birincisi harekete militan devşirmenin en kestirme çözümlerinden birisi bugüne kadar dersaneler olmuştur. Bizzat Erdoğan Cemaatin dersaneler içerisindeki payını % 25 olarak açıklarken, cemaate ait 928 dersaneye yaklaşık 400,000 öğrencinin gittiği belirtiliyor. Bu veriler dersanelerin cemaat açısından ne kadar verimli alanlar olduğunu ortaya koyuyor. Buralarda elbette sadece test tekniği öğretilmiyor! Dersaneye giden gençler İslami yaşam tarzına iyice adapte edilerek geleceklerinde hareket için önemli vazifeler üstlenmeye hazırlanıyor.
29 Temmuz’daki konuşmasında Gülen’in Erdoğan’ı eleştirdiği konulardan birisi de buydu: “Bu işlerle uğraşılırken, asıl meşgul olunması gerekli olan şeyler ikinci plana itilecek… Mesela genel orta dereceli okullarda yüzde 35 nisbetinde içki içen talebe var. Bu neredeyse ortaokul talebelerine kadar inmiş. Yüzde 30 nisbetinde sigara içen öğrenci var. Bunlar yaygınlaşıyor. yüzde 15-20 nisbetinde uyuşturucu alışkanlığı var. Türkiye’nin esas problemi budur; gelecek nesillerin uyuşturucu, içki içen, sigara içen nesiller olması.. ve bizim bunlarla mücadele ediyor gibi bir tavrımız varken, böyle çok önemli, metastaz olmaya meyilli kanser gibi yarının yığınlarını batırabilecek bir problem varken, böyle bağışlayın, çok özür dilerim, böyle eften-püften meselelerle meşgul olmak, bir yönüyle mühimme takılıp da onlarca ehemmi görmezden gelmek gibi bir hal oluyor. Onu anlamakta da işin doğrusu zorlanıyorum.”
Bir başka ilginç ayrıntıyı da atlamadan bu noktayı sonlandıralım: Kürt illerindeki dersanelerden % 80’inin Gülen cemaatine ait olduğu belirtiliyor. İşte size Kürt sorununa çözüm yollarından birisi: Gençliği İslamileştir ve ehlileştir! Mücadeleden uzak tut!
Sonuç olarak her iki cephenin de emekçi sınıflar için hayır getirmeyecek bir rant kavgasının içine düştüğünü görmemiz gerek! Bu kavgayı kim kazanırsa kazansın veya uzlaşsınlar eşitsizliğe yeni bir halka eklenecek, haklarımıza yeni tırpan daha geçirilecektir. Egemenlerin geçmişte yaşanan çatışmalarında da gördüğümüz üzere bizler ortaya saçılması muhtemel pisliklere karşı hazırlıklı olmalıyız. Zira böyle dönemlerde ortaya saçılacak her türlü kirli ilişki egemenleri teşhir etmek için önemli olanaklar sunar ve sistemin çürüyen yanlarını gözler önüne serer.
Bu kavganın en olumlu yanı aslında eğitim sisteminin de içler acısı halinin bu hengame içerisinde ortaya serilmiş olmasıdır. Eşit, bilimsel, demokratik ve her türlü ulusal, etnik, dini ayrımcılıktan arındırılmış bir eğitimin önündeki engelin bizzat egemenlerin kendisinin olduğunu unutmamalıyız.

KATEGORİLER
ETİKETLER