Berlin Film Festivali'nden Ken Loach'a Altın Ayı Onur Ödülü
64. Uluslararası Berlin Film Festivali “Berlinale”de,İngiliz Troçkist yönetmen Ken Loach, Altın Ayı onur ödülünü aldı. Loach, Altın Ayı Ödülü’nün sahibi olmaktan gurur duyduğunu ve ödülün sadece kendisi için değil filmlerinde çalışanlar için de bir onur olduğunu söyledi.
77 yaşındaki Loach, elliyi aşkın film, belgesel ve televizyon dizisi kariyeri boyunca işçi sınıfının, ezilen halkların ve dünya sosyalist mücadelesinin kritik dönemeçlerini cesur şekilde anlattı. Onursal Altın Ayı’yı almasındaki en büyük payın 1969 yılı yapımı Kes ve 1966 yapımı Cathy Come Home olduğu söylendi. Kes’te İngiltereli bir işçi ailesinin hem çalışıp hem okumak zorunda olan küçük oğlu Billy’nin hayatının zorluklarını kendisini bir kerkenezi eğiterek aşmaya çalışması konu alınırken İngiliz işçi sınıfının hayatı üzerine önemli fragmanlar sunuyordu. Cathy Come Home ise Loach’un televizyon için çektiği bir yarı belgesel film. Refah devletlerinin sosyal ilişkileri ve aileyi nasıl parçaladığını anlatılırken cesur bir eleştiri de getiriyor. Hatta yayınlandığı dönemde televizyon kanalının telefon yağmuruna tutulduğu ve ciddi tartışmalar yarattığı biliniyor.
Ken Loach’u devrimci Marksistler ve politik sinema için önemli kılan diğer önemli eserlerin başında hiç şüphesiz Land and Freedom (Ülke ve Özgürlük) ve The Wind that Shakes The Barley (Özgürlük Rüzgarları) geliyor. Ülke ve Özgürlük filmi ile İspanya İç Savaşı’nda görünmeyeni gösteren Ken Loach, dünya devriminin Stalinizm tarafından nasıl bir ihanete uğratıldığını büyük bir cesaretle anlatıyor. Dünya devriminin bu önemli halkasını anlatırken Ken Loach bir Troçkist olarak dünya sinemasına en büyük armağanlarından birisini sunuyor. Özgürlük Rüzgârları’nda ise İngiliz emperyalizmine karşı savaşan İrlandalıları ve ulusal sorunu mercek altına alırken özgürlük sorununu sosyalist bir bağlamda ele alıyor.
Sinemacılık yaşamı boyunca işçi sınıfının filmlerini çeken Loach; emekçi göçmen kadınları anlattığı Ekmek ve Güller, işsizlik ve refah devleti eleştirisi olan Raining Stones, kendisine ilham olarak Eric Kantona’yı alan bir işçiyi anlattığı Looking for Eric ,Nikaragua’daki Sandinist hareketi işleyen Carla’s Song (Carla’nın şarkısı), İngiltere’de demiryollarının özelleştirilmesinin işçilerinin üzerindeki yıkıcı etkisini anlatan Navigators (Demiryolcular), özel istihdam bürolarında emekçilerin birer mal gibi pazarlanışını anlatan İşte Özgür Dünya gibi sayısız eseri işçi sınıfının yanında yer alarak sunuyor.
Hayatını mücadeleye adayan Ken Loach, onurlu bir duruşla daha önce İtalya’nın prestijli festivallerinden Torino Film Festivali tarafından verilen yaşam boyu onur ödülünü reddetmişti. Gerekçesi ise film festivalini düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’ndeki işçilerin taşeron sistemiyle , düşük ücretlerle ve güvencesiz bir şekilde çalıştırılması, haklarını savunana işçilerin ise işten atılmasıydı. Ödülü reddeden Loach, daha sonra yaptığı basın açıklamasında
“Müzenin bu durumda çalışanlar ve onların bağlı oldukları sendika ile iletişime geçmesini, işten çıkarılan çalışanların tekrar işe alınışını güvence altına almasını ve hizmetleri taşerona verme fikrini bir daha düşünmesini bekliyorum.
Toplumun zayıf olan bireylerinin sorumlu olmadıkları bir iktisadi buhranın faturasını ödemesini doğru bulmuyorum.
Bu konuyla ilgili ‘Bread and Roses’ adlı bir film gerçekleştirdik. Nasıl olur da kendi hakları için mücadele eden ve bu sebepten dolayı işlerinden olan çalışanların dayanışma çağrısını duymazlıktan gelirim?
Bu ödülü kabul etmek ve bir kaç küçük eleştiri ile durumu geçiştirmek zayıf ve iki yüzlü bir davranış olurdu.
Beyaz perdede belirli bir duruşa sahip olup öte yandan diğer ortamlarda faklı tutumlarla bu duruşa ihanet edemeyiz.
Bu sebeple her ne kadar derin bir şekilde üzgün olsam da bu ödülü reddetmek zorundayım.”diyerek onurlu bir duruş sergilemiş ve müze işçileriyle Ekmek ve Güller filmini hep birlikte izlemiş ve taşeron sistemini protesto etmişti.
Dünya sinemasına ticaret ve piyasanın hakim olduğu bir dönemde Loach, kendi kuşağının içinden hiç yılmayan bir figür olarak işçi sınıfına mal olmuş ve tarihe geçmiştir.Onurlu yaşamını dünyanın emekçi halklarına adayan devrimci yönetmen Ken Loach, Berlin Film Festivali’nin kendisine verdiği ödülü de sonuna kadar hak etmiştir.
