AKP'nin Zoraki Dinselleştirmesine Karşı Mücadele: Ama Nasıl?- Derya Koca

AKP'nin Zoraki Dinselleştirmesine Karşı Mücadele: Ama Nasıl?- Derya Koca

Egemen sınıfların 1980’lerde başlattığı bir proje olarak toplumsal muhafazakarlarlaşma AKP’nin yeni rejiminin de temeli oldu. AKP, iktidarda olduğu her an sanki muhalefetteymiş gibi mızırdanmaya devam etti. Hep mağduriyet pozlarına sığındı. Çünkü CHP ve benzeri laiklik eksenli siyasete soyunan unsurlar türban yasağı gibi sorunları kangren hale getirerek AKP’nin propaganda alanını alabildiğine genişletmişti. O günden bu güne dindar, kindar nesiller yetiştirmek adına girişilen her türlü yapısal dönüşüm, Erdoğan’ın uzun erimli toplumsal dokuyu değiştirmeye odaklı planı ile yürüyor. Evet, AKP döneminde toplum muhafazakarlaştı. Hatta bu topraklar artık selefileri yetiştiriyor.

AKP’nin getirdiği şey, toplumun dinselleşmesini toplumsal kutuplaşma etrafında perçinlenmek ve böylelikle aslında ağır sömürü ile malul, vahşi bir piyasa toplumunu dinsel bir siyasi hatla kurmak olan projesinde emekçi halkın muhalefet potansiyellerine dinamit koymak. Bu dinamiti imha etmenin hatta karşı tarafa geri atmanın tek yolu ise dindar emekçi kesimler ile AKP’nin yollarının ayrışmasını sağlayacak mücadele hattı örmekten geçiyor. Bunu gerçekleştirmek için de emekçi sınıfın kendi içindeki kutuplaşmasının aşılmasını sağlamak şart.

AKP kutuplaşma sayesinde büyüdü, gelişti ve bugün yeni bir rejimi tesis edebildi. Türban, darbe, Geziciler, savaş gibi kendisine yonttuğu pek çok kutuplaştırıcı söylem ve siyaset AKP’nin “başarılı” siyasi manipülasyon gücü sayesinde koltuğuna tutunabildiğini gösterdi. Şimdi Erdoğan’ın fiili başkanlığını yaptığı rejimde kadınlara yönelik düşmanlığın her geçen dün perçinlendiği, “ahlakçılık” etrafından insani her türlü ahlaki değerin katledildiği, çocuklara tecavüz eden kurum ve kişilerin korunması gibi akıllara durgunluk verecek bir noktada bulunuyoruz. Seküler yaşam tarzına yönelik siyasi saldırıların İstanbul gibi büyük kentlerde selefi çevrelerce fiili saldırıya dönüşmesi, Alevilerin cem törenlerine saldırı söz konusu. Saldırıların gelip geçici olmaması da işin ciddiyetini artırıyor.

O halde bu sürece karşı nasıl bir mücadele örgütlemek gerekir? Yazımızın temel derdi bu soruya cevap vermek olacaktır. Aynı soruya cevap verdiğini iddia ederek ortaya çıkan “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” de aynı çerçevede tartışma konusu olacaktır. Hem yöntemsel hem de siyasal olarak tekrarını izlemekte olduğumuz bu filmin bir değerlendirmesini de yapacağız.

EYLEM VE SÖYLEM

AKP’nin bu günlere toplumsal desteğini sürekli kılarak geldi. Bunun için ezeli taktiği olan kutuplaştırma siyasetini img_1666kullandı. Yani siz AKP’nin zaten din üzerine kurduğu kutuplaştırmanın bir kutbu olursanız AKP zayıflamaz, güçlenir. Burada hata, zoraki dinselleşme karşıtı taleplerin kendisi değil; zorunlu din derslerinin kaldırılması, zorla imam hatipleştirme vb. meşru ve peşi bırakılmaması gereken talepler. Hata, talepleri gerçekleştirmek üzere yapılan siyasetin niteliği, soruna yaklaşım şekli.

