Anti-Emperyalizm: Solu Belli Ya Sağı? – Gökçe Şentürk
Türkiye’de devrimci gelenek oldukça köklü bir geçmişe sahip olduğu ve geç kapitalistleşmiş ülkelerin emperyalizmle kurduğu ilişkiler çarpık bir zeminde oturduğu için “anti-emperyalizm” meselesi hep tartışılagelmiştir. Özellikle son dönemde 2019 seçimleri öncesi iç ve dış siyasette sıkıştığını anlayan AKP ve Erdoğan zaman zaman çantasından anti-emperyalizm maskesini çıkarıyor, sular durulunca ise geri yerine koyuyor. Öyleyse Türkiye’de anti-emperyalizmin sağına soluna şöyle bir bakalım.
Anti-Emperyalizmin Sağ Kolu Doğuştan Sakattır
AKP’nin bu konudaki özel geçmişine sonra bakacağız, çünkü öncelikle Türkiye’de sağın emperyalizmle ilişkisine, onu tanımlama şekline baktığımızda AKP’nin iktidara geliş sürecinden yakın zamandaki söylemlerine nasıl geldiğini anlamak mümkün oluyor.
Sağ ideolojiler toplumu bir organizma gibi görürler. Toplum bir bedendir ve bedenin her uzvu üzerine düşen görevi yerine getirmeli, başka uzvun işlevini üstlenmemelidir; sağlıklı bir beden (toplum) ancak böyle var olabilir ve varlığını devam ettirebilir. Yabancılardan alınma ahlaksız ideolojileri milli bünyemize zerk etmek isteyenler ise bünyemizdeki uzuvlar arasındaki mükemmel ahengi ve işbölümünü yıkmak, yani toplumsal sağlığımızı bozmak isteyen düşmanlardır. Burada en bilinen düşman da tabi ki komünizmdir. Ayakları baş yapacak, yani toplumsal hiyerarşiyi ve mevcut egemenlik biçimini alt üst edecek, iş bölümüne dayalı organizmayı ortadan kaldıracak bir ideoloji.
İşte sağın anti-emperyalist demagojisinin sakatlığı da tam olarak buradan başlar. Neden mi? Nedeni çok basit, Menderes’ten Erdoğan’a kadar bu konuda bir tutarlılık söz konusu; komünizmi ya da toplumsal muhalefeti oluşturan geniş kesimleri ortadan kaldırmanın bir aracı olarak hem emperyalizmle işbirliği yapma hem de kendi kitlesini “yerli ve milli” değerler etrafında dinç tutarken, sosyalistleri dış mihrakların kullandığı hainler olarak gösterme.
Özcesi bugün kendilerini anti-emperyalist gösterenlerin de onların atalarının da varlığı emperyalizmin bu coğrafyadaki politikalarıyla göbekten bağlıdır. ABD’nin başıın çektiği emperyalist blok, Soğuk Savaş’ın ileri karakolu olarak konumlandırdığı Türkiye’de solun, sosyal demokratların, devrimcilerin iktidar olmasını engellemek; siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik ve ideolojik alanlardaki varlığını en aza indirmek için yoğun bir çaba gösterdi. Emperyalizmin 1960’ların ikinci yarısından itibaren gazladığı Türk-İslam ideolojisi, CIA darbeleri aracılığıyla bu ülkenin resmi ideolojisi haline getirildi. Türk-İslam sentezinin ocaklarında yetişen gençler 80’lerde, 90’larda ve özellikle 2000’lerde bu ülkenin yönetenleri oldu.
