Antonio Gramsci’nin Eylem ve Düşüncesi – V.U. Arslan
1-Gramsci’nin Tarihsel Çarpıtılışı
Antonio Gramsci 21.yy siyasal düşüncesinde derin izler bırakmış İtalyan Marksist kuramcı ve siyasetçidir. Onun yaşamı da çağdaşı birçok Marksistinki gibi Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki büyük altüst oluşların belirleyiciliğinde şekillenmiştir.
Bu anlamıyla Gramsci’nin yaşam süreci Marksist önderlerden en çok Rosa Luksemburg’un yaşam süreci ile paralellikler göstermektedir. Şu anlamda ki her ikisi de 1917 Ekim Devrimi’nin açtığı yolda gelişen proleter ayaklanmaların lideri ve aynı zamanda kuramcısı olmuşlar, her ikisi de başında bulundukları proleter kalkışmaların yenilgisini önleyememişler ve ne yazık ki her ikisi de (farklı şekillerde de olsa) devirmeye çalıştıkları sınıflar tarafından katledilmişlerdir. Katledilişlerinin etkileri ulusal sınırların çok ötesine taşmakla kalmamış uzun bir tarih kesiti için belirleyici olmuştur. Luksemburg ve Gramsci’nin başında bulundukları devrimlerin yenilgisi Rusya’da başlayan devrim dalgasının dünya devrimine dönüşmesini engellemiş bu da Rusya’daki işçi iktidarının tek ülkede sıkışıp kalmasına ve ardından da yozlaşmasına neden olmuştur. Diğer taraftan dünya devriminin partisi olarak örgütlenen Komünist Enternasyonal’in Bolşevikler karşısında ağırlık yaratabilecek yegâne önderleri olan Luksemburg ve Gramsci’nin devre dışı kalmaları dünya işçi hareketine indirilmiş büyük bir darbe anlamına da gelmiştir. Devrimci mücadelenin farklı sorunsalları üzerinde yoğunlaşmış ve bu sorunsallar üzerinden öne çıkmış olan bu iki Marksist önder arasındaki bir diğer paralellik de kuramlarının ve politik miraslarının kendilerinden sonraki dönemde işçi sınıfı hareketi içerisinde oldukça tartışmalı konular olarak şekillenmeleridir.
Luksemburg’un mirası, uluslararası işçi hareketine uzun yıllar hakim olan Stalinizm tarafından “sapma” olarak mahkum edilmiş ve ancak işçi hareketinin muhalif öğelerince sahiplenilmişken Gramsci’nin mirası çok daha çalkantılı bir sürece sahip olmuştur. Bu çalkantının esas arka planı, Gramsci’nin de bir dönem başkanlığını yürüttüğü İtalyan Komünist Partisi (İKP)’nin geçirdiği evrimle ilgilidir. İKP, Gramsci’nin mirasına karşı her zaman sahiplenici olmadı. Luksemburg’a karşı takınılan tavra benzer şekilde Gramsci de resmi Stalinci otorite tarafından en azından yok saymacı bir tavırla karşılandı. Gramsci’nin eşinin kardeşi tarafından hapisten çıkarılan ve Togliatti’nin eline geçen notlar buradan Moskova’ya taşındı ve bundan ancak 10 yıl sonra yayınlanabildi. Bu anlamda Hapishane Defterleri’nin resmi ellerde gerekli ayıklanmalardan sonra gün yüzüne çıkabildiğine şüphe yoktur. Gramsci’nin Stalin’in 1930’larda izlediği politikalar karşısındaki yorumlarının ayıklanmalardan nasibini aldığı ortadadır.
Palmiro Togliatti, İKP’nin uzun dönem liderliğini yapan bu kişi, Gramsci’nin mirasının sistematik biçimde çarptırılmasında büyük pay sahibidir. Sardunyalı Gramsci, endüstriyel işçi sınıfının ve sınıf mücadelesinin kalbi Torino kentine geldiğinde ezilen Sard ulusunun milliyetçiliğinden sosyalist saflara geçmişti ve tıpkı P.Togliatti gibi İtalyan Sosyalist Partisi (İSP)’ye katılmıştı. Ekim Devrimi’nin yol açtığı devrimci dalga, sol reformist olarak adlandırılabilecek İSP’den kopuşa ve İKP’nin kuruluşuna yol açtığında bu iki isim de İKP’deki yerlerini aldılar. Kuzey İtalya’daki konsey hareketinin geri çekilişinin ardından yükselişe geçen ve sonunda iktidarı alan faşist hareketin İKP’nin önderlerini sırasıyla tutuklamasının ardından İKP’nin başına Togliatti geçecek ve Stalinist dönüşüme ayak uydurarak uzun bir süre Kremlin çizgisinin sadık bir takipçisi olacaktı. Öyle ki Togliatti 1936’da İspanya iç savaşında devrimi dumura uğratan Halk Cephesi hükümetinin politikalarına uymayan Troçkist ve muhalif anarşist unsurların temizlenmesinde aktif görev alacaktı. Yine 1944 sonrasında yani İtalya’da faşizmin yenilgisi sonrasında İKP, Togliatti liderliğinde, Kremlin politikalarına uygun olarak, İtalya’da burjuva düzenin istikrar sağlamasında buna paralel olarak da faşizme karşı savaş vermiş, çok güçlü durumda bulunan partizanların silahsızlandırılmasında başat rolü oynamıştı. Bu durumda Gramsci’nin notlarını ele geçiren Togliatti’nin Hapishane Defterleri’ni budadığı aşikardır. Salvatore Sechi’ye göre bu sansürleme şu şekillerde ortaya çıkmıştır:
1) Togliatti ve çizgisi tarafından faşist olarak suçlanan Troçki, Rosa Luksemburg ve Bordiga gibi isimlere yapılan referanslar ortadan kaldırılmıştır.
