Bataklık Üzerine Kurulu AB-Türkiye Anlaşması |Gülcan Sezer (Maastricht Üniversitesi / Hollanda)*

Yazı Gülcan Sezer (Maastricht Üniversitesi / Hollanda)* tarafından Hukuka Marksist Bakış için çevrilmiş ve yayınlanmıştır. (http://hukukamarksistbakis.blogspot.com.tr/2016/02/bataklk-uzerine-kurulu-ab-turkiye.html)

guernica

Hollanda’daki Maastricht Üniversitesi – Hukuk Fakültesi mezunu ve Hukuka Marksist Bakış’ın dostuGülcan Sezer‘in, yine Maastricht Üniversitesi‘nde yayınlanan ve akademik bir dergi olan Observanttarafından kaleme alınan AB ile Türkiye arasındaki “göçmen pazarlığına” ilişkin röportajının Türkçe çevirisini yayınlıyoruz. Röportajın orjinal metni için: http://www.observantonline.nl/Home/Artikelen/articleType/ArticleView/articleId/10382/Akkoord-EU-Turkije-rust-op-drijfzand

Avrupa Birliği, Türkiye’nin Avrupa’ya mülteci akınının önlenmesi konusunda gerekli özeni ve tedbiri göstermediğinden şikayetçi. AB’nin bu yöndeki tutumu ve şikayeti, AB- Türkiye arasında yapılan anlaşmadan sonra da devam etti. Türk-Kürt asıllı, Hukukçu Gülcan Sezer, yapılan anlaşmanın kesinlikle bu şekilde olmaması gerektiği görüşünü savunuyor.

Maastricht Üniversitesi, Hukuk Fakültesi mezunu olan Sezer’in amacı, Türkiye’de denkliğini alıp, bir yıl devam edecek olan stajından sonra,  insan hakları alanında, hem Türkiye hem de Hollanda’da avukat olarak hizmet vermek. Öğreniminin yanı sıra, bir grup avukattan oluşan ve Türkiye çapında farklı alanlarda, mülteci sorunu dahil olmak üzere, faaliyet gösteren Çağdaş Hukukçular Derneği’nin Göçmen Hakları Komisyonunda gönüllü olarak çalışmakta.

 

“Kayıtlı iki milyon, çoğunluğu Suriyelilerden oluşan, ama aynı zamanda Irak, İran ve Afgan asıllı olan mültecilerin barınması hususunda Türkiye yeterli altyapıya ve güce sahip değil. İnsan gücüne ve sağlam bir altyapıya ihtiyaç var. Kamplarda kalan mültecilerin, kampları terk etme ve ülke geneline yayılmaları söz konusu.”

 

“Asıl nokta, Türkiye’nin, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesini sınırlama koyarak uygulamasıdır. Buna göre Türkiye, sadece Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucunda ülkesini terketmek zorunda kalan kişilere mülteci statüsü tanımaktadır. Avrupa dışından gelenlere mülteci statüsü tanınmamakta ve hiçbir şekilde geleceğe dair güvenceleri bulunmamaktadır. Örneğin: mülteciler yasal çalışma hakları olmamasına rağmen çalıştırılıyorlar. Yasa dışı çalıştırılan, çoğunluğu Suriyelilerden oluşan kişilerin çok düşük ücretlere çalıştırılıp, sömürüldüğünü görmek mümkün. Bunun yanı sıra çocuk işçiliğinin olduğu vakalarda mevcut. Yerli halk arasında da yabancılara karşı ayrımcı bir tutum gelişmekte; özellikle iş ve konut konusunda. İstanbul’da, iki yıl önce ortalama 600 TL olan kira bedelinin, şimdi yaklaşık olarak iki katına çıktığı görülmektedir. Mültecilere karşı direniş ve sömürü büyüyor.  Özellikle ırkçı ve milliyetçi faşist grupların saldırılarına maruz kalan kişiler var. Ölüm vakaları, mültecilerin hastanelerde ayrımcılığa uğramaları vs gibi durumlar söz konusu. Ne yazık ki bu tür seyler yaşanıyor. Ayrıca, aynı zamanda devlet otoritelerinin zihniyet yapısından kaynaklı, avukatların barınak ve geri gönderme merkezlerinde tutulan mültecilere erişim hakkı oldukça zor; bu konuda avukatlar başarılı olsun ya da olmasın, merkezlerde çalışan kişilerin insiyatifine bağlı hareket etmek zorunda kalıyorlar. Bu bağlamda mültecilerin adalete erişimide sınırlandırılmış oluyor.”

