#avustralyayanıyor – Felaketin Ardındaki Gerçekler – Emre Güntekin
Coğrafyamız savaşlarla alt üst olurken, dünyanın bir başka coğrafyasında milyonlarca insan kapitalizmin yarattığı bir başka yangınla boğuşuyor. Avustralya ve çevre ülkeler Ağustos ayında başlayan, kıtanın neredeyse tamamına yayılan ve uzaydan çekilen uydu fotoğraflarında kıtanın tamamen kızıl renge boyanmasına neden olan orman yangınları ile boğuşuyor. Kıta, orman yangınlarına yabancı değil. Genelde yaz mevsiminin en sıcak günlerinin yaşandığı Ocak ve Şubat aylarında orman yangınları olağan karşılanıyordu. Ancak küresel ısınmanın etkisi artık yangınların daha şiddetli bir şekilde gerçekleşmesine, daha geniş çapta bir doğal alanın ve canlı türlerinin yok olmasına yok olmasına, ve geniş zaman aralıklarına yayılmasına yol açıyor.
Yandaki resim son yıllarda yaşanan büyük yangınlarda yok olan alanları gösteriyor. Şimdiden yok olan ormanlık arazi miktarı 48.562 km2’yi geçmiş durumda ki, bu alan Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 6’sına eşit (örneğin bir Hollanda veya Belçika’nın yüzölçümünden daha fazla). Resmi açıklamalara göre 24 kişi yangın nedeniyle hayatını kaybederken, Sydney Üniversitesi’nden Prof. Chris Dickman tarafından yapılan bir araştırma yangınların başladığı günden bu yana 480 milyon hayvanın hayatını kaybetmiş olabileceğini ortaya koyuyor. Ülkenin sembolik canlılarından olan koala popülasyonunun % 30’unun yok olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca kanguruların yaşam alanlarının neredeyse tamamen tahrip olduğu, gümüşbaşlı fare türünün ise soyunun tükendiği belirtiliyor.
Ayrıca yangın nedeniyle Yeni Zelanda’daki buzulların renginin beyazdan kahverengi ve sarıya döndüğü belirtiliyor. Yangın nedeniyle kentlerin üzerinde gri-siyah renk karışımı bulut tabakaları oluşurken, daha şimdiden Avustralya’nın bir yıllık sera gazı salınımına yakın bir salınımın gerçekleştiği vurgulanıyor. Uzmanlar atmosfere yangınlar nedeniyle salınan sera gazlarının dönüşümünün, ormanlık alanların büyük oranda tahrip olması nedeniyle mümkün olmayabileceği ve kıtanın ikliminde köklü değişimler yaşanabileceği konusunda uyarılar dile getiriyor. Birçok kentte de oluşan hava kirliliği nedeniyle insanlar maskeyle dolaşmak zorunda kalırken; hastanelerde kadın doğum ünitelerinde bebekler bu atmosferde dünyaya gelmek zorunda kalıyor.
Yaz mevsiminin daha süreceği ve hava sıcaklıklarının da artacağı düşünüldüğünde Avustralya’yı ve çevre ülkeleri daha sıcak günler bekliyor olacak. Binlerce insan bir yandan yolları kapatan ve kaçış imkânı tanımayan yangınlara karşı korunaklı alanlara sığınarak kurtarılmayı beklerken, diğer taraftan kapitalizmin umursamazlığı ile baş etmek zorunda. Avustralya Başbakanı Scott Morrison Aralık ayı içerisinde yangınlar ülkeyi sardığı halde Hawaii’ye tatile gitmesi nedeniyle büyük tepki toplamıştı. Hatta 2 Ocak’ta yangının en şiddetli bir şekilde gerçekleştiği Yeni Güney Galler eyaletinin Cobargo kasabasına yaptığı ziyareti halkın tepkisi nedeniyle yarıda kesmek zorunda kalmıştı.
Asıl üzerinde durulması gereken konu elbette yangınların bu kadar yıkıcı bir şekilde gerçekleşmesinde doğaya karşı sürdürülen kapitalist yıkımın oynadığı rol. Zira Avustralya geçmişinde yangınlara oldukça alışık bir ülke. Hatta ülkenin Aborjin yerlileri bu tarz yangınların önüne geçmek için kontrollü yangın tekniklerini uzun yıllar boyunca uyguladılar ve ülkenin doğal zenginliklerini günümüze kadar ayakta tutmayı başardılar. Ancak Avustralya hükümeti 1970li yıllarda bu önleyici yangın uygulamalarına yasak getirmişti. Bu meselenin bir yönü. Madalyonun diğer yüzünde ise tüm dünyada olduğu gibi Avustralya’da da kapitalist üretim tekniklerinin sonuçları yatıyor.
Avustralya’nın enerji politikasında fosil yakıtların ve özellikle kömürün önemli bir yeri var. Ülke elektriğinin yaklaşık % 75’i kömürden sağlanıyor. Avustralya ayrıca dünyada (Rusya ve Suudi Arabistan’ın ardından) üçüncü büyük fosil yakıt ihracatçısı ve en büyük kömür ihracatçısı konumunda yer alırken, bu durum ülke içindeki tüketimle birleştirildiğinde ülkeyi Çin, ABD, Rusya ve Suudi Arabistan’ın ardından dünya genelindeki sera gazı salınımı konusunda en büyük sorumlulardan birisi haline getiriyor. Aşağıdaki grafik incelendiğinde 1970’lerden bu yana kömür üretiminin neredeyse dört katına çıktığı görülecektir. Ancak bu verilere rağmen Avustralya’yı yöneten egemenler ülkenin fosil yakıt üretiminin ve ihracatının dünya genelinde sera gazı salınımını azalttığını iddia ediyorlar.
Öte yandan Avustralya’da hükümet, özellikle ülkede yangınların yoğun olarak gerçekleştiği Queensland ve Yeni Güney Galler gibi eyaletlerde, yıllardır ormanlık alanların ortadan kaldırılmasına göz yumuyor. Elbette bunda başrolü özellikle palm yağı gibi karlı tarımsal metaları üreten agrokapitalistler oynuyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF)’nın hazırladığı raporda Avustralya, bu konuda en kötü durumdaki 11 ülke arasında yer alıyor. Aşağıdaki rakamlar 2009 yılından bu yana ormanlık alanların yıkım hızının (hektar cinsinden) neredeyse dört buçuk kattan fazla arttığını gösteriyor.
Bu durum binlerce canlı ve bitki türünün yaşam alanlarının ortadan kalkmasına yol açıyor. WWF’nin raporunda koala nüfusunun 2050 yılında tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulunuluyor. Sadece 2015-2016 yıllarında 45 milyon canlının ormansızlaştırma faaliyetleri sırasında katledildiği vurgulanırken; bu hızla devam edildiği takdirde gelecek 15 yıl içerisinde 3 milyon hektarlık bir ormanlık alanın yok edileceği belirtiliyor.
Kapitalist yıkım sadece Avustralya’da değil, bütün dünyada gerçekleşiyor ve giderek hem insanların hem de hayvanların ve bitkilerin yaşam alanlarını ortadan kaldırıyor. İnsanlığın önündeki tek çare kaynakları sınırsız bir kar ve tüketim iştahına, emeği akıldışı bir sömürüye mahkûm eden, yer küreyi yaşanmaz hale getiren kapitalist üretimin ortadan kaldırılması ve doğaya hak ettiği değeri iade edecek olan sosyalizmin inşasıdır.