2) Gramsci’nin 1931’de İKP çizgisinden ayrıldığı saklı tutulmuştur.
3) Gramsci’nin evliliği çekirdek ailenin idealize örneği olarak çarpıtılmıştır.
4) Gramsci’nin devamlı olarak sürgüne gönderilen Troçki’nin fikirlerini öğrenmesine olanak tanıyacak kitaplara erişmeye çalıştığı gizlenmiştir. (aktaran Chris Harman, International Socialism, vol 124)
Bu tarz sansürlerdeki amaç, Gramsci’yi Stalinist çizgiye karşı zararsız bir isme dönüştürmekti, muhakkak. Unutulmamalıdır ki 1945 sonrası Hıristiyan Demokratlarla koalisyon kuran İKP ve bu hükümette bakanlık koltuğuna oturan Togliatti ile işçi konseyleri hareketinin başındaki Gramsci ve sol reformist çizgideki İSP’den kopan dönemin İKP’si arasında dağlar kadar fark vardır. Bir daha çıkamayacağı hapse girmeden önce Gramsci’nin yazdığı son mektupta İtalya ve Rusya’da Sol Muhalefet’in bürokratik yöntemlerle bastırılmasını eleştirmesi buna karşılık Togliatti’nin bu mektubu yırtması meseleyi daha da iyi anlatmaktadır. (A. Davidson, Antonio Gramsci, London 1977, p. 240.) Son politik yorumunda Zinovyev hakkında Moskova duruşmalarındaki suçlamalara inandırıcı bulmaması da önemlidir (age, p.269), zira Gramsci’nin tersine “il migliore” (en iyi) mahlasını almış bulunan Togliatti Ekim Devrimi kuşağının yok edildiği 1936 düzmece mahkemeler sürecini alkışlıyordu. Gramsci öldükten sonra Togliatti kendisini Gramsci’nin sadık yoldaşı gibi lanse etti, böylelikle içini boşalttığı devrim şehidini kendi pozisyonunu güçlendirmek için kullanacaktı, oysa 1926’dan sonra aralarında herhangi bir kontak kalmamıştı bile.
Stalinist Çarpıtmalardan Euro-Komünist Çarpıtmalara
P.Togliatti, Gramsci’nin sansürden arınmış notlarını gün ışığına çıkaran kişi oldu. Togliatti aradan geçen bunca zaman sonra buna neden gereksinim duymuştu? İlk olarak Gramsci’nin kimi fikirleri aradan geçen uzun yıllardan sonra eskisi kadar tehlikeli görünmüyordu. Ayrıca kimi eski komünistler üzerlerindeki baskının hafiflemesinden sonra Gramsci’nin gerçek düşüncelerini ortaya koymaya başlamışlardı. Ama bütün bunlardan daha belirleyici olan bir şey vardı: Togliatti ve partisi İKP yeni bir evreye hazırlanıyordu. Avrupa’da euro-komünizm mayalanmaktaydı.
