Çöküşten Günümüze Rusya’nın Serüveni (3) – Emre Güntekin
Ekonomik kriz, yoksulluk, yolsuzluklar, mafyalaşma, kirli savaş süreçleri, iç çatışmalar… Rusya emekçi sınıfları Yeltsin’in siyasete hâkim olduğu 90’lı yıllar boyunca saydığımız çelişkilerle boğuşmuştu. Rusya artık bir süper güç olarak değil, tüm dünyanın dalga konusu haline gelecek kadar zayıf düşmüş, 20. yüzyıl boyunca çekiştiği ABD’den borç alacak kadar Batı kamuoyunun ayağına düşmüş yorgun bir devletti. Dahası Yeltsin ve yönetiminin bu çelişkilere çözebileceğine dair bir umut görünmüyordu. Nitekim ailesiyle ilgili yolsuzlukların da ayyuka çıkmasının ardından Yeltsin 31 Aralık 1999’da istifa etmek zorunda kaldı. Yeltsin’in son döneminde başbakan olarak atadığı Vladimir Putin artık Rus siyasetinin en tepesine yükseliyordu.
Putin’in Yükselişi
Rusya’nın 90’lı yıllarda siyasetine yön veren pek çok kişi gibi Putin’de SSCB döneminde bürokrasi içerisinde önemli görevler edinmişti. 1970 yılında girdiği Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmesinin ardından, 1975 yılında çocukluk hayalini gerçekleştirerek Sovyet istihbarat servisi KGB’ye girmişti. Bu görevini 1991 yılına kadar sürdüren Putin, SSCB’nin dağılmasının ardından sivil siyaset alanına geçiş yapmıştı. 1995 yılında iktidardaki NDR (Nash Dom Rossiia–Evimiz Rusya) partisinin St. Petersburg bölge başkanlığına getirilmişti. Aldığı eğitim, Almancası ve Batı dünyasının ekonomi politiğini iyi bilen bir profile sahip oluşu; onun başkent Moskova’da daha önemli görevlere yükselmesini sağladı. Temmuz 1998’de en iyi bildiği alanda görevlendirilerek Rus istihbarat servisi FSB’nin başına getirildi; fakat bu görevde çok uzun süre kalamadı. 9 Ağustos 1999’da Yeltsin tarafından “kurtarıcı” olarak görülerek, başbakanlığa atandı. Rusya’da o gün yapılan bu atama herkes için Yeltsin’in gelip geçici kararlarından biri olarak görülüyordu. Putin’in başbakanlık koltuğunda ancak birkaç ay oturabileceğine dair beklentiler vardı. Fakat Yeltsin’in istifası vekâleten de olsa Putin’e başkanlık koltuğunun kapılarını açtı.
Putin’de kendisinden önce başbakanlık koltuğuna oturan istihbarat kökenli Yevgeni Primakov ve Sergei Stephasin gibi 90’lı yıllarda pek çok siyasetçi gibi Rus siyasetinin değirmeninde un ufak olup dağılabilirdi. Fakat 90’lı yılların sonunda Çeçenistan sorunu ülke siyasetinin ana gündem maddelerinden biri haline dönüşmüştü. 7 Ağustos’ta 1999’da Şamil Basayev önderliğindeki Çeçen milisler Dağıstan’a saldırırlarken, Putin başbakanlık görevine başlayalı daha birkaç hafta dolmamış, Moskova başta olmak üzere Rusya’nın dört büyük kentinde yaklaşık 300 sivilin öldüğü, 1700’ünün yaralandığı saldırılar gerçekleştirilmişti. Bu gelişmeler nedeniyle Rus güvenlik bürokrasisinin Yeltsin gibi sallantılı bir siyaset adamına tahammülü kalmamıştı. Ayrıca ülkenin ekonomik kaynaklarının oligarkların insafına terk edilmesi ve 90’lı yıllar boyunca süren dizginsiz talan artık sürdürülemez boyutlara ulaşmıştı. Rus devlet geleneğinin bu saatten sonra iktidarda bir demir yumruk görmek istediği açıktı.
