Boğaziçi Üniversitesi Emekçileri İle Röportaj – 2
Boğaziçi Üniversitesi’nde rektörlük emekçilerin servis hakkına yönelik bir saldırı gerçekleştirdi. Servis sayıları azaltıldı, servis güzergahları anlamsız bir şekilde değiştirilerek emekçilerin şartları kötüleştirilmeye çalışıldı. Boğaziçi emekçileri saldırıyı duyar duymaz eyleme geçti. Eğitim-Sen’in çağrısıyla eylemler yapıldı. Bir hafta süren mücadele sonucunda rektörlük geri adım attı ve emekçiler kazandı.
Eylemlerde de aktif bir şekilde yer alan Boğaziçi Üniversitesi Marksist Fikir Topluluğu üyesi yoldaşlarımızın, emekçilerle gerçekleştirdikleri röportajların ikincisini yayımlıyoruz.
- Öncelikle, bu hafta ve geçen hafta çarşamba günü, servis eylemlerine katılmış mıydınız?
KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesiyim. Sendikanın aldığı tüm kararlara, planlara, eylem kararlarına katılıyorum.
- Bu eylemler hakkında, bu süreç hakkında ve sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz? Taleplerinin çoğunun kabul edildiği söyleniyor, önceki yılın servis sözleşmesine geri dönülmüş, 8 hattın 6sı birleştirilmiş, ihalenin iptal edilmiş.
Şimdi, biz zaten o süreci yakından takip ediyorduk, yeni başlayan bir şey değil bu. 2-3 senedir çalışanların üzerinde devamlı baskılar oluşuyordu. Bu baskılardan ötürü sendikaları zayıflattılar, sonra baskıları güçlendirdiler. Bir düşündüler acaba biz bu örgütlü yapıyı dağıtabildik mi? İşte, önce servisten başladılar, 61 servisi 25’e düşürmüşler, sonra ufak bir tepki gelince 40’a çıkardık dediler.
Ben de gittim görüştüm, bu işleri düzenleyenlerle, idareyle. Dedi abi işte 40’a çıkarttık ama sonra şöyle böyle oldu 52 oldu dedi servisiniz, o sıralar henüz eski haline dönmemişti tabii, sendika karar aldı, eylemleri başlattı. Sendikasız arkadaşlarımız da katıldı, çünkü gerçekten insanın hayat koşullarına yakından dokunuyordu. Çünkü işe gelmek bile başlı başına bir sorun değil mi, büyük şehirde…
Onun için arkadaşlarımız, sendikalı ya da sendikasız, hakikaten bir araya geldik. Bizim temsilcilerimiz de, duyarlı insanlarımız da, siyasal bilinci olan duyarlı arkadaşlarımız da bu işe el attı. Bunu başardık. Eylemler coşkulu oldu tabii. Bizim taleplerimiz zaten haklıydı, yani haksız bir şeye eylem koymamıştı sendika. İnsanlar bu eylemin mantıklı olduğunu anlayınca, inançla gitti bu işin üzerine, bu davaya inandılar, haklı bir davaydı.
Ve idare de bu işe baktı ki, gerçekten emekçi kesimin bu işi ciddiye aldığını gördü. Bunu gerçekten düşündü ve hemen karşılık buldu Rektör, alt yöneticilerine “çözün bu sorunu” dedi. Sendika tabii durdurmadı bu eylemleri bunun üzerine, yani direkt temas sağlanana kadar. En son eylemde temas sağlandı. Dediler biz sendikayla direkt görüşeceğiz, toplandık arkadaşlarla, temsilcilerle, alt-üst birimlerin temsilcileriyle. Yönetim gerçekten bizi ciddiye aldıysa, bu taleplerimizi dikkate almak zorunda kaldı. Hakikaten sendikayı kayda değer şekilde muhataba aldılar. Sorunların çoğu aşıldı, 1-2 sorun kaldı. Onu da “2018’e söz veriyoruz, bu ufak tefek şeyleri de çözeceğiz” dediler. Gerçekten ihaleyi iptal ettiler, geçmiş ihaleyi, yeni bir ihale süreci açıldı. Çünkü servis sayısı arttı, haklar uzadı.