“Türkiye gerçekten de hiçbir şekilde bu kadar mülteciyi barındırmak için hazır değil ve çok eksiklikleri var. Her ne kadar AB, Avrupa dolu, kapıları kapatın kararı alsa da, Avrupa kesinlikle dolu değil ve daha fazla mülteci barındırma kapasitesine sahip. Şu an AB’de ne kadar mülteci var, yarım milyon?  Ve kaldı ki bunlar bir çok ülkeye eşit şekilde yayılmış durumda.”

 

“Ben, AB ve Türkiye arasında yapılan bu anlaşmanın kesinlikle etik olmadığı ve çirkin bir pazarlığın ürünü olduğu kanaatindeyim. AB bu anlamda kolay yolu seçmiştir: Anlaşmaya göre Türkiye, kendi sınırları aracılığıyla, Avrupa’ya  mültecilerin akışını durduracak ve yılda üç milyar avro alacak. Buna karşılık, Türk vatandaşlarının artık Avrupa’ya vizesiz girişlerine izin verilecek ve AB üyeliği için tekrar müzakerelere başlanacak. Ancak bu anlaşmanın uygulamada başarılı olma oranının çok düşük olduğu bilinmelidir. Her iki taraftan sürdürülen politikaların işe yarayacağına inanmıyorum. Sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü tanındığı sürece – ki bunlar günümüzde yok denecek kadar az- Türkiye’de  Avrupa dışından gelipte sığınma arayan kişilerin hiçbir geleceği ve güvencesi olmamakta. Kaldı ki Suriye’deki iç savaşın daha ne kadar süreceği belli değil, on yıl, belki daha fazla da sürebilir. Bu süreç içerisinde Türkiyede şu an geçici korumadan faydalanan sığınmacılar zaten geri gönderilemez. Daha güvenilir ve insanca bir yaşam sürdürebilmeleri için bu kadar süre beklemeleri mi lazım? Hayır, bu insanlar Avrupa’ya çıkmak adına her yolu kullanacaktır, uzak ve daha sıkı sınır kontrolleri olsun ya da olmasın. Bu beraberinde sadece daha da tehlikeli eylemleri, daha fazla insan ticaretini ve açık denizlere uygun olmayan bot/teknelerle Avrupa’ya gönderilen mağdurları getirmektedir. Avrupa mevcut ve doğabilecek tüm sonuçlardan sorumlu olduğunu bilmeli.”

 

“AB’nin bu durumda Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekincenin kaldırılması yönünde bir girişimde bulunması gerekir. Zira Türkiye tarafından konulan bu çekince hem AB şartı hükümlerine hem de eşit muamele ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. AB, bu durumda sadece para ile değil aynı zamanda mültecilerin barınmaları ve yaşamlarını devam ettirebilmeleri için, eğitim ve öğretim dahil olmak üzere, gerekli tüm yardımları sağlamalıdır.”

Wammes Bos – 28 Ocak 2016 / Observant (Hollanda)

*Gülcan Sezer: Hollanda’da bulunan Maastricht Üniversitesi – Hukuk Fakültesi mezunu. Geçtiğimiz yıl Türkiye’ye dönen Sezer, halen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde denklik derslerini almaktadır.

 

KATEGORİLER
ETİKETLER