Bu noktada Putin’in başkanlığa kadar nasıl yükseldiği ayrı bir tartışma konusudur. Bu dönemde Rusya’da Çeçenler tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen saldırıların bazılarının arkasında Rus gizli servisinin olduğu iddia edilmektedir. Özellikle sertlik arayan unsurların bu saldırıları kendilerinden biri olan Putin’in yükselişi için kullanabilecek olması bu iddiaları güçlendirmektedir. Çeçen cephesinde ise Şamil Basayev önderliğinde gerçekleştirilen Dağıstan saldırısını Rus devletine ikinci bir savaşa başlama bahanesi yaratarak Çeçenistan’ın bağımsızlığını tehlikeye atan anlamsız bir macera olarak görenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Neticede hem koşullar, Putin’in yükselişi için uygun zemin oluşturmuş, hem de Rus egemenler Putin şahsında soğuk yüzlü, bürokrasinin içinden doğmuş, politikalarını uygulayabilecek güçlü ve hırslı bir lidere kavuşmuşlardı. Rus emekçiler ise daha Putin’le yeni yeni tanışıyorlardı.
Burada bir parantez açalım. Bu satırların yazıldığı sırada Türkiye’nin modern tarihindeki en antidemokratik seçimlerden biri tamamlanmış ve Erdoğan iktidarı referandumu hile ve zorbalıkla ancak kazanmayı başarabilmişti. Putin dönemi Rusya’sını okurken, Türkiye’nin yaşadığı süreçle çok fazla benzerlik kurabilmek mümkün. Erdoğan’ın bugün elde etmek istediği ne varsa Rusya’da 2000’lerin başında Putin aracılığıyla inşa edilmiş durumda. Her ikisi de en ufak bir muhalefete tahammül edemiyor, gerektiğinde gazeteciler derin devlet suikastlerine maruz kalıyor, gerektiğinde hapse atılarak susturuluyor. Kendilerine ayak bağı olan sermaye grupları, her ikisi tarafından da tasfiye ediliyor. Ulusal sorunlar her ikisi tarafından demir yumrukla “çözülmeye” çalışılıyor. Putinizm’i açıklamaya çalışırken, bizim de artık karşı karşıya kalabileceğimiz diktatörlükten esintiler bulabilmek mümkün olacaktır.
Putin’in İlk Başkanlık Dönemi
Yeltsin’in istifasının ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri Haziran 2000’de yapılacaktı, ancak Putin’in popülaritesi Çeçen sorunundaki sert ve kararlı tavrından ötürü artışa geçmişti. Başkanlık koltuğunda kalıcı olmak isteyen Putin, seçimleri Mart ayına aldırarak popülaritesini kullanmak istiyordu ve bunda başarılı da oldu. Aradaki zaman belki kısa görünebilir; ancak kırılgan Rus ekonomisi Çeçen Savaşı’nın etkisi, Batı’nın mali baskısı gibi nedenlerden ötürü alarm vermeye başlamıştı ve bu durum Putin’in otoritesini kriz ve yoksulluktan bunalan Rus halkının gözünde kısa sürede yerle bir edebilirdi. Bu yüzden Putin işini şansa bırakmadan seçimleri Haziran’dan Mart’a çekti.
Rusya’da var olan tüm siyasal ve iktisadi çelişkilere rağmen Yeltsin yönetiminin ardından ciddi bir muhalefet gelişememişti. Putin’in en ciddi rakibi Rusya Federasyonu Komünist Partisi lideri Gennadi Zyuganov’du; fakat onun 90’ların sonunda ulaştığı Rus milliyetçisi çizginin Putin’in özellikle Çeçen sorunundaki sertliğiyle donanmış milliyetçiliğiyle boy ölçüşmesi mümkün görünmüyordu. Zyuganov milliyetçi söylemi öyle bir noktaya taşımıştı ki seçim afişlerinde Rus olmasıyla övünüyordu. Zyuganov, Kremlin’in SSCB dağıldıktan sonra “Komünist Parti” gibi bir fenomeni emanet ettikleri sadık ve göstermelik bir isimdi. Diğer komünist tandanslı oluşumlara zaten izin verilmemişti. Putin’in bir diğer ciddi rakibi ırkçı Vladimir Jirinovski’ydi ancak Putin’in Çeçen politikası onun gözlerini kamaştırmış ve Putin’e destek verme noktasına sürüklemişti. Kısacası 2000 başkanlık seçimleri imparatorluk geçmişini özleyen Rus milliyetçiliğinin bir yarışına dönmüştü.