8-10 birleşen servisi zaten ayrılmasını biz de istemiyorduk, kendi kendine ayırdı idare. idare sordu, şikayeti olan var mı dedi, yok dedik; biz de zaten istemiyorduk bölünmesini, biz servisin büyütülmesini istiyorduk. Çünkü, bölündükçe servisler, insanlar birbirinden daha da uzaklaşıyor, ayrı ayrı, bireyselleşiyor, bunlar da sonradan bütünleşti. Şimdi sorunlarımız yavaş yavaş, sağlıklı bir şekilde çözülmek üzere, hatta bitti de yani. Sendika en son bir kutlama şöleni gibi bir şey yaptı son eylemde, yönetim de duyarlı oldu, rektörlük de, bu iş karşılıklı çözüldü; ufak bir sorun kalmış, onun da çözüleceğine inanıyoruz. Sıkıntı kalmadı şu anda.
- Yönetimden bahsetmişken, yönetimin işçilerin bu taleplerine karşı olan tutumuna dair bakışınız nedir? Mesela, sendikanın ve işçilerin, kendileriyle ilgili kararlar alınacağı zaman, bir nevi sürecin dışında tutulduğunu söylediniz, bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Şimdi Türkiye’de bir atmosfer var zaten, biliyorsunuz, bu 2-3 yıllık bir dönemdir böyle: sendikaları tanımamazlık. Böyle, tek başlılığa giden bir süreç vardı, herhalde bizim üniversitenin yönetimi de bunu sağlamaya çalıştı. “Biz sizi ciddiye almayacağız” hesabı, “kendi keyfi uygulamalarımızı yapacağız” şeklinde. Baktı ki bu iş böyle gitmiyormuş, çalışanlarla diyaloga geçmediği müddetçe sonuç alamayacağının farkına vardı çünkü yanında çalışan kendi memurları bile kendisinin kararını tanımayacağını anlayınca bu işi ciddiye aldılar; bu, bizden kaynaklanan bir şey. Çalışan, emekçi kesim tepki göstermeseydi idare zaten fikrini değiştirmezdi.
Ama tabii, örgütlü olmak önemli; geçmişten bu yana yaklaşık bir 20-25 yıldır bu konuya bir çaba sarf edildi; siyasi, ekonomik, demokratik çalışmalar yapıldı burada, sendikanın burada bir yatırımı var. Geçmişten bu yana insanlar tecrübe kazandı, işte sendikaya yapılan operasyonlar, sendikanın ikiye üçe bölünmesi, diğer sendikaların gelmesi… Arkadaşlarımız baktılar ki sendikayı bölünce, iş veren saldırmaya başlayınca, bu durumu fark etti; tek başına hiçbir şey olmuyormuş, bölünerek olmuyormuş. Böyle bir araya gelince güçlü olunduğunun farkına vardılar.
Yoksa, rektörlük de bunun hesabını yapmıştı; işte bunlar rahatlıkla dağıldılar, farklı sendikalara böldük biz bunları, gücü azalttık, şimdi projelerimizi uygulayalım. Ama yanılıyorlar, çünkü hakikaten bu toplumda bir bilinç var, ekilmiş bu. Bir olmayınca, bir arada olmayınca imkânı yok hakların alınmasının. Bir arada olunca gücümüzü birleştiriyoruz. Onun için, yönetimin verdiği bir hak yok, biz hakkımızı kendimiz aldık, kendi irademizle aldık, bilincimizle aldık, bilgimizle aldık.
Hatta sendikadan ayrılmış olan arkadaşlar da dediler “ya arkadaşlar biz geçmişte hata yaptık, tekrar bir arada olalım, birleştirelim gücümüzü; yapılan bu algı operasyonlarının şimdi farkına vardık”. Çünkü, yemekhane haklarımıza saldırılıyor, servis hakkımıza da. En doğal haklarımıza. Yani, yaşamsal haklar bunlar çünkü. İş olmayınca ekmek de olmaz. Adam senin işini elinden alınca ekmeğini de elinden alıyor, o zaman ne oluyor, yaşamın sıkıntıya giriyor. Bu insanlar da bunun farkına vardı.
