Bizim Tayyip Üfüredursun Eğit(ilip) Donat(ılanlar) El Kaide’ye Katılıyor (Çağın Erdinç)
Bilindiği gibi ABD, Suriye’ye dair “Eğit-Donat” politikasını uygulayacaklarını açıkça ilan etmişti. ABD’nin Eğit-Donat politikasıyla kabaca öngördüğü şey şuydu: “Suriye’deki ılımlı muhalefeti eğit, onlara sahada stratejik, lojistik destek ver ve söz konusu örgütleri, radikal unsurlara karşı savaşmak konusunda yetkin hale getir!”
Suriye’de Esad’ın devrilmesini kendi perspektifinden bir mihenk taşı olarak gören RTE, bu fikrin üzerine zıplamış durumda. Dilinden düşürmediği bir plan oldu çıktı bu eğit-donat. Hatta ABD’nin bu konudaki yavaşlığından şikayetçi, bu işin yatacağından korkuyor. RTE, her zamanki stratejik sığlıyla IŞİD’e karşı oluşturulan ABD önderliğindeki koalisyonun Türkiye’den beklentilerinin karşılanması için eğit-donat planının etkili bir şekilde uygulanmasını kendi çapında şart koşup bir çeşit baskı yaratmaya çalışıyor. Bu yüzden de her fırsatta IŞİD’den çok daha fazla Esad’a çatıyor. Ne var ki Suriye iç savaşı sahasında yaşananlar eğit-donat planını suya düşmekte olduğunu gösteriyor.
ABD İpleri Elinde Tutmakta Zorlanıyor
ABD’nin eğit-donat stratejesinin tutarsızlığı, Suriye’de ortaya çıkan silah skandalıyla bir kez daha gün yüzüne çıktı. ABD’nin Suriye’de IŞİD’e ve El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’ne karşı “ılımlı” diye adlandırdığı gruplar radikallere katıldı. ABD’nin Esad’a ve IŞİD’e karşı silahlandırıp eğittiği Hareket Hazm ve Suriye Devrimcileri Cephesi(SDC) örgütleri, İdlib’deki El Kaideci Nusra saldırısı karşısında tutunamayarak silahlarıyla birlikte teslim oldu. Böylece ABD’nin “ılımlılara” verdiği silahlar, El Kaide’nin eline geçti. Epey sayıda “ılımlı” militan da El Kaide saflarına katıldı. İki örgütün aldığı silahlar arasında GRAD roketleri ve TOW anti-tank füzeleri bulunuyordu. Suriye iç savaşı sahasında kimsede bulunmayan bu silahlar, şimdi El Kaide ve IŞİD’in eline geçmiş oldu.
Hareket Hazm militanları, silahları ve silah depoları ile birlikte teslim olurken Nusracılar, Suriye Devrimcileri Cephesi’nin karargahı olarak bilinen Deyr Sinbal’i ele geçirdi. Suriye Devrimcileri Cephesi, Hama’da da Nusra karşısında büyük bir gerileme kaydetti.
Hareket Hazm’ın İdlib’de tek kurşun atmadan El Nusra’ya teslim olduğu belirtilirken Halep’te aralarında Mücahid Ordusu, İslami Cephe bileşenleri, Hareket Hazm ve El Nusra’nın da bulunduğu örgütler ateşkes imzaladı.
Suriye Devrimcileri Cephesi lideri Cemal Maruf, Independent’a verdiği bir mülakatta, El Kaide ile savaşmadıklarını, bunun kendi problemleri olmadığını söylemişti. Maruf ayrıca, Nusra Cephesi ile silah paylaştıklarını da itiraf etmişti. Suriye Devrimcileri Cephesi ile Nusra Cephesi, Suriye’nin İsrail sınırındaki Kuneytra bölgesinde de orduya birlikte saldırmışlardı.