64. Uluslararası Berlin Film Festivali “Berlinale”de,İngiliz Troçkist yönetmen Ken Loach, Altın Ayı onur ödülünü aldı. Loach, Altın Ayı Ödülü’nün sahibi olmaktan gurur duyduğunu ve ödülün sadece kendisi için değil filmlerinde çalışanlar için de bir onur olduğunu söyledi.
77 yaşındaki Loach, elliyi aşkın film, belgesel ve televizyon dizisi kariyeri boyunca işçi sınıfının, ezilen halkların ve dünya sosyalist mücadelesinin kritik dönemeçlerini cesur şekilde anlattı. Onursal Altın Ayı’yı almasındaki en büyük payın 1969 yılı yapımı Kes ve 1966 yapımı Cathy Come Home olduğu söylendi. Kes’te İngiltereli bir işçi ailesinin hem çalışıp hem okumak zorunda olan küçük oğlu Billy’nin hayatının zorluklarını kendisini bir kerkenezi eğiterek aşmaya çalışması konu alınırken İngiliz işçi sınıfının hayatı üzerine önemli fragmanlar sunuyordu. Cathy Come Home ise Loach’un televizyon için çektiği bir yarı belgesel film. Refah devletlerinin sosyal ilişkileri ve aileyi nasıl parçaladığını anlatılırken cesur bir eleştiri de getiriyor. Hatta yayınlandığı dönemde televizyon kanalının telefon yağmuruna tutulduğu ve ciddi tartışmalar yarattığı biliniyor.
Ken Loach’u devrimci Marksistler ve politik sinema için önemli kılan diğer önemli eserlerin başında hiç şüphesiz Land and Freedom (Ülke ve Özgürlük) ve
The Wind that Shakes The Barley (Özgürlük Rüzgarları) geliyor. Ülke ve Özgürlük filmi ile İspanya İç Savaşı’nda görünmeyeni gösteren Ken Loach, dünya devriminin Stalinizm tarafından nasıl bir ihanete uğratıldığını büyük bir cesaretle anlatıyor. Dünya devriminin bu önemli halkasını anlatırken Ken Loach bir Troçkist olarak dünya sinemasına en büyük armağanlarından birisini sunuyor. Özgürlük Rüzgârları’nda ise İngiliz emperyalizmine karşı savaşan İrlandalıları ve ulusal sorunu mercek altına alırken özgürlük sorununu sosyalist bir bağlamda ele alıyor.
Sinemacılık yaşamı boyunca işçi sınıfının filmlerini çeken Loach; emekçi göçmen kadınları anlattığı Ekmek ve Güller, işsizlik ve refah devleti eleştirisi olan Raining Stones, kendisine ilham olarak Eric Kantona’yı alan bir işçiyi anlattığı Looking for Eric ,Nikaragua’daki Sandinist hareketi işleyen Carla’s Song (Carla’nın şarkısı), İngiltere’de demiryollarının özelleştirilmesinin işçilerinin üzerindeki yıkıcı etkisini anlatan Navigators (Demiryolcular), özel istihdam bürolarında emekçilerin birer mal gibi pazarlanışını anlatan İşte Özgür Dünya gibi sayısız eseri işçi sınıfının yanında yer alarak sunuyor.
Hayatını mücadeleye adayan Ken Loach, onurlu bir duruşla daha önce İtalya’nın prestijli festivallerinden Torino Film Festivali tarafından verilen yaşam boyu onur ödülünü reddetmişti. Gerekçesi ise film festivalini düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’ndeki işçilerin taşeron sistemiyle , düşük ücretlerle ve güvencesiz bir şekilde çalıştırılması, haklarını savunana işçilerin ise işten atılmasıydı. Ödülü reddeden Loach, daha sonra yaptığı basın açıklamasında
“Müzenin bu durumda çalışanlar ve onların bağlı oldukları sendika ile iletişime geçmesini, işten çıkarılan çalışanların tekrar işe alınışını güvence altına almasını ve hizmetleri taşerona verme fikrini bir daha düşünmesini bekliyorum.
Toplumun zayıf olan bireylerinin sorumlu olmadıkları bir iktisadi buhranın faturasını ödemesini doğru bulmuyorum.
Bu konuyla ilgili ‘Bread and Roses’ adlı bir film gerçekleştirdik. Nasıl olur da kendi hakları için mücadele eden ve bu sebepten dolayı işlerinden olan çalışanların dayanışma çağrısını duymazlıktan gelirim?
Bu ödülü kabul etmek ve bir kaç küçük eleştiri ile durumu geçiştirmek zayıf ve iki yüzlü bir davranış olurdu.
Beyaz perdede belirli bir duruşa sahip olup öte yandan diğer ortamlarda faklı tutumlarla bu duruşa ihanet edemeyiz.
Bu sebeple her ne kadar derin bir şekilde üzgün olsam da bu ödülü reddetmek zorundayım.”diyerek onurlu bir duruş sergilemiş ve müze işçileriyle Ekmek ve Güller filmini hep birlikte izlemiş ve taşeron sistemini protesto etmişti.
Dünya sinemasına ticaret ve piyasanın hakim olduğu bir dönemde Loach, kendi kuşağının içinden hiç yılmayan bir figür olarak işçi sınıfına mal olmuş ve tarihe geçmiştir.Onurlu yaşamını dünyanın emekçi halklarına adayan devrimci yönetmen Ken Loach, Berlin Film Festivali’nin kendisine verdiği ödülü de sonuna kadar hak etmiştir.