Kazanımlarımız çalışan insanların bir araya gelmesinden dolayı oldu, üniversitenin bize yeni bir hak verdiği yok, zaten geçmişteki haklarımız bunlar. Hani, servis hakkımız bizim 20-30 yıldır var, bunu kesmeye, gasp etmeye çalışıyordu. Sendika zayıfladı, örgütlü yapı zayıfladı, biz bu projemizi uygulayalım dediler. Başaramadılar.
Biz her zaman çalışanlar olarak birbirimizle temas halindeyiz, birlik beraberlik içindeyiz, tahmin ediyorum, bundan sonra daha da bir arada olacağız.
- Peki, sendikanız hakkındaki düşünceleriniz neler? Bu süreçte neler yaşandı, sendikalar nasıl tavır aldı?
Sendikamız (Eğitim-Sen) zaten baskı altında şimdi. Sendika temsilcilerimizin çoğu tutuklandı zaten, gözaltına alındı, o çocuklara baskılar yapıldı, rahat çalışamıyor o çocuklar. Mesela eylemde, dört bir yanı polis sarmıştı, sivil polisler. Gözdağı veriyorlar yani. Halbuki orada bu insanların en hakkı, en doğal hakkı olan servis hakkını gasp ediyor, sonra hem de bizi suçlu durumda bırakmaya çalışıyor; işin en garip, en esprili tarafı da bu zaten. Doğal olan hakkımızı gasp ediyorsun, sonra bizi yasadışı göstermeye çalışıyorsun, sivil polisleri topluyorsun, gözdağı veriyorsun. Anayasal hakkımız bu, servis hakkımız; anayasada bile var, devlet memurunun, çalışanlarının servis, yemek hakkı, bunlar yaşamsal haklar. Kıyıya köşeye atılacak şeyler değil.
Biz demiyoruz işte efendim bizi neden havuza almadın, bizi neden denize, yazlığa götürmedin; biz işimize gelmeye çalışıyoruz. Onun için, idare buna bir yoklama çekti, baktı yoklama da tutmadı, her ne kadar da sendikalarımız zayıflatılmış olsa da, toplumda bir bilinç var, bir sınıf bilinci. Herkes biliyor ki bugün sesini çıkartmazsan saldırılar artarak devam edebilir. Servisten ücretlere geçecek, ücretten… Yani, belki de iş haddini feshetmeye kadar sanki bir proje uygulamaya çalıştı.
Sendikanın da tabii yabana atılacak bir gücü yoktu. Sendikalı arkadaşlar da, sendika da şubemiz de son anda geldi, başta eylem planı emekçilerden kendiliğinden çıkıyordu. Kampüs dağınık olmadığı için, insan zaten hep bir arada, birbiriyle temas halinde. Eyleme çıkacak ya da çıkarmaya zorlayacak arkadaşlar da birbirlerini tanıyorlar.
Bizim gerçekten hiçbir yasadışı siyasi projemiz yok, bizim amacımız ekonomik. Demokratik talepleri de bir kenara bırak, ekonomik olarak, yaşamsal bir mücadele. Bu çocuklar zaten, bizim burada çalışan arkadaşlar, bizim çok eskilerden mesela. Bu çocuklar, bu gençler gördü ki bu abilerimiz bizi yanlış yönlendirmez, güvendiler. Bu güven birlik beraberliği doğurdu. Bu güç sendikanın gücü değildi sadece, aynı zamanda buradaki çalışanların birbirini tanımasından geliyor. Dışarıdan da tabii öğrenci arkadaşlarımız, duyarlı olanlar; istese de istemese de, babası onun da belki bizim gibi çalışan birisidir, onlar da duyarlı davranıp el attılar meseleye.