Başkanlık seçimlerinde Putin, aktif olarak başkanlık görevinde olmasının rahatlığıyla devlet imkânlarını sonuna kadar kullandı, uyguladığı politikaları kampanyasının aktif bir parçası haline getirdi. Hatta devlet televizyonunda kendisine ayrılan propaganda zamanını bile kullanmadı. (Ne kadar tanıdık!) Bunun yanında bir yandan serbest piyasa ekonomisine gönülden bağlı olan Putin, önemli olanın Rus sermayesinin gelişimi olduğuna vurgu yaparak iktisadi anlamda da milliyetçiliği elden bırakmayacağını belirtiyordu. Yoksul halkın sorunlarının çözümünden tek kelime etmeden; Rusya’yı yeniden süper güç haline getireceğinden, askeri ve ekonomik kalkınmaya öncelik vereceğinden bahsediyordu. Bunlarla da yetinmiyor eğitim jetleriyle Çeçenistan semalarında kendi kullandığı jetle tur atmak gibi showlarla Rus siyasetinde yeni bir imaj inşa ediyordu.
Tabi ki Putin kampanya döneminde yalnız değildi. Boris Berezovski gibi zengin iş adamları, devlet bürokrasisi ve medya Rusya’nın yakın gelecekteki çarının arkasına dizilmişlerdi.
26 Mart 2000’de yapılan seçime bu şartlar altında giden Putin oyların % 52,9’unu alarak başkan seçildi. En yakın rakibi Zyuganov ise oyların yalnızca % 29,1’ini alabilmişti. Fakat katılımın % 68’lerde kaldığı seçim Rus toplumunun henüz Putin’i kurtarıcı olarak görmediğinin bir kanıtıydı. Elindeki bütün imkânlara rağmen seçimi ilk turda kıl payı kazanmayı başarabilmişti.
2. Çeçen Savaşı
1994-1996 yılları arasında süren savaşın bir kazananı olmamıştı. Savaş farklı görünümlerle devam ediyordu ve artık Çeçen sorunu Rusya’nın yumuşak karnı haline gelmişti. Rus toplumu bir sonraki bombanın nerede patlayacağının tedirginliğini taşıyor, Çeçen halkı ise savaştan yıkılmış bir coğrafyada yaşamaya çalışıyordu. 1996 yılında Çeçen yönetimi ve Yeltsin arasında yapılan ateşkes, savaşı kısa süreliğine rafa kaldırmış gibi görünüyordu. Ta ki 1999 yılında Dağıstan’da başlayan çatışmalar ve Rusya’nın büyük kentlerini kan gölüne çeviren kaynağı belirsiz patlamalara kadar. İşin ilginç yanı hiçbir Çeçen silahlı unsur bu patlamaları üstlenmemişti.
İlk Çeçen savaşının ardından yüz binlerce Çeçen başka kentlere göç etmek zorunda kalmış ve artık problem lokal bir sorun olmaktan çıkmış, Rus siyasetinin ana gündemi haline gelmişti. Büyük kentlerde Çeçenlerin varlığı Rus toplumundaki milliyetçiliği ve düşmanlığı da körüklüyordu. Öte yandan Çeçen direnişi içerisindeki İslami unsurlar da radikalleşme eğilime girmişti. Cahar Dudayev, ardından Aslan Mashadov derken öldürülen her Çeçen liderden sonra liderlik daha köktendinci-Selefi grupların eline geçti. Afganistan ve Bosna’nın ardında Suudi finansmanlı, CIA gözetimli küresel cihatçı şebekenin bir sonraki adresi Çeçenistan oldu. Sivilleri de hedef alan bu Selefi köktenciliğin Çeçen direnişinin liderliğini ele geçirmesi, neticede Rusya’nın işine geldi. Çünkü Çeçen direnişine duyulan sempati, gerek Rusya kamuoyunda gerekse de dünya kamuoyunda azalacak, Putin’in gaddarlığı daha meşru hale gelecekti.