Böylece ABD’nin Suriye’deki Eğit-Donat politikasının saçmalığı fiilen gün yüzüne çıkmış oldu. Çünkü Suriye iç savaşı sahasında “ılımlı” olarak adlandırılabilecek güçler ya hiç olmadılar ya da süreçte eriyip gittiler. Nitekin bu örgüt militanlarının zoru görünce hiç çekinmeden en fanatik El Kaide yapılanmalarına katıldıkları defalarca görünmüştü.
Vurgulamak gerekir ki sözünü ettiğimiz olay, ABD’nin Eğit-Donat stratejisinin ilk başarısızlığı değil. ABD, aynı stratejiyi geçmişte Pakistan’da da uyguladı. CİA desteğiyle uygulanan Eğit-Donat politikasıyla Afganistan’da savaşan İslamcı guruplara Pakistan’da eğitim verildi. ABD, bu eğitimlere toplamda yaklaşık 3 milyor dolar harcadı. Sovyetler Afganistan’dan çekildikten sonra, Afgan mültecilerin yerleştirildiği Diyubendi Medresesi, başlarda temsil ettiği “ılımlı İslam” çizgisinden hızla uzaklaştı ve Selefi yola dümen kırdı. Hatta Taliban, bu medresenin içerisinde örgütlenerek ortaya çıktı. ABD’nin parasıyla eğitilip donatılan Diyubendi Medresesi’nin süreç içerisinde selefileşmesi, bugün yaşadığımız sürece tarihin aynasından baktığımızda son derece önemli bir olay.
Halkların Kaderi ABD’nin Him Umrunda Olmaz
ABD, geçmişte uyguladığı hatalı stratejilerinin sonuçlarını görmezden gelerek bugün aynı stratejiyi Suriye sahasında deniyor. Yani SSCB’ye karşı aşırı fanatikler destekleniyor, Esad’a karşı da öyle. İleride bunlar yoldan çıkıp ABD’ye silah doğrulturlarsa? ABD de bunu istiyor zaten. Bu örgütlerden ABD hiçbir zaman çekinmedi. Hatta terörle mücadele gerekçesiyle bu örgütler, Ortadoğu’daki ABD askeri varlığına gerekçe oldular. Bu örgütlerin fanatizminin bölge halklarına neler çektireceği tabi ki ABD’nin umrunda olmayacaktır.
Pakistan’da, Afganistan’da, Irak’ta ve Ortadoğu’nun genelinde tarihin bizlere öğrettiği ve hala öğretiyor olduğu net bir şey var: İslamcı grupların arasındaki çizgiler son derece muğlaktır! Dün “ılımlı” dediğiniz bir grubun bugün “radikal” grupların arasında savaşıyor olmasına şaşırmamak gerekir. Zira, Pakistan’daki Diyubendi Medresesi de başlarda “ılımlı” bir karaktere sahip gibi görünüyordu; fakat süreç ilerledikçe bu ılımlı gibi gözüken medrese selefileşti ve içerisinden “Taliban” gibi bir örgütü çıkarttı. Savaşan İslamcı grupların “fıtratında” değişkenliğin ve geçişkenliğin olduğunu vurgulamak lazım. Güçlü olan radikal İslamcı grubun ya da grupların yazdığı başarı öyküleri, “ılımlı” İslamcı gruplarda çekim etkisi yaratır.