Bu eylem haklı olarak gerçekleşti, yerini buldu, ses duyuruldu. Yukarıdan da yankı buldu, hatta genel sekreterlikte bunun olmayacağını, bunun bir daha denenmeyeceğini, çalışanların mağdur edilmeyeceği söylendi. Onlar da taktik olarak sorun çıkarmayacaklarını söylüyor; ama tabii biz daha da hızlı adımlar atacağız birlik beraberliği güçlendirmek için.
Buna herkes uyandı burada. Sendikaya yapılan operasyonun neden yapıldığının farkına vardılar. Bu sendikalılar işte ne, teröristmiş, teröristlere destek oluyormuş, yok efendim… Halbuki bizim hep tanıdığımız bildiğimiz insanlar. 20 yıldır, 30 yıldır, sendikadan da önce bir arada yediğimiz içtiğimiz insanlar. Evine ekmek götürmeye çalışan insanlar. Geçmişte yalandan bizim temsilcilere operasyon düzenlediler, tutuklama yaptılar, gözdağı verdiler; belki olur ya bunlar birbirinden kopar, siner, sindiririz, ama tutmadı bu planları.
Anlattık gördüğümüze, duyduğumuza. Bir arada olursak, bir olursak, bize saldırıları geri teper. Hepsi de inandı buna, anladı, doğruladı bunu. Dediler ki, biz sendikadan ayrıldık ama, geri döneceğiz, nasıl döneceğiz? Benim diyeceğim bir şey yok, çekeceksin istifa mektubunu geri. İşte dediler biz seni yıllardır gördük duyduk beraber çalıştık, sizin bu Eğitim-Sen’de olan arkadaşların yanlışını görmedik, bak görüyorsun şu Eğitim-Bir-Sen, hiç umurlarında mı? Bizim burada Eğitim-Bir-Sen de var, Kamu-Sen de var; Kamu-Sen’in esamesi okunmuyor gerçi de, Eğitim-Bir-Sen… Soruyorlarmış, abi bu konuda ne yapıyorsunuz diye. İlgileniyoruz diyorlar. İlgileniyorsunuz da ne yapıyorsunuz sanki. İş işten geçiyor, bir çare bulun diyorsun…
Şimdi okulun idaresi bizi tanımaya başladı, sanki yeni tanıyormuş gibi. Ne kadar şeffaf, nezaketli davranıyorlar. “Biz de istemiyorduk da”; “yok Ankara’dan bütçe alamıyoruz da”, bilmem ne de… Ya kardeşim, bu Ankara zaten bilmiyor mu burada kaç tane insanın çalıştığını, servise bindiğini; bu insanların Kartal’dan, Bostancı’dan nasıl geleceğini. Çocuğunu okula getiriyor, kreşe getiriyor, yürüyemeyeceğini, yürüye yürüye gelemeyeceğini… Bunların bilincinde bizim idare.
Biz huzursuzluk istemiyoruz; işimize, ekmeğimize sahip çıkıyoruz. Kendimize, geleceğimize sahip çıkıyoruz. Her şeyi, mutlulukla sonuçlandırdığımızı tahmin ediyorum. İnşallah kötülük bir daha olmaz.
- Az önce öğrencilerden bahsettiniz, bu konuyla ilgili bir soru sorayım, eyleme olan işçi katılımını, öğrenci katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence çalışanlar ile öğrenciler arasında büyük bir kopukluk var tabii. Ama bizim öğrenci arkadaşlarımız gerçekten çok nezaketli, eğitimli çocuklar; tabii bunların arasında siyasi bilinci güçlü olan çocuklarımız var, emeğe saygılı olmak… Ama genel olarak düşündüğümüzde hakikaten çok nezaketli öğrencilerimiz. Tabii ki onların bize verdiği destek, onur verdi bize yani. Bir de çalışanlar açısından, siyasi bilinci olmayan arkadaşlar şöyle düşündü; ya bakın demek ki biz ne kadar haklıyız bak öğrenci bile bizi destekliyor.