29 Eylül 1999 yılında Yeltsin ve Putin, Çeçenistan’a yönelik ağır bir bombardıman başlattılar ve aynı tarihte kara harekâtına giriştiler. Öncelikli hedef olarak Kafkasya genelinde bir cihat devleti kurmak isteyen Şamil Basayev önderliğindeki cihatçıları Dağıstan topraklarından atmak olarak gösterilse de bu, Rus yönetimi için bahaneydi. Asıl amaç Çeçenistan’daki Aslan Mashadov’u devirmek ve yerine Rus yönetimine bağlı birini getirmekti. 1 Ekim 1999’da Aslan Mashadov hükümeti ve Çeçen Meclisi yasadışı ilan edildi. 8 Haziran 2000 tarihine kadar süren ağır savaş sonucunda Putin, Çeçenistan’ı Rusya’ya bağladığını ilan etti.
Fakat önceki savaşın aksine Putin taktik değişikliğine giderek, Çeçen direnişçilerle mücadeleyi kendisine bağlı “paralı Çeçenlerle” sürdürmeye çalıştı. Birinci Çeçen Savaşı’nda Rusya’ya karşı savaşan Ahmet Kadirov’u Çeçenistan’ın başına getirdi. (Kısaca değinmek gerekirse Ahmet Kadirov ve sonraki yıllarda göreve gelecek olan Ramazan Kadirov Çeçenistan’da Putin yönetiminin mali ve siyasi desteğiyle mafyatik bir yönetim kurdular. Kendilerine muhalif olanları şaibeli yöntemlerle ortadan kaldırırlarken, safahat dolu bir yaşam sürdürmekten geri durmadılar. Çeçen halkı savaş ve yoksulluğun pençesinde yaşam savaşı verirken saraylarında kaplan, timsah gibi vahşi hayvanlar besleyerek Çeçen halkının kaderini elinde tutmaya devam ediyor. Öte yandan aradan geçen 17 yılda Kadirov ailesinin Rusya içerisinde de birçok karanlık işe giriştiği biliniyor ve hatta Putin’in tetikçisi olarak anılıyorlar.)
Çeçen mücahitler ilk savaşta kazandıkları başarı ve dış desteğin getirdiği özgüvenle Rus yönetimini hafife almışlardı. Fakat Putin yönetimi her ne pahasına olursa olsun Çeçen sorununu “çözmeyi” kafasına koymuştu. Yüz binlerce suçsuz sivilin bombardımanlarda ölümü ve yaralanması pahasına! Öte yandan uluslararası anlamda Çeçen mücahitleri zora sokan bir başka gelişme daha yaşandı: 11 Eylül 2001’de El Kaide’nin gerçekleştirdiği ikiz kuleler saldırısı Putin’in eline büyük bir koz vermişti. Yıllarca Çeçen direnişinin arkasında duran Batı besledikleri cihatçılar tarafından vurulmuştu. En azından görüntü o yöndeydi. ABD’nin Afganistan’a yönelik başlattığı operasyonlara sessiz kalan Putin, karşılığında Çeçenistan sorununun demir yumrukla çözümü konusunda yıllardır eleştirel yaklaşan Batı kamuoyunu sessiz kalmaya itmişti.
Başkanlık görevine geldiği ilk yıllarda yaşanan savaş süreci Putin’in nasıl bir rejim inşa etmek istediğinin işaretlerini veriyordu. Savaştan başarılı çıkmanın verdiği güçle Putin gelecek yıllarda ülke içerisinde yeni bir Çarlık istibdadının inşasına girişecek, uluslararası alanda ise tek kutuplu dünyanın bitişini simgeleyen hamleler yapmaya devam edecekti. Gelecek sayıda bu iki ayak üzerinden yükselen Putinizm’in nasıl inşa edildiğinin hikâyesiyle devam edeceğiz.
Yazı dizisinin diğer bölümleri: