“Bir Yaşam Kavgası”: Bergama Direnişi

“Bir Yaşam Kavgası”: Bergama Direnişi

90’lı yıllarda Bergama’da altın madenine karşı verilen mücadele, Türkiye’de çevresel hareketlerin gelişiminde özel bir öneme sahiptir. Türkiye Bergamalıların yükselttiği sesle ilk kez siyanürlü altın arama vakasını yakından duyarken; Bergamalı köylüler gelecek kuşaklara örnek teşkil edecek bir deneyimi miras bırakmışlardır.

Bergama Direnişi Nasıl Başladı, Nasıl Gelişti? 

16 Ağustos 1989’da Eczacıbaşı’na Bergama’da 17 köyü kapsayan bir alan üzerinde altın arama ve çıkarma ruhsatı verilirken; bu ruhsat daha sonra Almanya ve Avustralya orjinli Eurgold şirketine devredildi. 1991 yılında şirket fiilen çalışmalara başlayacaktı. Bu proje aynı zamanda Türkiye’deki ilk altın madeni projesi olma özelliğini taşıyordu. Maden projesine start verilmesiyle birlikte, özellikle dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın da çabalarıyla siyanürlü altın arama faaliyetleri sonucu açığa çıkacak olan liç yığını ve atık barajlarının halk sağlığı ve ilçenin doğası üzerinde yaratacağı tahribat tartışılmaya başlandı. Özellikle bilim insanlarının ilçede yaptığı bilgilendirme çalışmaları yöre halkının, altın madeni konusunda başlangıçta varolan iyiserliğini ortadan kaldırmış; köylerde temel geçim kaynağının tarım ve hayvancılık olması tepkilerin alevlenmesini hızlandırmıştı. Bölge halkı, avukatlar, emek ve meslek örgütleri, bilim insanları, çevre örgütleri ve siyasi partiler bir araya gelerek Bergama Çevre Platformu’nu kurarlar ve mücadele örgütsel bir forma kavuşur.

1992 yılında altın madenine karşı başlayan eylemler yıllar içerisinde kitleselleşti ve ilçe halkının yaratıcı eylem pratikleriyle ülke kamuoyunun gündemine oturmasını sağladı. 16 Şubat 1996’da köylüler Eurogold şirketinin Genel Müdürü Jack Testard’ı sembolik olarak katrana ve kuş tüyüne bulayarak Bergama’dan kovalamışlardı. 15 Kasım 1996’da köylüler İzmir-Çanakkale yolunu saatlerce trafiğe kapadılar. Bu eylemi sonraki günlerde binlerce Bergamalının ellerinde tabutlar ve “Mezarımızı Kazmayın” şiarıyla yürüyüşü takip etti. 23 Kasım’da köylüler yarı çıplak bir şekilde bildiri dağıtımı gerçekleştirdiler. 1997 Nisanında binlerce köylü madeni işgal ederken; Ağustos 1997’de madenle ilgili Danıştay’ın kapatma kararının uygulanmaması sonrasında köylüler apaçi kılığına girerek maden etrafında baltalarıyla nöbet tuttular. Aynı günlerde yüzlerce Bergamalı Boğaz Köprüsü’ne kendilerini zincirleyerek köprü trafiğini kapadılar. Sivil itaatsizlik eylemlerinin bir örneği olarak 30 Kasım 1997’de 8 köyden toplam 10 bin insan, hükümetin kendilerini yok saymasını protesto etmek için nüfus sayımına katılmadılar. Ancak esas ses getiren Bergamalı erkeklerin yarı çıplak yaptıkları eylem ve bu eylemlerde çizgi film karakteri Hopdediks kılığına girerek sembolleşen Bergamalılar oldu.

Bergama halkının yürüttüğü fiili mücadeleye aynı zamanda hukuki mücadele de eşlik etti. 1994’te İzmir İdare Mahkemesi’ne Eurogold firmasının ruhsatının iptali için dava açıldı. 1997 yılında Danıştay Anayasa güvencesi altında olan “Sağlıklı ve Dengeli Bir Çevrede Yaşama” hakkına aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle madenin kamu yararına aykırı olduğuna hükmetti; fakat bu karar şirket tarafından uygulanmadı. Maden ancak 2 Nisan 2002’de 24 saatliğine kapatılabildi. Dönemin Ecevit-Yılmaz-Bahçeli koalisyonu “ülkenin ekonomik menfaatleri”ni gerekçe göstererek bir gün sonra madenin çalışmasına izin verdiler. 19 Ağustos 2004-20 Mayıs 2005 tarihleri arasında tekrar kapatılan maden yeniden açılırken el değiştirdi ve 15 Temmuz’dan sonra el konulan Koza Altın tarafından işletilmeye başlandı.

Uzun yıllar süren yargı süreci, uygulanmayan hukuki kararlar ve aradan geçen yıllar Bergama halkının mücadelesinin de sönümlenmesine neden oldu. Zaman içerisinde tarımdan kopan bir kitle için maden ana geçim kaynağı haline geldi ve hareket içinde bir yarığa neden oldu. Öyle ki akademisyen Füsun Kökalan Çımrın’ın  Bergama Köylü Hareketinin Dünü ve Bugünü başlıklı çalışmasında aktardığı üzere bu ayrışma, şirketin sunduğu iş olanaklarını ve sosyal imkanları kabul eden köylüler ile mücadeleyi sürdüren köylülerin köylerde kahvelerini ayırmasına, birbirlerinin cenazelerine bile gitmemeye başlamalarına yol açacak kadar derinleşmiştir. 

Diğer taraftan altın madenine karşı direnenlerin Alman vakıfları tarafından yönlendirildiğine dair yürütülen karalama kampanyaları ciddi bir kafa karışıklığına yol açmıştı. Milliyet gazetesinde 2001 yılında Türkiye’nin Almanya’dan yılda 800 milyon dolarlık altın alması nedeniyle Alman devletinin Bergama’da altın çıkarılmasına engel olmaya çalıştığı propagandası yapılıyor; “Hopdediks’i Kim Kandırdı?” türü manşetlerle mücadele edenler karalanıyordu. 2002 yılında suikast sonucu öldürülecek olan Necip Hablemitoğlu da Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası kitabıyla bu dezenformasyon kampanyasını destekleyecekti. Bu kitapta bizzat Bergama’daki mücadelenin öncüleri olan avukatlar hedef gösterilecekti. Durumdan vazife çıkaran dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel 18 avukat hakkında hemen dava açacaktı. Avukatlar beraat etse de dava Bergama Direnişi’nin prestijine kamuoyu önünde tamiri imkansız bir zarar vermişti. Bu kara propaganda madenin Gülenci Koza Altın tarafından işletildiği dönemde cemaat gazeteleri tarafından da aynı şekilde sürdürülecekti.

AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte yerli ve yabancı maden şirketlerinin talanını hızlandıracak yasal düzenlemeler yaşama geçirilmeye başlandı. Özellikle Maden Kanunu’nda 2004 yılından sonra yapılan değişikliklerle birlikte maden şirketlerinin ormanlar, tarımları, kıyılar gibi korunması gereken alanlarda yürütmek istedikleri maden faaliyetlerine esneklikler getirildi. Sonrasını biliyoruz. 

Bergama Direnişi yıllarında ilçenin belediye başkanı olan Sefa Taşkın Siyanürcü Ahtapot eserinde altın madenine karşı halkın mücadelesini şöyle tanımlayacaktı: “Bergama halkının siyanürlü altına karşı sürdürdüğü mücadele bir çevre hareketi ya da bir çevre savaşımında çok, bir yaşam kavgasıdır.”. 

Bergama halkının o dönemde verdiği mücadelenin ne kadar yaşamsal olduğunu bugünden bakınca daha net bir şekilde görebiliyoruz.