Öğrenci arkadaşlarımız da, az da olsa, şöyle bir gözlemledim. Hepsi sıradan, anası babası çalışan, bizi anlayan çocuklar. Çok zengin öğrenci arkadaşlarımız, hakikaten çok nezaketli ama bizim halimizden neyi anlayacak ki. Bakıyordur, uzaktan bakanlar da vardı; acaba bunlar niye bağırıyor ya? Bizim canımızın yandığını onlar anlayamaz ki. Tabii, o çalışan mesela, ailesi işçi, memur olan arkadaşlar bizi çok iyi anlıyor. Ne demek diyor, yani, düşün babamın servisi yok oluyor. Anladığı için destek veriyor, yanımızda olduğunu söylüyor. İçimizden birisi gibi.
Bazı kendisini bilmeyen, hiçbir sınıf bilinci olmayan memur arkadaşlar da anlamıyor, diyor “ya baksana öğrenciler de bize destek veriyor”. Arkadaşlar, zaten taleplerimiz ortak. Ben gelmezsem bu sınıf açılmazsa zaten öğrenci giremez. Ben olmazsam, burayı temizlemezsem olmaz, bu çocuklar bunun bilincine varmış bence. Burada çalışan mutlaka huzurlu olması lazım ki biz de huzurlu olalım. Yani, huzurlu olmayan bir insan hizmet üretemez, dimi? İşin gerçeği bu.
Öğrenci arkadaşlar da bu eyleme bilinçli olarak katıldı, ama o bilgisi birikimi olmayan arkadaşlarımız uzaktan bakıyordu, acaba bunlar niye bağırıyor, neye bağırıyor, sorun ne, servis ne. Hatta servisin ne olduğunu bilmeyen öğrencilerimiz var, hocalarımız da var hatta. Ben böyle çalışıyorum, hoca diyor ki ne servisi ya? Hocam diyorum, benim 5’te çıkmam lazım, servise yetişmem lazım. Diyor ne servisi. Burada 20-30 yıl hocalık yapmış, ama servisin ne olduğunu bilmiyor. Bir servis var bizi evimize götürüp, evimizden işimize getiren, bunun farkında değil. Burada bir toplumsal araç olduğunun farkında değil.
Bilinçli öğrenciler, anası babası emekçi olan çocuklar bu işin farkına vardı, biz de mutlu olduk desteklerinden. Çünkü gören, duyan memur arkadaşlar diyor, bak ne kadar haklıyız öğrenciler bile destek veriyor… Ya, tabii ki haklıyız, haksız olsak ne işimiz var. Tabii ki biz haklıyız, hakkımız gasp ediliyor…
- Eyleme destek veren öğrencilerden bahsettik ama uzaktan bakanlar da var dediniz. Bu konuda onlara da ulaşmak için neler yapılabilir?
Şimdi, şöyle bir şey de var, dikkat edelim, aileler diyor ki aman olaylardan uzak dur. Mesela benim kızım da üniversiteye gidiyor, İstanbul Üniversitesi’nde; annesi biraz daha hassas aman kızım işte öyle olaylar olduğu zaman uzak dur. Ben de diyorum ki, dursun da, nereye kadar dursun? Dikenin insana batmasını, kılıcın gırtlağa dayanmasını mı bekleyeceksin? Tabii ki yani bu çocuk da kendince haklıyı haksızı görüp haksıza tepki gösterecek.
Ama, bazı aileler diyor uzak dur, annesinden babasından bunu alan çocuklar haklı olduğunu görse de senin yanında yer alamıyor; “annemi babamı üzmeyeyim, kırmayayım”. O çocuklar kendince haklı tabii, biz onları yadırgamıyoruz gelip de destek vermediler diye. O çocuklarımızın ekonomik koşulları, kendi ayakları üzerinde duramadığı için annesinin babasının kontrolü altında işte. Onun etkisi var.