IŞİD’e doğru yaşanan ciddi militan akışını da bu perspektiften değerlendirmek lazım. IŞİD, Suriye ve Irak’ta sarsılmaz gibi görünen bir yenilmezlik miti oluşturdu. Bu yenilmezlik mitinin yarattığı çekim etkisi o kadar büyük oldu ki Körfez ülkelerinden, Türkiye’den, Avrupa’nın birçok bölgesinden ve tabi Afganistan ve Pakistan’dan gelen insanlar, ‘’Allah yolunda cihad eden yenilmezlerden kurulu’’ bu orduya akın etti. Bir noktayı önemle vurgulamak gerekir: IŞİD’in Avrupa’ya kadar ulaşan çekim etkisi, gayet tabii savaş sahalarını da etkiledi. Örneğin Irak’taki birçok kesim IŞİD’e destek verme kararı aldı. IŞİD, Maliki yönetimine isyana katılan selefi gruplardan Mücahitler Ordusu ile Ensar el Sünne’den Türkiye’nin himaye sunduğu Tarık Haşimi’nin bağlantılı olduğu Müslüman Kardeşler’in Irak uzantısı Hizbi İslami’ye ve daha ulusalcı karakter arz eden İslam Ordusu ve 1920 Devrim Tugayları’ndan Saddamcıların yönettiği Nakşibendi Ordusu’na kadar çok geniş kesimlerin desteğini aldı. Örneğin Saddamcılar yani Irak’taki Eski Baasçılar uyguladığı İslami tedbirler açısından “radikal” olarak görülmüyordu; fakat bugün bu “ılımlı” grubun oluşturduğu Nakşi Ordusu IŞİD’in yanında savaşıyor. Keza, Müslüman Kardeşler’in Irak uzantısı Hizbi İslami ve ulusalcı olarak nitelenen 1920 Devrim Tugayları da Irak’ta “ılımlı” olarak nitelenen gruplar arasındaydı; ancak dün ılımlı olarak görülen Irak’taki bu gurupların çoğu artık IŞİD’e destek veriyor. Hatta birçoğu bizzat IŞİD saflarında savaşıyor.
Tekrar ve ısrarla vurgulamakta fayda var: sahada savaşan islamcı grupları “radikal” ve “ılımlı” diye nitelerken bu kavramların arasındaki muğlaklığa dikkat etmek lazım. Irak’ta olduğu gibi bugün Suriye’de savaşan guruplar sahadaki radikallere teslim oluyor ve ABD’nin Eğit-Donat politikası bir kez daha halklara karşı ölüm politikası haline geliyor. Dün Taliban’ı yaratan ABD bugün göz göre göre IŞİD ve Nusra gibi terör örgütlerini besliyor.
Bilindiği gibi ABD, Suriye’ye dair “Eğit-Donat” politikasını uygulayacaklarını açıkça ilan etmişti. ABD’nin Eğit-Donat politikasıyla kabaca öngördüğü şey şuydu: “Suriye’deki ılımlı muhalefeti eğit, onlara sahada stratejik, lojistik destek ver ve söz konusu örgütleri, radikal unsurlara karşı savaşmak konusunda yetkin hale getir!”
Suriye’de Esad’ın devrilmesini kendi perspektifinden bir mihenk taşı olarak gören RTE, bu fikrin üzerine zıplamış durumda. Dilinden düşürmediği bir plan oldu çıktı bu eğit-donat. Hatta ABD’nin bu konudaki yavaşlığından şikayetçi, bu işin yatacağından korkuyor. RTE, her zamanki stratejik sığlıyla IŞİD’e karşı oluşturulan ABD önderliğindeki koalisyonun Türkiye’den beklentilerinin karşılanması için eğit-donat planının etkili bir şekilde uygulanmasını kendi çapında şart koşup bir çeşit baskı yaratmaya çalışıyor. Bu yüzden de her fırsatta IŞİD’den çok daha fazla Esad’a çatıyor. Ne var ki Suriye iç savaşı sahasında yaşananlar eğit-donat planını suya düşmekte olduğunu gösteriyor.
