Brecht'in Ardından 58 Yıl – Derya Koca
Dünya işçi sınıfının ve tiyatro sanatının en büyük ustalarından biri olan Alman Komünist Bertolt Brecht 58 yıl önce bugün Doğu Berlin’de yaşamını yitirdi.
10 Şubat 1898’de Almanya’nın Ausburg kentine doğan Brecht, şehrin önde gelenlerinden bir ailenin oğluydu. 1917’de dünyayı alt üst eden Ekim Devrimi patlak verdiğinde liseyi yeni bitirmiş bir delikanlıydı. Savaş sonrası dünyanın nihilist eğilimlerinden oldukça nasiplenmişti. Diğer taraftan tiyatroya da yoğun bir şekilde ilgi duyuyordu. Savaşın son aylarında orduda sıhhiye olarak görev yaparken enternasyonalist duruşu güçlenerek geri döndü. İlkoyunlarınıyazmaya başladığı bu dönemlerde henüz Marksist değildi ancak kapitalist toplumların çürümüşlüğünü çok radikal bir biçimde ortaya koyuyordu. O oyunlarından biri Spartaküs’tü veAlman devrimciler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in yardımlarıyla daha sonraki yıllarda Gecenin Davulları adıyla yayınlanmıştır. Bu olağan üstü yıllarda birinci emperyalist paylaşım savaşında milyonlarca insanın sefaletine ve aynı zamanda da isyanına tanıklık etmişti.Proleter ayaklanmalarının kanla bastırılması ile Rosa Luksemburg ve Karl Liebkneckt’in sosyal demokrat hükümet tarafından katledilmesi karşısında derin bir üzüntü duyduğunu söyleyen Brecht ne SPD ne de sonrasında kurulan KPD ( Alman Komünist Partisi) üyesi değildi ve hiçbir zaman da olmayacaktı. Ancak insanlık tarihinin bu hem en trajik hem de en şanlı günlerinde yaşayan bir sanatçı olarak safını proletaryanın safında belirleyecek ve bir komünist olarak üretmeye b aşlayacaktı. O tarihlerde şöyle diyordu:
“Kimse kendisini insanların üzerinde göremeyeceğinden, birbiriyle savaşmakta olan sınıfların üzerinde de göremez. Toplum savaşan sınıflara bölünmüş kaldıkça, ortak bir sözcüye sahip olamaz. Bu durumda sanat için tarafsızlık, yalnızca egemen taraftan yana olmak anlamını taşıyacaktır.” (Bertolt Brecht, Tiyatro İçin Küçük Organon-(Araç), Mitos Boyut Yay., s.53)
1924 yılında Brecht Berlin’e taşındığında Marksizme olan ilgisi en üst noktada idi. Marks’ın Kapital’ini okuduğu dönemde insanlığın sınıf mücadelesi ile ilerlemeye muktedir olabilecek tarihte tiyatronun devrim mücadelesi için bir araç olması gerektiğini savunmaya başladı. Ancak amaca uygun olarak bu aracın kendisi de derimcileşmeliydi. 1926 yılında temellerini attığı “Epik Tiyatro” işte bu amaçla aynı zamanda gelecekte çok büyük bir tiyatro kuramcısı olmasına neden olacaktı. Sadece tiyatronun yetenekli değil kuramcısı değil, yönetmeni, yazarı, tasarımcısı ve her şeyden de öte bir komünist olarak kolları sıvamıştı. Kendisi gibi genç ve sosyalist olan bir çevre içinde hala önemini koruyan pek çok eseri bu tarihten itibaren işçi sınıfına armağan edecekti.