O çocuğa biz şimdi tepki gösteremeyiz uzaktan baktı diye, niye gelip bizim gibi bağırmadı, işçiyiz haklıyız kazanacağız diye. O çocukların hiçbir suçu yok, ileride anlar, haklı olan tarafa geçme ihtimali %80’dir. Haklı tarafa geçer, kendi özgür iradesini sağladığı zaman, ekonomik koşulları sağladığı zaman. Ailelerimiz hassasiyetle bakar bu konulara, biz de öyleyiz. Ama bunun yanında, haklı olan yere de gitme deyince, bir noktada da haksızlık yapmış olursun, orada bir toplumun bir hakkı gasp oluyor. Aman oğlum orada gözükme deme şansımız yok, denilmemesi gerekiyor.
Bize katılan çocukların, tahmin ediyorum belki buralarda, lisede almış o bilinci; ailesini kırsa da, üzülse de haklı tarafta bulunacağım diyor, özgür iradesini kullanıyor. Ha o çocuklara, öğrencilerimize hiç kızmam yine de ben, katılımından ya da katılmamasından dolayı tepki koyayım, kızayım olmaz. Buna kim kızar, bilinci olmayanlar kızar, çünkü o insanların da kendine göre altyapıları var, üstyapıları var, müsait olmadığı durumları var. Adamın sınavı vardır yarın, sen adama haksızlık edersin.
Ama buradaki eylem, eylem tarzı, ortamı, çok neşeli ve mutluydu, bu sağlandı; insanlar düğüne gidercesine geldiler gülerek geldiler. Eylem bir şölene dönüştü hatta. Bize de soruyorlar, niye bitirdiniz eylemi; dedim arkadaşlar hak gasp edilince eylem olur, durup dururken biz buraya eylem koyalım, olmaz; eylemin haklı tarafları olmalı. Gerçekten, böyle düşünenler oldu. Hiçbir sınıfsal, toplumsal mücadelede bulunmayan, sıradan çalışan insanlar, bunun sıcak ortamını gördü mü… İnsanlar bir araya gelince ne olur, sıcak bir ortam sağlanır, eğlenceli bir ortam. Istıraplı olsa bile o acıyı bile paylaşırsın, hafifler. Oradaki o ortak sorunu bütün insanlar paylaşınca, öğrenci, çalışan, o bir şölene dönüşünce o sıcak ortamı her zaman bekliyor.
- Servislerde çocuklarıyla gelen personel için ayrıca ücret isteniyormuş?
Biri de benim onlardan. “Çocukzede”
- Buna nasıl bakıyorsunuz peki?
Hani diyorlar ya, devlet memuruysan devlet anasından babasından çocuğundan sorumludur, hastanede para almazlar, falan. Bu süreçle beraber, ben iki çocuk büyüttüm, ikisi de burada kreşine gitti, birincisinden hiçbir para talebi olmadı, ikincisinden ise (11 yaşında) 9.5 yaşından beri para istediler. Ne parası dedik, Sayıştay geldi de bilmem ne yaptı da diretti de… Emsal baktık, hiçbir yerde hiçbir kurumda, devlet kurumunda çocuklar için ayrı bir para alınmıyor. Ben ödemem dedim. İdareye çağırdılar, bütçeden çağırdılar, ödemem dedim. Ne gerekiyorsa yapın, mahkemeye verin. Sendika da zaten bu işe tepki gösterdi. Çocuğu olan herkes tepki gösterdi. Yaklaşık 60-70 kişi vardık bu tepkide.
Şimdi bunları çağırmışlar, okulun avukatı çağırmış, tek tek almışlar, üstü kapalı tehditle, başın belaya girer demişler; kiminin lojmanda kalma isteği var, lojmanla ilişkisi var, makam mevki isteği var idareyle kötü düşmeyeyim diye 60-70 kişiden yaklaşık 30-40 kişiye düştük tepki koyanlar olarak. Şöyle düşünelim, kendimden yola çıkıyorum, mesela evimde bir musluk bozuluyor, çağırıyorum adamı, adamın parasını veriyorum yemeğini de veriyorum ayriyeten. Adam benim için çalışıyor zaten, ben ondan daha ne bekleyeyim, nasıl bir kaynak talep edeyim? Ben zaten sana çalışıyorum ki! Buna tepki göstermezsin de neye tepki gösterirsin. Tabii elimizi kolumuzu penseyle sıkacak hali yok, ama sıkıyor bir şekilde. Düşündüğün zaman, akıl mantık dışı bir şey.