ABD İpleri Elinde Tutmakta Zorlanıyor
ABD’nin eğit-donat stratejesinin tutarsızlığı, Suriye’de ortaya çıkan silah skandalıyla bir kez daha gün yüzüne çıktı. ABD’nin Suriye’de IŞİD’e ve El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra Cephesi’ne karşı “ılımlı” diye adlandırdığı gruplar radikallere katıldı. ABD’nin Esad’a ve IŞİD’e karşı silahlandırıp eğittiği Hareket Hazm ve Suriye Devrimcileri Cephesi(SDC) örgütleri, İdlib’deki El Kaideci Nusra saldırısı karşısında tutunamayarak silahlarıyla birlikte teslim oldu. Böylece ABD’nin “ılımlılara” verdiği silahlar, El Kaide’nin eline geçti. Epey sayıda “ılımlı” militan da El Kaide saflarına katıldı. İki örgütün aldığı silahlar arasında GRAD roketleri ve TOW anti-tank füzeleri bulunuyordu. Suriye iç savaşı sahasında kimsede bulunmayan bu silahlar, şimdi El Kaide ve IŞİD’in eline geçmiş oldu.
Hareket Hazm militanları, silahları ve silah depoları ile birlikte teslim olurken Nusracılar, Suriye Devrimcileri Cephesi’nin karargahı olarak bilinen Deyr Sinbal’i ele geçirdi. Suriye Devrimcileri Cephesi, Hama’da da Nusra karşısında büyük bir gerileme kaydetti.
Hareket Hazm’ın İdlib’de tek kurşun atmadan El Nusra’ya teslim olduğu belirtilirken Halep’te aralarında Mücahid Ordusu, İslami Cephe bileşenleri, Hareket Hazm ve El Nusra’nın da bulunduğu örgütler ateşkes imzaladı.
Suriye Devrimcileri Cephesi lideri Cemal Maruf, Independent’a verdiği bir mülakatta, El Kaide ile savaşmadıklarını, bunun kendi problemleri olmadığını söylemişti. Maruf ayrıca, Nusra Cephesi ile silah paylaştıklarını da itiraf etmişti. Suriye Devrimcileri Cephesi ile Nusra Cephesi, Suriye’nin İsrail sınırındaki Kuneytra bölgesinde de orduya birlikte saldırmışlardı.
Böylece ABD’nin Suriye’deki Eğit-Donat politikasının saçmalığı fiilen gün yüzüne çıkmış oldu. Çünkü Suriye iç savaşı sahasında “ılımlı” olarak adlandırılabilecek güçler ya hiç olmadılar ya da süreçte eriyip gittiler. Nitekin bu örgüt militanlarının zoru görünce hiç çekinmeden en fanatik El Kaide yapılanmalarına katıldıkları defalarca görünmüştü.
Vurgulamak gerekir ki sözünü ettiğimiz olay, ABD’nin Eğit-Donat stratejisinin ilk başarısızlığı değil. ABD, aynı stratejiyi geçmişte Pakistan’da da uyguladı. CİA desteğiyle uygulanan Eğit-Donat politikasıyla Afganistan’da savaşan İslamcı guruplara Pakistan’da eğitim verildi. ABD, bu eğitimlere toplamda yaklaşık 3 milyor dolar harcadı. Sovyetler Afganistan’dan çekildikten sonra, Afgan mültecilerin yerleştirildiği Diyubendi Medresesi, başlarda temsil ettiği “ılımlı İslam” çizgisinden hızla uzaklaştı ve Selefi yola dümen kırdı. Hatta Taliban, bu medresenin içerisinde örgütlenerek ortaya çıktı. ABD’nin parasıyla eğitilip donatılan Diyubendi Medresesi’nin süreç içerisinde selefileşmesi, bugün yaşadığımız sürece tarihin aynasından baktığımızda son derece önemli bir olay.
Halkların Kaderi ABD’nin Him Umrunda Olmaz
ABD, geçmişte uyguladığı hatalı stratejilerinin sonuçlarını görmezden gelerek bugün aynı stratejiyi Suriye sahasında deniyor. Yani SSCB’ye karşı aşırı fanatikler destekleniyor, Esad’a karşı da öyle. İleride bunlar yoldan çıkıp ABD’ye silah doğrulturlarsa? ABD de bunu istiyor zaten. Bu örgütlerden ABD hiçbir zaman çekinmedi. Hatta terörle mücadele gerekçesiyle bu örgütler, Ortadoğu’daki ABD askeri varlığına gerekçe oldular. Bu örgütlerin fanatizminin bölge halklarına neler çektireceği tabi ki ABD’nin umrunda olmayacaktır.