Epik Tiyatro
Antik Yunan’da büyük bir atılım yapmış olan tiyatro sanatı tüm sınıflı toplumların cenderesinden geçerek 20. Yy’a ulaşmıştı. Farklı tarzlar ve konularla bezenmiş olsa da Aristocu tiyatronun idealizmi bir türlü aşılamamıştı. İdealizme ayakları yere basan tek karşı koyuşu ortaya koyan Karl Marks’ın tarihsel maddeci yönteminin tiyatroyu da devrimcileştirmesinin ilk adımları Ekim Devriminden sonraki genç kuşak dinamik bir sanatçı ordusu tarafından atılmıştı. Bu alanda en büyük isimlerin başında Eiseinstein’ın da hocası olan Meyerhold gelir. Brecht, kuramını geliştirirken kendisinden oldukça faydalanmıştır.Brecht, tarihi sınıf savaşımlarının tarihi olarak ortaya koyduktan sonra tiyatronun kralların, tanrıların güzellemesini yapan, insanlığın değişmez bencil “doğa”sını savunan gericiliğinden kurtulması için kolları sıvadı. Çünkü sınıflı toplumların idealist burjuva yaklaşımı tiyatronun kendisinin kitlelerin eğlencesi ya da boş zaman eğlencesi olması pozisyonuna hapsetmişti. Brecht, bunun karşısında bütünlüklü bir mücadele başlattı. Brecht’e göre seyirciler – ki temel hedef kitlesi devrimci bir tiyatronun aslında bir bileşeni olması gereken proletaryadır- pasif unsurlar değildir. Tıpkı tarihin kaderine mahkum birer pasif nesnesi olmadıkları gibi. Gördükleri aracılığıyla dönüşebilir, dönüştüren de olabilirlerdi; bu nedenle izleyicilere izletilenin içeriğinin devrimci olması yetiyordu;yöntemin de bunu sağlamak üzere değiştirilmesi gerekirdi.
Brecht’in “Yabancılaşma” tekniği ne oyuncuların ne de seyircilerin oyun sırasında sahnedeki karakterlerle empati ve özdeşlik kurmamasıdır. Seyirci, oyunu izlerken sahnedekini tüketen bir pasif pozisyona itilmemelidir. Oyun videolar, oyunun kesintiye uğraması, ya da duruma yabancılık yaratacak çeşitli unsurlarla kesilerek seyirciyle iletişim kurmalıydı;bunun bir oyun olduğu izleyiciye anımsatılmalıdır. Olaya bir oyun olduğu bilinciyle dışarıdan bakabilen ve bu yolla taraf seçmesi kolaylaşan seyirciyle etkileşim halindeki oyuncunun ise rolüyle oyun boyunca özdeşlik kurmaması bu tekniğin bir diğer temel prensibidir. Tiyatronun, burjuvazinin işçi sınıfını illüzyonlarla uyuşturan ve pasifleştiren tiyatrosu devrimci bir araç olarak böylece Brecht’in ellerinde yeni formunu kazanmış oluyordu. “Epik Tiyatro, insanların birbirlerine karşı davranışlarındaki toplum ve tarih açısından önemli, yani tipik nitelik taşıyan kesitlerle ilgilenir.… İnsan davranışlarının değişebilirliği, insanın kendisinin ise bazı ekonomik-politik koşullara bağlılığı, ama bu koşulları değiştirme gücüne de sahip bulunduğu sergilenir, Epik Tiyatroda.”( Brecht, Epik Tiyatro, s.167-68 ) Brecht buna tiyatronun tarihselleşmesi diyordu.
Bu perspektifle ortaya koyacağı Ana (Gorki), Carrer Ana’nın Silahları, Cesaret Ana ve Çocukları, Sezua’nın Güzel İnsanları, Galilei Galileo, Kafkas Tebeşir Dairesi, Üç Kuruşluk Opera gibi sayısız eser halen dünyanın dört bir yanında çevirisi yapılan ve oynan eserler arasındadır.