Toplumda temel sorunu her şeyin üstünde bir laiklik sorunu olarak algılarsanız; geçmiş olsun. Dindar kitleleri AKP ile kader ortaklığı hissiyatına sürükleyecek “gericilik” kavramını dilinizden düşürmezseniz; oradan kazanım falan beklemeyin. Elinizde bir avuç aydın ve yaşam tarzı kaygısını başat sorun olarak gören az sayıda insan ile kalırsınız. “Gericilik” diye tabir ettiği tabirle kitlelere açık veya örtük biçimde “cahil” muamelesi çeken bir anlayış ile olsa olsa antipati odağı olursunuz.

Tarihi laiklerle dincilerin savaşı gibi gören, laikliği öncelikli mücadele alanı olarak belirleyen, diğer bir deyişle her türlü sorunun önüne laikliği koyan bu bakış açısı Kemalizmin alametifarikasıdır. Çünkü onun için düzen içindeki sömürü, eşitsizlik taraftarı olan diğer güçlerden tek farklı yanı laik olmasıdır. Komünist Parti’nin önderliğini yaptığı Aydınlanma Hareketi de bu algılayıştan bir adım öte gidememektedir. Hatta tam da bu sebeple Kemal Okuyan aynı yazı içinde hem Şeyh Sait’e dinci gerici demekte hem de Kürt halkının ve isyan önderini katleden rejimi “devrimci”, bu bağlamda bugün AKP’yi karşı devrimci ilan etmekte. Kısaca, karşımızda Deniz Baykal dönemlerinden kalma eski bir film oynuyor. İzledik, sonunu biliyoruz.

Emekçi sınıfların hayatlarını derinden sarsacak “taşerona kadro” yalanı, iş cinayetleri, kıdem tazminatı gibi nice yaşamsal sorun etrafında bu zamana kadar bir kez öne çıkmamış bir çevrenin “laiklik”i temel kaygı haline getirmesi, bunu sınıf mücadelesinin üstünde bir yerde konumlandırdığı anlamına gelir. Hele ki “aydınlanma” savunuculuğu gibi burjuva sekülerizmin sınırlarında dolaşmak, Marksizmin değil, laikliğin referanslarından beslenmektir ki emekçi halkların “aydınlanma” gibi bir derdinin olmaması halinde küçük bir avuç aydın çevresine hitap etmekten öte bir başarı kaydetmemek garantidir.

Sosyalistlerin görevi sınıf mücadelesini baştan bölen bir söylemle dinselleşme karşıtı kutuplaştırmayı pekiştirmek değil, dinselleştirmenin yürütücüsü AKP’yi emek mücadelesiyle gerileterek süreci tersine çevirecek momenti yakalamaktır. Aydınlanma Hareketi’nin çağrı metninde de zaten öyle yoksul halkı AKP’den koparmak gibi bir dert olmadığı baştan anlaşılacaktır. Zira çağrı emekçilere değil, “geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolu’nun tüm aydınlık insanlarına” yapılmış. Hedef kitle zaten “aydınlık” olanlar yani. Adına komünist diyen bir parti elbette bunu bir şekilde sınıf mücadelesinin sözde dahi olsa bir yerine bağlaması gerekir. Kurulan “bağlantı noktası” da adeta laikliği sınıf mücadelesinin ön koşulu saymak. Hal böyle olunca yoksul emekçi kitlelerden umudunuzu kesersiniz. Dindar kitlelerden umudunu kesmek, onların sınıf pozisyonlarına değil, “aydınlanmış” olup olmamaları üzeriden meseleyi kurgulamaktan kaynaklanır. Emekçi halk bir bütün ve AKP’nin düzeninden koparılması gereken bir kitle olarak algılanmaz. Kolayca “yobaz”lık yaftası bol keseden kullanılır hale gelir. Bu tespiti destekler biçimde, her ikisi de Aydınlanma Hareketi’nin gazetesinde yer alan iki alıntıyı dikkatlerinize sunalım.

 

