Dağlık Karabağ Sorununun Yakın Geçmişi ve Savaşa Karşı Tutum Üzerine – Emre Güntekin
Etnik gırtlaklaşma denildiğinde aklımıza Ortadoğu ve Balkanlar (eski Yugoslavya coğrafyası) gelir. Ortadoğu’da bu kanlı süreç hala sürüyor. Balkanlar 90’lı yıllar boyunca süren ve sayısız insanın ölümüne neden olan kanlı bir sürecin ardından sorunlar temelde devam ediyor olsa da derin bir sessizlik içerisinde. Ancak aynı şeyi Ortadoğu için söylemek zor ve uzunca bir süre gırtlaklaşma sürecek gibi görünüyor. 1991 yılında SSCB’nin çöküşünün ardından benzeri etnik çatışmaların sahalarından birisi Kafkasya olmuştu. Ermenistan-Azerbaycan, Rusya-Çeçenistan, Gürcistan-Osetya, Abhazya arasındaki çatışmalar Stalinizmin bölge halklarına bıraktığı kan ve gözyaşı dolu bir miras olmuştu.
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gergin ilişkiler 1 Nisan’da fiili çatışmaya dönüştü. Her iki ülke arasındaki gerilimin kaynağı Ermenistan’ın işgalinde bulunan ve Azerbaycan’ın üzerinde hak iddia ettiği Dağlık-Karabağ Bölgesi. Her iki ülkede çatışmayı karşı tarafın başlattığını iddia ederken, aslında böylesine gerilimli ilişkilerin ortasında ilk kurşunu kimin sıktığının bir önemi kalmıyor. Her iki tarafta 1994 yılında yapılan ateşkesin ardından yaşanan çatışmalarda ilk kez böylesine ağır kayıplar verdiler. Ermenistan 18 askerini kaybettiğini açıklarken, Azerbaycan tarafından da 12 askerinin öldüğü duyuruldu.
Paylaşılamayan Topraklar: Dağlık-Karabağ
Dağlık Karabağ sorunu iki ülke arasındaki ilişkileri 90’lı yılların başından bu yana sıcak tutuyor ve halen buranın kime ait olduğuna dair ihtilaf bir sonuca ulaştırılabilmiş değil. Esasında özellikle Azerbaycan’dan Aliyev “hanedan”lığı Dağlık Karabağ sorununu ve Ermeni düşmanlığını iktidarlarını korumak için bir kalkan olarak her fırsatta ısıtıyor. Benzeri milliyetçi bir yaklaşım elbette Ermenistan devleti için de geçerli.
Çatışmaların kökenine inebilmek için 1920’lerin başına gitmek gerekmektedir. 1922 yılında Azerbaycan ve Ermenistan’ın SSCB’ye katılmasıyla Dağlık Karabağ Bölgesi Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin itirazına rağmen Azerbaycan Sosyalist Cumhuriyeti kontrolüne bırakıldı. SSCB gibi güçlü bir devlet aygıtının kontrolünün üzerlerinde olması nedeniyle her iki tarafta 1980’lerin sonuna kadar sükûnet içinde yaşadı.
1988 yılında Dağlık Karabağ Ulusal Konseyi’nde bulunan Ermeni vekiller bölgenin Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasını talep ederken, bu durum Azeri cephesinde tepkiyle karşılandı ve Bakü’de yaşayan Ermenilere yönelik olarak saldırılar başlatıldı. Azerilerin tepkisi aynı zamanda Ermenistan topraklarında yaşayan Azeri halka saldırıların düzenlenmesi ve yaklaşık 250 bin kişinin göçe zorlanmasıyla daha da şiddetlenmişti. Tarihe Sumgayıt katliamı olarak geçen bu vakada 26 Ermeni, 6 da Azeri katledildi. Ermeni vekillerin talebi Moskova tarafından reddedildi; fakat bu yaşananların ardından ne Ermeniler Azeri topraklarında ne de Azeriler Ermeni coğrafyasında huzur bulabildiler ve karşılıklı olarak topraklarından göç etmek zorunda kaldılar.
Moskova, süreci yatıştırmak adına Dağlık Karabağ’ın yönetimini 1989 Ocak’ın da kendi üzerine alırken, Kasım ayında Azerbaycan’a devretti. Fakat Karabağ Ulusal Konseyi bu karara karşı çıkarak Dağlık Karabağ’ın Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti ile birleştiğini ilan etti. 1990 yılı Ocak ayında tarihe “Kara Ocak” (Kara Yanvar) olarak geçen kanlı bir katliam yaşandı. Sovyet ordusu Ermenilere saldırılmasını bahane ederek Bakü’ye girdi ve kanlı bir müdahale gerçekleştirdi. 134 kişi katledildi.
Yaşanan kanlı sürecin ardından Dağlık-Karabağ iki ülke tarafından da adeta kutsal bir dava haline geldi. 1991 Eylül ayında Dağlık Karabağ Meclisi referanduma giderken, referandumda Ermeni halkın oyları sayesinde ayrılık kararı çıktı. O dönemde bölgede yaşayan Azeri nüfusu % 20’ye düşmüştü. 1991 Aralık ayında SSCB’nin dağılmasının ardından Dağlık Karabağ bağımsızlığını ilan etti. Bu durum çatışmaları sıcak bir savaşa dönüştürdü.