Peki emperyalizme ne oldu? Tam da bu noktada çeşitli sağ iktidarlarca emperyalizm hayaletleştirilmiş, nerede, ne zaman, ne yapacağı belli olmayan, her an pusuda bekleyen, içerideki uzantıları aracılığıyla bizi bölmek, yıkmak, yok etmek isteyen bir dış düşmandan ibaret olarak gösterildi. Aynı zamanda tüm dünya ekonomisini gizlice kontrol ettiği varsayılan, çoğu kez Yahudiliğiyle tasvir edilen gizemli bir varlık oldu, kimi zaman faiz lobisiydi, kimi zaman başka bir şey. Dolayısıyla Türkiye’nin tarihsel atılımlarını çekemeyenler(!) de her ne kadar karşıtmış gibi görünse de işte bu amaç için birleşir. Dolayısıyla sağ iktidarlar, kendi ikballerini tüm toplumun ikbaliymiş gibi gösterip dini, milliyetçiliği ve iç-dış mihrak öcüsünü kullanma ahlaksızlığını her daim en güçlü silah olarak bellemişlerdir.
AKP Ne Kadar Atatürkçüyse O Kadar Anti-Emperyalist
AKP’nin bu konuda karnesi ise oldukça trajikomik ve bahsettiğimiz nedenlerden sıralanamayacak kadar fazla çelişkiyle dolu. Bu anlamda Milli Görüş gömleğini çıkararak 2002 seçimlerinde iktidara gelmesi, uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin programına ters düşen Erbakan’ın ABD destekli 28 Şubat süreciyle devrilmesinden çıkardığı derslerle mümkün oldu. 12 Eylül ve Özal hükümetinin devreye soktuğu neoliberal programın azgın uygulayıcısı konumundaki AKP, özellikle 2012’ye kadar çeşitli konjonktürel gerilimler dışında ne ABD ne AB ile bir sorun yaşadı.
Farklı olması da beklenemezdi zaten. Emperyalizmin Ortadoğu’da ılımlı İslam projesinin ürünü olan AKP, İsrail ve Suudi’ler başta olmak üzere gerici Körfez ülkeleriyle yaptığı ittifaklarla Ortadoğu’nun kan gölüne dönüştürülüp medeniyetler çatışması nezdinde yeniden paylaşılması projesinin önemli bir parçası oldu. Dış siyasette yapılan tüm hamlelerde rezil rüsva olsa da AKP bir dönem Batılı emperyalistlerin yıldız çocuğuydu. Gezi İsyanı’nın bastırılması ve milliyetçi Kemalistlerin iktidardan tasfiye edilmesi işini AKP ve emperyalizmin bir diğer çocuğu FETÖ birlikte kotarmışlardı. Derken FETÖ ile girişilen mücadele darbe girişimine kadar evrilmiş ve sertlik dozajı bir hayli artmıştı. Kriz içerisindeki AB’nin gücü azalmış, buna karşın AKP’ninki içeride fena halde artmıştı. ABD ise FETÖ’yü tuttuğuna göre RTE’ye anti-emperyalizm yolları göründü.
Neo-Osmanlıcı hayalleri satan AKP ile ABD’nin çelişkileri zamanla arttı. Mısır’da Sisi’yi başa getiren ABD karşısında AKP ölümüne İhvancıydı. RTE, Suriye’de Esad’ı devirmek konusunda ABD ile aynı tarafta olsa da iç savaş uzadıkça çelişkiler büyüdü. ABD Suriye iç savaşında YPG’yi sahadaki tek güvenilir müttefik olarak görürken AKP için YPG bir süre sonra baş düşman olacaktı. RTE, iktidara geldiği dönemde sermayeyle uyumlu istikrarlı bir Türkiye yaratma projesinin bir ayağı olarak Kürt Sorununu “barışçıl” yöntemlerle çözme iddiasındaydı. ABD’de bu çizgideydi. Ne var ki AKP toplumsal meşruiyetini (oylarını) kaybettiği oranda milliyetçiliği devreye soktu. Böylelikle AKP ve Erdoğan devletin 90 yıllık savaş politikasına geri dönüş yaptı. Artık RTE için dış politika her zamankinden de daha çok iç siyasette oy devşirmenin bir aracıydı. Hamaset, içi boş laflar, u dönüşleri ve kuru gürültü göz boyama aracı olarak Türkiye siyasetinin ana karakteri oldu.
