Arjantinli Emekçilerden Ne Eksiğimiz Var? – Güneş Gümüş
Arjantin ile Türkiye, küresel ölçekte en kötü giden ekonomiler listesinin başını çekiyor. Bu iki ülkenin batık durumundaki ortaklık yeni de değil. 2001 krizi de benzer şekilde vurmuştu bizle Arjantin’i. Arjantin büyük protestolar, kitlelerin büyük işletmeleri yağmaladığı görüntüleriyle akıllarımıza kazınmıştı. Türkiye’de ise esnaf ayaklanması, banka mudilerinin ve sendikaların eylemleri yaşanmıştı. Aradan geçen 23 yılda Arjantin’de toplumsal mücadele ilerlerken biz ne yazık ki gerileye gerileye dibi gördük. Bugün, Arjantin başkanı olarak seçilen Milei’nin yüzde 250’yi bulmuş enflasyon ve dış borç karşısında uygulamak istediği ekonomik şok paketi sokaklarda öfkeli kitleleri karşısında buluyor. Benzer bir program genel seçimler sonrası Mehmet Şimşek eliyle hayata geçirildi; Türkiye’de emekçiler yoksullukla boğuşurken öfke sokağa yansımıyor. Aradaki farkı yaratan nedir sorusuna yanıt vermek önemli.
Cevap için 2001’den başlamak en doğrusu. Çünkü son 20 yıl, iki ülkede toplumsal mücadeleleri için fark yaratan bir dönem oldu. Arjantin’de 2001 krizi, ülke açısından bir ilkle sonuçlanmış; kriz sonrasında Başkanlık Sarayı’na defalarca yürüyen kitleler polis kurşunlarıyla engellenemeyince Başkan, helikopterle saraydan kaçmıştı. Toplumsal mücadelenin muazzam güçlenmesiyle kriz sürecinden çıktı Arjantin emekçileri. Sınıf mücadelesinin ivmesi de yukarı doğru olmaya devam etti sonraki yıllarda. İşçi sınıfının örgütlü kesimleri üzerinde sendikaları kontrol eden Peronistlerin belirleyici etkisi olsa da 2001 eylemleri sırasında öne çıkan işsizlerin Piquetero hareketi devrimcilerin etkisiyle 20 yıl içinde çok daha güçlendi. Arjantin’de sınıf mücadelesi öyle şiddetliydi ki egemen sınıflar şok paketleriyle krizin bedelini emekçiye ödetmeye uzun bir süre yeltenemedi bile. Aksine Arjantin’in dış borç ödemeleri ertelendi, borçların bir kısmı silindi ve kaynaklar sosyal yardım olarak öfkeyi dindirmek için bir araç olarak kullanılmaya çalışıldı. Arjantin’de halihazırda farklı siyasi örgütlerin, derneklerin vb. kontrol ettiği 45 bin aşevi var ve gıdaları devlet tarafından sağlanıyor. Piquetero hareketini yumuşatmak için uygulanan sosyal yardımlar, bu yardımların halka ulaştırılmasına ciddi oranda devrimciler aracılık edince onların güçlenmesi ve Piquetero hareketini güçlendirmesini beraberinde getirdi. Arjantinli devrimcilerin örgütü Partido Obrero’ya bağlı Polo Obrero bugün Piquetero hareketinin Milei iktidarı karşısındaki radikalliğinin ve canlılığının mimarı. Arjantinli emekçilerin şansı, son 20 yılı yükselen bir toplumsal mücadele ivmesiyle geçirmeleri ve bu ivme artışının örgütleyicisi olan devrimcilerin bu süreçteki güçlenmesidir.
Türkiye’de ise 2001 krizine karşı bir toplumsal mücadele yaşansa da aslında sınıf hareketinin ve sosyalistlerin ivmesi aşağıya doğruydu. 1990’lar sınıf hareketinin bir canlama ve güçlenme içinde olduğu zamanlar olsa da 2000’lere gelindiğinde artık aynı güç ve etkiden bahsetmek çok mümkün değildi. Aksi gibi 2001 krizi sonrası iktidara gelen AKP iktidarının güçlü bir iktidar olması da işçi hareketinin zayıflığı ve dağınıklığını daha da güçlendiren ve toplumsal mücadeleyi gerileten büyük bir etmen oldu. 1990’lar boyunca sınıf hareketinin öncü gücü olmuş olan KESK, aslında sosyalistlerle Kürt ulusal hareketinin liderliği altındaydı. Yani sınıf hareketi için başka bir hikaye yazılabilirdi. Ama görüntüde devrim iddiasına bağlı olsa da sosyalist hareketin en büyük aktörleri aslında Doğu Bloku’nun yıkılması sonrası süreçte burjuva hegemonyanın etkisine girerek radikalliğini kaybetmişti. Sosyalist solun diğer aktörleri ise Kürt ulusal hareketinin şemsiyesi altında kimlikçi liberal hegemonyaya teslim olmuştu. Bu hegemonya alttan alta sosyalistlerde kitlelerin değişebileceğine dair umudu yok eden ve giderek siyaseti sadece ezilen kimlikler meselesine sıkıştıran tahrip edici bir etkide bulundu. Bu siyasal içerikte bir solun emek örgütlerini emek mücadelesinin neferleri olmaktan çıkarıp sivil toplum örgütlerine dönüştürmesi de son nokta olacaktı. AKP iktidarına toplumsal mücadelenin ivme kaybıyla yakalanan emekçi halk ve zayıflayan sosyalist hareketin bu iktidarın giderek güçlenmesi karşısında etkili ve kitlesel bir sınıf mücadelesi örgütleme imkanı da böylece kalmadı. Bunca yoksulluk ve hoşnutsuzluğun varlığına rağmen denklem bugün de değişmedi.
En özet şekliyle Arjantin ile Türkiye’nin geldiği noktadaki farkı belirleyen sadece iktidarların gücü değil; sınıf hareketinin ve ona önderlik edenlerin kapasitesi oldu. Arjantin devrimci hareketin güçlenişine ve onun önderlik ettiği sokak mücadelelerine bugün tanıklık ederken bizim bahtımıza sınıf siyasetini bırakmış sosyalistlerin ellerinde imkan olduğu halde emek hareketini kötürümleştirmesi düştü. Sonuç ortada. Çözüm de; radikal sınıfçı sosyalist solu yeniden inşa etmek. Var mısın?