26 Şubat 1992’de Dağlı Karabağ’ın Hocalı kasabasında Ermenistan ordusu tarafından Hocalı Kasabası’nda 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere 613 Azeri katledildi. Katliamın yaşandığı dönemde Karabağ’da komutanlık yapan, bugünün Ermenistan cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan katliamı şu şekilde anlatıyordu: “Hocalıdan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu (stereotipi) kırmayı başardık. Ve olay işte bu. Aynı zamanda o delikanlıların arasında Bakü’den ve Sumgayıt’tan kaçanların da olmasını anlamalıyız.” Sarkisyan’ın sözlerinde de görüldüğü üzere her iki devletin mantığı da kanı kanla yıkamayı makul ve kendi egemenlikleri için tek çıkar yol olarak görüyordu.
12 Mayıs 1994 yılında Rusya’nın öncülük ettiği Bişkek Protokolü ile ateşkes ilan edildi. Geride bu savaşın acı bilançosu olarak 30 bin ölüm kaldı. Dağlık Karabağ ve Azerbaycan topraklarının bir kısmı Ermenistan işgalinde kalırken, uluslararası verilere göre 600 bin Azeri göç etmek zorunda kaldı. Her iki ülke arasında yapılan bu ateşkes 22 yıldır pamuk ipliğine bağlı bir şekilde devam ediyor. Ancak bu süre boyunca zaman zaman birbirlerine olan düşmanlıklarını unutmadıklarını hatırlatıyorlar.
Ermeni Düşmanlığının Örttüğü Çürüme
Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan çatışmalarda katliamlara karşı çıkarken alınması gereken tutum her iki ülkenin egemen sınıflarının da kirli suçlarının ortaya serilmesi gerekmektedir. Bu süreçte hem Azeri egemenlerin hem de Ermeni egemenlerin eline on binlerce masum insanın kanı bulaşmıştır. İşin trajik yanı Ermenistan tarafı açısından düşünüldüğünde Ermeni halkını, emekçilerini böyle bir kirli savaşa ortak etmiş olmak bu halkın geçmişte yaşadığı acılara açık bir ihanettir.
Meselenin diğer tarafında ise iflah olmaz ve saldırgan bir milliyetçilikle, her türlü yolsuzluğun dibine batmış bir iktidar bulunmaktadır. İşin arka planına bakıldığında Aliyev hanedanlığının bu çatışma sürecinin devam etmesine Ermeni egemen sınıflarından daha fazla ihtiyacı bulunmaktadır. Dozu sürekli kontrol altında tutulan bir çatışma, Ermeni düşmanı üzerinden palazlandırılan ırkçı-faşist hezeyan kitleleri iktidarın arkasında sürüklemenin bir aracına dönüşmüştür. Böyle bir savaş olmadığında Aliyev ailesinin yolsuzlukları, Azeri halkının sefaletine ve yoksulluğuna karşı sahip oldukları muazzam servet, ülke içerisindeki diktatöryel baskısı daha fazla gündeme gelecektir. Öyle ki İlham Aliyev’in babasının ardından iktidara geldiği 2003 yılından beri yapılan seçimler düzmeceden öteye gidememiştir. Sadece oğlunun Dubai’de 9 lüks malikaneye sahip olduğunu söylersek rejimin niteliğini tariflemiş oluruz. Bu arada ülkede ortalama gelirin 420 dolar olduğunu hatırlatalım. Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yolsuzluk sıralamasında Azerbaycan 183 ülke arasında 143. sırada. Emperyalist kapitalist sistem de Aliyevlerin iktidarından oldukça memnun görünmektedir. Ülkenin doğal zenginliklerinin yağmalanmasında iktidar büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Bugünlerde herkes çatışmanın sonlandırılması çağrısı yapsa da, örneğin Rusya’nın aynı anda hem Ermenistan’a hem de Azerbaycan’a silah satışı yapıyor olması bu itidal çağrılarını komediye dönüştürmektedir.
Ermenistan’la çatışmaların başlamasının ardından Türkiye’de de bir anda Ermeni düşmanlığı ve ırkçı-faşist söylemler kendini göstermekte gecikmedi. Twitter’da daha fazla Ermeni’nin öldürülmesi yolundaki çağrılar yakın geçmişte kendi ülkesinde sabıkası kabarık Ermeni düşmanlığının hazır kıta beklediğini gösteriyor. Hoş, yüzyıldır bu gelenek değişmedi.
Egemenler bizden şimdi bu kirli rejimle dayanışmamızı bekliyorlar. Kendileri de farklı olmadığı için, benzeri yolsuzlukları, baskıları, sahtekârlıkları gerçekleştirdikleri için Aliyev hanedanlığıyla dayanışabilirler. Türkiyeli emekçiler ise her iki ülkenin egemen sınıflarının milliyetçi çıkarlarına karşı her iki ülkenin emekçilerine de destek vermelidirler. Çünkü bu kanlı savaşı ancak her iki ülkenin emekçilerinin enternasyonalist dayanışması sonlandırabilir.
bolsevik.org
Marksist Bakış