Pakistan’da, Afganistan’da, Irak’ta ve Ortadoğu’nun genelinde tarihin bizlere öğrettiği ve hala öğretiyor olduğu net bir şey var: İslamcı grupların arasındaki çizgiler son derece muğlaktır! Dün “ılımlı” dediğiniz bir grubun bugün “radikal” grupların arasında savaşıyor olmasına şaşırmamak gerekir. Zira, Pakistan’daki Diyubendi Medresesi de başlarda “ılımlı” bir karaktere sahip gibi görünüyordu; fakat süreç ilerledikçe bu ılımlı gibi gözüken medrese selefileşti ve içerisinden “Taliban” gibi bir örgütü çıkarttı. Savaşan İslamcı grupların “fıtratında” değişkenliğin ve geçişkenliğin olduğunu vurgulamak lazım. Güçlü olan radikal İslamcı grubun ya da grupların yazdığı başarı öyküleri, “ılımlı” İslamcı gruplarda çekim etkisi yaratır.
IŞİD’e doğru yaşanan ciddi militan akışını da bu perspektiften değerlendirmek lazım. IŞİD, Suriye ve Irak’ta sarsılmaz gibi görünen bir yenilmezlik miti oluşturdu. Bu yenilmezlik mitinin yarattığı çekim etkisi o kadar büyük oldu ki Körfez ülkelerinden, Türkiye’den, Avrupa’nın birçok bölgesinden ve tabi Afganistan ve Pakistan’dan gelen insanlar, ‘’Allah yolunda cihad eden yenilmezlerden kurulu’’ bu orduya akın etti. Bir noktayı önemle vurgulamak gerekir: IŞİD’in Avrupa’ya kadar ulaşan çekim etkisi, gayet tabii savaş sahalarını da etkiledi. Örneğin Irak’taki birçok kesim IŞİD’e destek verme kararı aldı. IŞİD, Maliki yönetimine isyana katılan selefi gruplardan Mücahitler Ordusu ile Ensar el Sünne’den Türkiye’nin himaye sunduğu Tarık Haşimi’nin bağlantılı olduğu Müslüman Kardeşler’in Irak uzantısı Hizbi İslami’ye ve daha ulusalcı karakter arz eden İslam Ordusu ve 1920 Devrim Tugayları’ndan Saddamcıların yönettiği Nakşibendi Ordusu’na kadar çok geniş kesimlerin desteğini aldı. Örneğin Saddamcılar yani Irak’taki Eski Baasçılar uyguladığı İslami tedbirler açısından “radikal” olarak görülmüyordu; fakat bugün bu “ılımlı” grubun oluşturduğu Nakşi Ordusu IŞİD’in yanında savaşıyor. Keza, Müslüman Kardeşler’in Irak uzantısı Hizbi İslami ve ulusalcı olarak nitelenen 1920 Devrim Tugayları da Irak’ta “ılımlı” olarak nitelenen gruplar arasındaydı; ancak dün ılımlı olarak görülen Irak’taki bu gurupların çoğu artık IŞİD’e destek veriyor. Hatta birçoğu bizzat IŞİD saflarında savaşıyor.
Tekrar ve ısrarla vurgulamakta fayda var: sahada savaşan islamcı grupları “radikal” ve “ılımlı” diye nitelerken bu kavramların arasındaki muğlaklığa dikkat etmek lazım. Irak’ta olduğu gibi bugün Suriye’de savaşan guruplar sahadaki radikallere teslim oluyor ve ABD’nin Eğit-Donat politikası bir kez daha halklara karşı ölüm politikası haline geliyor. Dün Taliban’ı yaratan ABD bugün göz göre göre IŞİD ve Nusra gibi terör örgütlerini besliyor.