Dedik hayrola, ne parası bu; dediler Sayıştay, denetlemiş de… Biz de bu işin detayına girdik. Ya bu doğru mu acaba, Sayıştay niye böyle şey yapsın, Ankara hiçbir yeri denetlememiş de bizi mi denetlemiş… Araştırdık ki, Sayıştay orada bir kayıt görüyor, bir para görüyor, ne bu diye soruyor. Onlar da diyor ki, bu servisle alınan çocukların parası, bazıları bir para yatırmış ya, o para. Sayıştay da diyor ki, ha ben denetlerim bu parayı, akıbetini sorarım nereye gidiyor. Öğrendik ki, Sayıştay bunlar bizden para alsın demiyor, ama parayı alırsan bu paranın akıbetini soruyor haklı olarak. E bunu niye böyle yazdınız, yok bilinçsizce oldu yok şöyle yok hata olmuş… Derken, uzun bir tepkinin ardından bizi mahkemeye verdiler, haciz çıktı, ben gittim itiraz ettim. Tekrar mahkemeye vermişler, Mart’ın 13’ünde, Çağlayan’da yargılanıyor…
Biz, sendika olarak karşı dava açtık, bekliyoruz sonucunu. Bunu hoş görecek bir insanın olacağını tahmin etmiyorum. Biz zaten bu kuruma çalışıyoruz, kurum benden para bekliyor. Akıl tutulması. Yönetim de zaten bu eylemlerle birlikte, niye başından böyle söylemediniz diyor. Sendikacı arkadaşlar, temsilciler de bu işe el atmış, demiş siz bunu başından söyleseydiniz adam çocuğunu belki mahallesine alırdı, başka bir okula verirdi, buraya gelmezdi, bunu neden önceden söylemediniz. Şimdi demiş, bunu ispatlayın da biz sizi affedelim. Yaptıklarının yanlışını bizden soruyorlar, gel barışalım diyor sonra. Vergi barışı gibi. Gel uzlaşalım. Neyini uzlaşacağım kardeşim, benim yaptığım bir hata yok ki uzlaşayım. Sen gelip benden durup dururken para gasp etmeye çalışıyorsun, ben seninle neyi uzlaşayım. Artık mahkemeye intikal etti, ne olursa olacak…
Tabii insanları bireysel olarak tedirgin ediyorlar, mobbing uyguluyorlar. Servislerde, adam çocuğunu bindiriyor da para vermiyor diye konuşmalar… Dışlama gibi bir şey. İdare tarafından, idarenin adamları tarafından. Bana da dediler, ben de dedim kardeşim, ben kimsenin hakkına girmiyorum, taciz etmiyorum, gasp etmiyorum; ben bu kuruma çalışıyorum ve faydalanmak zorundayım bu kurumun nimetlerinden.
Madem bu konuda haklılar, neden maaş bordrosundan kesmiyorlar? Kesemiyorlar çünkü! Yönetim haksız bir uygulama yapıyor, yönetim karar almış. Dedim hocam, peki yönetim 1000 lira karar almış, biz 1000 lira mı ödeyeceğiz size? “O kadar da değil” dedi. Ben senin merhametli olduğunu, olacağını nereden bileyim? Düşün yani 2000 lira para aldı çocuk başına, ne yapacağım, boyun eğeceğim al 2000 lirayı. O çocuk paraları falan saçma sapan bir şeydi, idare yumuşatmaya çalışıyor işte, zannediyorum ki vazgeçecekler.
Bunlara da göz atın!
Boğaziçi MFT: MÜCADELE KAZANDIRIR!
Boğaziçi Üniversitesi Emekçileri İle Röportaj – 1
Boğaziçi Üniversitesi’nde Emekçilerden Servis Eylemi