"Çözüm Süreci" Işık Vermiyor
Öcalan’ın çizdiği yol haritası, PKK’nin çekilmesi ve devletin operasyonlara son vermesiyle beraber, anayasada Kürt kimliğinin güvenceye alınacağı söylemleri, “çözüm süreci”nin ilk aşamasıydı. İkinci aşamaya geçilmesi beklenirken Lice’de yaşanan gelişmeler, devletin ‘kalekol’ ve baraj yapımlarına hız vermesi, Cizre’de Kürt gençlerin kimlik kontrolü yapmasından sonra gelen tutuklamalar, ”çözüm süreci tıkanıyor mu?” sorusunun daha yüksek sesle sorulmasına neden olan olaylar serisiydi.
“Çözüm süreci”nin başlamasından itibaren geçen zamanda, Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu’nun verdiği bilgiye göre, yaklaşık iki bin Kürt gencinin dağa çıktığı düşünülecek olursa, Kürt halkının çözüm sürecinin samimiyetine güvenmediğini söyleyebiliriz. Aslında Lice’de yaşananlar, bu kaygının yerinde olduğunun kanıtıydı. Müzakere sürecinde silahın yerinin olmadığı bizzat devlet tarafından söylendi; fakat aynı zamanda karakollar güçlendirilip PKK’lilerin geçiş güzergâhlarına barajlar inşa edilmeye başlanınca, Kürt halkının tepkisi eylemselliğe dönüştü ve Lice’de bir Kürt genci vurularak öldürüldü.
“Çözüm süreci”nin ikinci aşamasının adı “Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınması” olarak konulmuşsa da AKP iktidarının bu yönde bir adım atma konusunda istekli davranmadığı ve tavsamaya başladığı gözle görünen bir gerçek.
Aslında sürecin başında bile, Kürt halkının ciddi kaygıları vardı. İktidara geldiği ilk yıllardan itibaren Kürt halk hareketini operasyonlarla, tutuklamalarla, baskılarla sindirmeye çalışıp başarısız olan AKP iktidarının, Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni ‘fırsat’ları değerlendirebilmek adına Kürt ulusal hareketini edilgen hale getirmeye çalıştığı biliniyordu. Bütün bunlara rağmen gelinen noktada Kürt ulusal hareketinin AKP’nin süreçteki bütün zikzaklarına rağmen kendi cephesinden süreci bitiren taraf olmak istemediği görülmektedir.
BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 17 Temmuz’da yaptığı açıklamalar bu yönelimi yansıtmaktadır: “Müzakere sürecinin başladığı günden bu yana biz her zaman pozitif bir dil kullanmaya ve süreci ilerletmeye, sürecin tıkanma ihtimallerini ortadan kaldırmaya dönük dil ve pratik politika izledik. Halen aynı noktadayız. Geldiğimiz nokta çok umut vaat eden bir nokta değil. Özellikle hükümetin tutumu, dili, meseleyi ele alış şekli, doğrusu umutları azaltıyor. Biz her ihtimale karşı, hükümetin adım atmama, demokratikleşme konusunda ayak direme tutumları dahil olmak üzere hazırlıklı bir şekilde bu sürece girdik. Biz zaten AKP hükümetine güvenerek müzakere sürecini başlattığımızı ifade etmedik. Biz halkımıza, özgücümüze, siyasi deneyimimize güveniyoruz dedik. Bizi şaşırtan bir durum değil AKP’nin tavrı, tutumu. Fakat bu, yine de müzakere sürecine, diyaloga, konuşmaya olan inancın azalması anlamına gelmez. Tam da risklerin ortaya çıktığı bu noktada herkesin, müzakere ve diyalogda ısrarcı olunması gerektiğini hatırlatır bize bu tür tıkanıklıklar. Çünkü bunun öbür ihtimali savaştır, ölümdür, kandır. Herhalde hiçbirimiz, hiç kimse, hiç bir siyasetçi böylesine bir vebali üstlenmez, üstlenemez”
Haziran Direnişi, Mısır’da Mursi’nin devrilmesi, Beşşar Esad’ın emperyalizm destekli Özgür Suriye Ordusu karşısında giderek güçlenmesi ve sürekli ilerlemesi, AKP’nin ”Yeni-Osmanlıcı” dış politika anlayışının çöktüğünü gösterdi. AKP, dış politikadaki yenilgilerine içerde de bir yenilgi daha eklememek için Kürt ulusal hareketini silahtan uzak tutmayı bir süre daha deneyecek ve süreci bu şekilde devam ettirmek isteyecektir. Tayyip Erdoğan’ın Bingöl’deki ”süreci ne pahasına olursa olsun devam ettireceğiz” söylemi, bunun kanıtı olarak görülebilir. Çözüm sürecinin tıkanması, sadece dış politikada değil, iç politikada da AKP’yi geri dönülemez şekilde yaralayacaktır. Gezi Direnişi ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden sonra iç politikada başka bir ‘sorun’la karşılaşmak istemeyen AKP süreci ne büyük tavizler vererek ne de isteksiz görünmeyerek rölantide götürmeye çalışacaktır. Ancak AKP’den attığı ciddi adımlar sonrası aynı ciddi adımları bekleyen Kürt halkının AKP’nin oyalamalarına sonsuza kadar da göz yummayacağı açıktır.
Elbette, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kürt halk hareketinin tarihsel belleği, AKP’nin çözüm sürecine yönelik stratejilerini tek başına ve dayatmacı bir anlayışla ilerletmesine engel olacaktır. AKP iktidarı geçen 11 yılda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da bizim açımızdan ilerici tarihsel bir rol oynama yeteneğinden tamamen uzaktır. AKP’nin lugatının silah, savaş, karakol ve gözyaşı gibi kavramlarla dolu olduğunu görmek zor olmasa gerek. Kürt halkı barış ve kardeşlik istiyorsa AKP’nin ayak oyunlarına karşı mücadele kararlılığını korumalıdır.