Ülkenin başına getirdikleri RTE, artık ABD ve AB’nin uslu çocuğu değildir. Rusya’dan S-400 füzeleri alan, Ortadoğu’da olmadık pürüzler yaratan AKP belirli oranlarda can sıkmakta. Emperyalizmin mutlak bir güç ve her şeyin belirleyeni olmadığı açıkça görülüyor. Kendini yeni Osmanlı sanması ve tabiri caizse söz dinlemeyip zaman zaman Rusya-İran-Çin bloğuna yaklaşmasıyla gözden düşen AKP ve Erdoğan, Batı’nın gözünde bir iktidar alternatifi olmaktan çıkmıştır. 17-25 Aralık, 15 Temmuz ve son süreçte Man Adası belgeleri ile Zarrab davasını da buradan okumak gerekir. Dolayısıyla Erdoğan’ın bir anda Atatürkçü kesilmesi gibi anti-emperyalist kesilmesini de iç ve dış siyasette giderek sıkışan pozisyonunu, kendi kitlesini ve koltuk değneği MHP’yi milliyetçi söylemle elinde tutma çabası olarak görmeliyiz.
AKP’den Kurtulmak için ABD’den Medet Ummak
AKP ciddi bir siyasi kriz içerisinde. Hem içerde hem de dışarda işler gayet sancılı seyrediyor. Üstelik de bu sürecin sonu 2019 büyük seçimi. Ekonomi zora girerken şişirme büyüme rakamları ile gözler boyanıyor, iç-dış düşman hikâyeleri ile ayakta durulmaya çalışılıyor. Toplumsal muhalefetin aslında AKP’nin zayıfladığı bu süreçte doğru işlerle kazanabileceği çok şey var ama dikkatli olmak gerekiyor. ABD’nin AKP’den kurtuluşta bir çare olarak görülmesi, kocaman bir acziyet ve ucu emperyalizm işbirlikçiliğine çıkan bir gaflet durumudur. Dünya tarihi emperyalizmin müdahaleleriyle cehenneme çevrilmiş ülke örneklerle dolu. Üstüne üstlük “ne olursa olsun AKP’den kurtulalım” düşüncesi, meydanı emperyalizm ve sermayeyle uyumlu 90’ların karanlıklar kraliçesi Meral Akşener ve İyi Partisi’ne bırakmaktan başka bir işe yaramayacak. Öyleyse hem tutarlı bir anti-emperyalist politika hem de bu ülkedeki emekçilerin yaşanabilir bir geleceğe kavuşması için sosyalistlerin sahnede ön plana çıkmasına ihtiyaç var.
Gerçek Anti-Emperyalistler Sosyalistlerdir
Kapitalizme sahip çıkarken emperyalizme karşı olunamaz. NATO’nun en büyük 2. ordusu TSK iken “Dünya 5’ten büyüktür” laflarıyla ancak yandaş medya ve bugün AKP’den çıkarı olan her dönemin asalaklarını inandırabilirsiniz. Daha bu ilk adımları bile atmaktan acizsin: ABD yönetimine karşı söylemlerde bulunup da ABD sermayesine karşı tavır almıyorsan, emperyalist finans çevreleriyle yerli işbirlikçilerine karşı tavır alamıyorsan, ABD ve NATO üslerini kapatmıyorsan bunun adı emperyalizme karşı mücadele olamaz.
Tüm bunları da, ne AKP ne de kapitalist düzen içindeki herhangi bir iktidardan bekleyecek kadar saf değiliz. AKP’nin yarın bir gün bugün anlaşmazlık içerisinde bulunduğu emperyalizmin ağa babalarıyla tekrar sıkı fıkı olmayacağının, emperyalizmin müdahalesiyle iktidardan düşerse de yerine daha kötüsünün gelmeyeceğinin garantisi var mı? Yok elbette. Öyleyse hem kendimize hem de bu ülkenin boyun eğmez, biat bilmez köklerine güvenmek, emperyalizmi yenmek için de, AKP’den kurtulmak için de siyasette sınıf mücadelesini yükseltmek zorundayız. Başka da bir çare yok!