Faşizmin Yükselişi
1933’te Naziler’in iktidara gelmesi ile birlikte hem dünya tarihinde hem de Brecht’tin hayatında belirleyici olacak olan korku dolu yıllar başlamış oluyordu. 1935’te eserleri Naziler tarafından yakıldı. 1939’da ise vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Eserleri yasaklanmıştı.Reichtag yangınından sonra Almanya’dan kaçan Brecht, bu tarihten sonra İsviçre, Danimarka, İngiltere, İsveç,SSCB ve ABD’ye gitti. ABD’de olduğu sıralarda komünist olması nedeniylen yargılandı. 1943’te oğlu İkinci Dünya Savaşı’nda öldü. 1949’da ise hayatının son yıllarına kadar kalacağı Doğu Berlin’e döndü.Burada kendi tiyatrosunu kurdu. Ancak başı bürokrasi ile sıkıntıdaydı. Beklediği özgürlüğü bulamamıştı.
Brecht’e bir zamanlar Marksizm’i öğreten yakın arkadaşları olan Krosh ve Benjamin Nazizmin bu vahşeti ve gerileyen devrim dalgası karşısında sadece umutsuzluğa düşmemişler, aynı zamanda Marksizm – Leninizm karşıtları olarak sağa savrulmuşlardı. Brecht ise her şeye rağmen kendisini devrimci saflarda tarifliyordu. Çevresi, artık SSCB’de iktidarı işçi sınıfının eline bir daha vermemek üzere eline almış Stalinist bürokrasi eline geçtiğinden kendilerini kısa bir süre de olsa sol muhalefette tanımlayacaktı. Hatta Brecht de 1930’ların başında Troçki’yi okuyacaktı. Ancak sonrasında bu tartışmalardan uzak kalmayı tercih etti. Sosyalizmin dünyadaki zaferinin faşizmin uzun erimli yenilgisi olacağını kavrayamadı. Bunun yerine basit ve çok eksik bir denklem olarak Hitler karşında SSCB ve Stalin’in iktidarını tercih etti. Bu dönemlerde kişisel yazışmalarında ve özellikle Benjamin’e mektuplarında Stalin’in otoriter iktidarından sık sık yakınsa da pratikte buna karşı koymadı.Oysa o nefret ettiği baskıcı yönetim burnunun dibindeydi. Yakın arkadaşlarından oyuncu Carola Neher ve Anatol Becker 1936’da tutuklanmıştı. Birçok arkadaşı daha ya hapishanelerde ölür ya da Troçkistlik “suçlaması” ile infaz edilmişti. Aynı zamanda SSCB’nin de en büyük sanat adamları acımasızca susturuluyordu. Brecht’in üstad olarak gördüğü Meyerhold bu iktidar tarafından 1940’ta kurşuna dizilmiş, Mayakovski aynı tasfiye sürecinde intihara sürüklenmişti.Sosyalist gerçekçilik akımı resmi sanat akımı olarak belirlenerek muhalif sesler çıkaran ve farklılığı savunan her türlü sanatçının aforoz edildiği hatta ve hatta öldürüldüğü bu süreçten kendisi de baskı gördü. Cesaret Ana ve Çocukları ile Komün Günleri eserleri ağır sansüre uğradı, yasaklandı. Brecht durumu kabullenmeyi tercih etse de eserlerinde ve 1953’te Berlin işçi ayaklanmasının bastırılmasından sonra yaptığı görüşmelerde rahatsızlığını dile getirecekti. Her şeye rağmen sanatın içtenliğine sıkı bağlarla bağlı olan Brecht bürokrasinin kalıplarına da uymuyordu. Nihayet 1950’lerde yozlaştığı yönünde eleştirilere ve baskıya maruz kalır.
Bürokrasi ile de Stalinizm’in karşısında hiçbir zaman teslimiyet noktasına düşmeyen Brecht her zaman işçi sınıfının en büyük sanatçılarından birisi olma sıfatını hak edecek sayısız başarılı esere imza atmıştır. Faşizme ve kapitalizme karşı mücadelede devrimci inancını hep muhafaza etti. Eserlerinde hiçbir zaman umutsuzluk var olmadı. Bir komünist olarak öldü. Bertolt Brecht’in sanatı hayata da sanata da devrimci bakabilmeyi öğreten çok önemli bir katkıdır.