AKP’nin Yiyin Efendiler Düzeni Yıkılırken – Gökçe Şentürk
1 Mayıs yaklaşırken emekçiler için korkunç bir yıkımla karşı karşıyayız.
Fedai Kuşçu.
Önceki gün eşine cebindeki 12 TL’yi ve “Allahaısmaladık” mesajını bırakıp intihar etti. Covid-19’a yakalandığı için İŞKUR’dan bulduğu 3 kuruşluk işten de mahrum kaldı, borçlarını ödeyemedi…
Son 1 yılda derinleşen, emekçilerin içine terk edildiği cehennemi; hem salgının hem krizin, bütün bunlarla birlikte açlık ve işsizliğin yarattığı yıkımı gözler önüne seren bir ölüm daha, insanı kahreden, vicdanları isyan ettiren sembolik bir ölüm.
Düzce’de pandemi yasaklarına uymadığı için 5 bin 850 TL ceza kesilen kağıt toplayıcı ve yakarışları; “Evim kira, 6 aylık oğlum var, yapmayın!”
Bu da ülkede tek adam rejiminin vatandaşın devlete bakışı açısından çözülüşünü ve sınıfsal karakterini gözler önüne seren bir başka örnek. Neden mi?
Yıllarca tazminatları verilmeyen Soma madencileri Ankara yürüyüşleri sırasında karşılarına çıkan jandarma engeline “Bir işverene, bir tek adama gücü yetmeyen devlet şimdi gücünü bizde sınıyor. Devlet gücünü bizde sınamasın.” diyerek haykırmış, milyonlara tercüman olmuştu.
Pandemi çığrından çıkmışken yapılan lebalep kongreler, İç İşleri Bakanı’nın “Kendisi veya eşinin, vefat eden birinci derece yakınının ya da kardeşinin cenazesine katılmak için veya cenaze nakil işlemine refakat edecek olan (en fazla 8 kişi)” diye genelge yayımlayıp, binlerce kişiyle cemaat lideri cenazesi kaldırması, salgında Kod-29’la, herkes için bağlayıcılığı olduğu iddia edilen yasalarda kendilerine verilen hak arama, sendikalı olma haklarını kullandığı için işten atılan, açlığa terk edilen binlerce kişi devletin gücünü, yasalarını zenginler ve kendi iktidar ayrıcalıklarını korumak için kullandığını en çarpıcı şekliyle gösteriyor.
Yetti mi? Yetmez!
AKP zayıfladıkça, yani dışarıdan para akışına bağımlı ekonomik düzeni sarsıldıkça geçmişten bugüne bitmek bilmeyen skandalları, yolsuzlukları, “ağam,paşam,dayım cumhuriyeti” hiç olmadığı kadar, üzerini dış politikada maceraları ve içerdeki kutuplaştırma siyasetiyle kapatamayacak kadar gündem olabiliyor.
Binali Yıldırım ve oğlunun “gemiciklerinden”, Kemal Unakıtan’ın yumurta vurgununa, “Bakara-makaracı” Egemen Bağış’la sembolleşen yolsuzluk skandallarından bugüne dek muhalefetin başarısızlığı ve kendi gündem yaratma kabiliyetiyle hiçbir bedel ödemeden geldiler. Bütün bu rezilliğe rağmen reisin “koruyuculuğuna güvenen” bürokratların, bakanların ve cümle akrabalarının devletin imkanlarıyla 7 sülalesinin rızkını(!) yoksulun sırtından kat be kat çıkarma siyaseti duvara tosluyor.
Yoksa, 80 sonrası ahlaki çöküntünün, köşe dönmeciliğin normalleşmesini anlatan Banker Bilo filminde Şener Şen’in canlandırdığı Maho karakteri gibi vatandaşa dönüp “Yaptım ama sor bir kez niye yaptım” pişkinliğiyle pislikleri örtme çabasına girişmezlerdi, bugüne kadar da yapmadılar. Oysa bugün tam da üstteki analojiyle bağdaşır biçimde Ticaret ‘eski’ Bakanı Ruhsar Pekcan, kocasının şirketinden Bakanlığa satılan dezenfektanları “ama biz daha ucuza verdik” diye savunmak zorunda kalıyor. Üstelik bahsettiğimiz hiçbir örnekte skandalın boyutu ne olursa olsun görevden alma olmamıştı.
AKP 19 yıllık iktidarı boyunca savunma pozisyonunda olmadı. Her pisliği yokmuşçasına kapatmasını bildiler. Üniversite mezunu evladı işsizlikten depresyona, intihara sürüklenirken lüks aracında kokain çeken danışmanlar halkın tam da bugün gündemi. Çünkü yoksulluk, işsizlik halkın böylesine çaresiz kaldığı bir mertebeye gelmemişti. O nedenle uzun vadeli planlardan çok günü kurtarmak için yapılanlar AKP için işleri rayına sokmak şöyle dursun, Merkez Bankası ve 128 milyar dolar hamlelerinde gördüğümüz üzre, daha çok kontrolden çıkarıyor.
İşçilerin çokça rahmet okuduğu “Türkiye’de yoksulluğu tükettik” diyen Aile ve çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk da tarih olurken yoksulun, garibanın öyle gerçek bir öfkesi büyüyor ki emekçiler üzerinde yaratılan yıkımın tersine döneceği günler hiç de uzakta değil! Ama yerine ne koyacağımızı toplumun örgütlülüğü belirleyecek.