Togliatti daha Stalin ölmemişken dışlanma durumu ile yüzyüze kalmıştı. 1956’ya gelindiğindeyse Stalin’in uzun dönem sadık uşağı olmuş olan Togliatti, Kruşçev’in açtığı yoldan giderek Stalin en sert eleştiricilerinden biri kesilivermişti. 1960’lara gelindiğinde İKP kendi bağımsız ulusal çizgisinin geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaya başlamıştı. Bu bir anlamda Kremlin’in vesayetinden çıkma anlamına geliyordu. Bunun İKP için anlamı 1947’de uzaklaştırıldığı bakanlık koltuklarına yeniden kavuşabilmek için İtalyan burjuvazisine SSCB’den bağımsızlaşıldığının gösterilmesi idi. Bu sadece İKP içinde değil Britanya Komünist Partisi, İspanya Komünist Partisi ve belirli ölçülerde Fransız Komünist Partisi için de geçerli idi. İtalya ve Fransa’da bu partiler ikinci veya üçüncü büyük parti konumunda idiler. Britanya ve İspanya’da da hatırı sayılır bir güç durumundaydılar. Burjuva iktidarın bir parçası olmak isteyen bu partilerin önündeki en önemli sorunlardan birisi, burjuvaziye, iktidarın parçası olmaları durumunda sorumlu- uyumlu bir çizgi izleyerek devlet mekanizmasında ve genel olarak toplumsal sistemde ciddi değişikliklerin yaşanmayacağını ispatlamaktı. Bunun için SSCB vesayetinden sıyrıldıklarını göstermek ve ulusal bir figür olduklarını ispatlamak durumunda idiler. Bu da evvela Stalin’i eleştirmekten geçiyordu ve Gramsci bu noktada yardıma çağrılacaktı. Gramsci’nin Stalin eleştirileri Euro-komünizm safhasına geçiş için önemli idi.
Euro-komünist görüşlerin benimsenmesi klasik Stalinci yaklaşımlarda ısrar eden kanatlarla mücadele edilmesi ve bu kesimlerin alt edilmesini gerekli kılıyordu. Nitekim bu noktada Gramsci devreye sokuluyordu. Gramsci’nin Euro-komünizme geçişte bir referans olarak kullanılabilmesinin yolu onun faşizmin hapishanelerinde tüm sansür baskı ve hastalıklara rağmen büyük bir entelektüel disiplinle yazmayı başardığı Hapishane Defterleri diye bilinen 3000 sayfa tutarındaki 30 defterde geliştirdiği tezlerdi. Marksizm’e önemli katkılarda bulunan söz konusu tezlerin esas konusu modern prens dediği devrimci parti ve genel olarak işçi sınıfının gelişmiş Batı ülkelerinde hegemonyasını ne şekilde oluşturarak devrimi gerçekleştirebileceği idi. Bu hedef doğrultusunda parti teorisine Lenin’den sonra en önemli katkıları yapmış ve burjuva üst yapının ayrıntılı bir çözümlemesine girişmişti. Euro-komünistler, onun Batıda iktidarın nasıl ele geçirileceği konusunda geliştirdiği hegemonya gibi temel kavramlarını temelden çarpıtarak kendi uzlaşmacı reformist çizgilerinin teorik açıklaması olarak lanse etmeye çalıştılar. Stalin eleştirilerinden başka örnek vermek gerekirse, Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nde geliştirdiği doğu-batı sorunu yaklaşımı da Euro-komünist geçiş için kullanıldı. Yani, Rusya gibi bir doğu ülkesinden farklı olarak sivil toplumun gelişkin olduğu Avrupa ülkelerinde devrimci partinin stratejisi farklılık göstermesi gereklidir şeklinde özetleyebileceğimiz bu yaklaşım, Euro-komünistlerin sosyalizmin Britanya yolu ya da İtalyan yolu gibi ulusal-uzlaşmacı versiyonunun geliştirilmelerinde kullanıldı. Hegemonya kavramı, mevzi ve manevra savaşları arasındaki farklar gibi Gramsci’nin devrimci partinin geliştirmesi gereken stratejiler konusundaki teorileri tamamen sınıf işbirliği ve burjuvazi ile uzlaşmanın açıklamaları olarak bu partiler tarafından kullanıldı. (Gramsci’nin geliştirdiği teorinin kavramsal matrisinin çözümlenmesine yazının sonraki bölümlerinde detaylı olarak girilecektir.)
İlk on yıllarda unutulmaya yüz tutan Gramsci’nin eserinin zaman içerisinde elde ettiği yoğun ilgi ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir ya da değerinin anlaşılması olarak yorumlanabilir. Ama sınıf mücadelesinin tarihsel gelişimine yakından baktığımızda bu ilginin tesadüfî olmadığı ve değerinin anlaşılması bir yana Gramsci’nin düşüncesinin kendisinin de en çok karşı çıktığı şekillerde çarpıtıldığını ortaya koymaktadır.
Gramsci’nin pratiği bizzat ayaklanmacıdır, taban inisiyatifine büyük önem verir. Burjuvaziden tam anlamıyla kopamayan reformist eğilimlerle tereddüt etmeden kopmasını bilmiştir. Burjuva düzenin son kertede parçaları olan parlamento ya da sendika gibi aygıtlarla sosyalizme varılamayacağını savunarak genç yaşında konsey deneyiminin başında bulunmuştur.
Gramsci’nin ilk önce Stalinci sonra da Euro-komünistlerce çarpıtılması, Gramsci’nin yaptıklarını unutturarak hapishanede yazdıklarını da gerek sansürleyerek gerekse de çarpıtarak neredeyse tam zıt bir Gramsci figürü yaratmıştır.