ülker-işçisiHüseyin Aygün şöyle söylüyor: “Dincilik, işçi sınıfını en çok zehirleyen ve mücadelesini durduran etkenlerden biridir. En büyük işçi sınıfı sendikası Türk-İş bugün doğrudan AKP’lilerin yönetimindedir. Türkİş Başkanı muhtemelen AKP ‘den ileri milletvekili olur. Öte taraftan kıdem tazminatının kaldırılması tartışmalarına baktığımızda da dinciliğin işçi sınıfını ne derece atalet içine soktuğunu anlayabiliriz.” Aygün’e göre sınıf mücadelesinin şu an içinde bulunduğu atıllık neredeyse salt kitlelerin dindarlaşmaları ile ilgili. Solun tarihsel yenilgisi ve onun kontrol ettiği sendikalardaki atalet “iğneyi kendine de batır” sözünü akıllara getiriveriyor. Hadi diyelim bunu konuşmak konu gereği mümkün olmadı. Açık biçimde dini merkezine alan bu açıklamada din, tek yönlü bir sığlıkta ele alınıyor. Ülker’den DİSK’e
katıldığı için direnişe geçen tarikat mensubu dindar işçilerin aylarca süren direnişini nereye koyacağız peki? Hem de bu işçiler Hak-İş’ e karşı savaş açmışken. Öte yandan mesele İslamcı sendikal bürokrasinin kendisi ise, onunla mücadele etmek için de o sendikalarda örgütlü dindar kitlelere ulaşabilmemiz gerekir. Ve bu, maalesef Aygün’ün yaklaşımı ile imkansızdır.

Bir diğer alıntı ise Kemal Okuyan’a ait: “ … evet, laiklik önemli ama artık mücadele bununla sınırlı değildir, yaşamın tüm alanlarında aydınlanma gerekir. Bu, sert ama kazanacağımız bir mücadeledir. İşçi sınıfı ayağa kalktığında bu mücadele zaten kazanılmış demektir.” Peki ama işçi sınıfı nasıl ayağa kalkacak? Aydınlanma Hareketi ile mi? Kitlelerle bağ kuran, kitlenin kendisini kendi özneleşme sürecine sokmak üzere bir perspektife sahip olan devrimciler, yaşamsal sorunları öncelik haline getirirler. Yaşam tarzına yönelik saldırılar ancak bu yolla geri püskürtülebilir. Yani aslında bu vitrine konulan sınıf söyleminin altında öyle pek emek merkezli bir mücadele kaygısı olmasa da alıntı üzerinden de anlaşılacağı üzere sınıfın ayağa kalması ile varılmak istenen hedef aydınlanma… Vahim.

SONUÇ NİYETİNE

Türban tartışmalarında emekçi yoksul ve dindar kitleleri AKP’nin kucağına itmek pahasına sert bir yasakçılığı savunan yine aynı çevre idi. Cumhuriyet mitingleri ile farklı odaklar bunu benzer bir beceriksizlikle gerçekleştirdi. Neticede bugün elimizde bu süreçlerin hepsinden başarı ile çıkmış bir AKP rejimi var.

Siyasal İslam’a ve toplumun muhafazakarlaştırılmasına karşı mücadele, AKP’nin başarısının kaldırım taşları olan emekçi sınıfları geri kazanmaktan geçer. Emekçi sınıfları laiklik-aydınlanma gibi kaygılar değil somut emek eksenli kampanyalar harekete geçirir. Sol, bunu başarabildiği takdirde varlığı itibariyle dinselleşmeye karşı mücadele alanını genişletme ve başarı yakalama şansı bulacaktır. Kısacası bu işin panzehiri sınıf mücadelesidir.

Ama siz daha ilk başta zaten hali hazırda AKP’ye hiç oy vermeyen bir kitle ile AKP’ye oy verenleri uzlaşmaz kavganın değişmez iki kutbu olarak kurarsanız, orada başarı şansı sıfırdır. Olsa olsa CHP tabanında olan Aleviler, üniversite gençliği ve yaşam kaygısı merkezli hareket eden orta sınıflar ile sınırlı bir çevreye sıkışıp kalırsınız. Ki, bu zaten solun kronikleşmiş sınırlarını iyice pekiştirmek dışında bir işe yaramayacaktır.

Dinselleştirme bir gerçek. Bunun karşısında mücadele de etmeli. Hele ki selefi yuvasına çevrilmeye ve katliamların bu temelde kalıcılaştırılmaya çalışıldığı bir coğrafyada önemli bir mücadele alanı.

Ancak bunu, salt laik-Alevi gibi zaten aslında AKP’nin nüfuz edemediği azınlık bir kitle üzerinden yaparsan buradan başarı çıkmaz. Temel kaygının laiklik olduğu ve adına “gericilik” denen çok tartışmalı bir kavramı koyan bir bakış açısı ile olunca niyet edilenin tersi bir sonuç alınacağı şimdiden garantidir.

KATEGORİLER
ETİKETLER