AKP’nin Gündeminde Sürüklenmek (Çağın Erdinç)

Malum, Tayyip Erdoğan yeni bir iddiayla çıktı karşımıza: “Amerika’yı keşfedenler Müslüman’lardır!” Ve ekledi: “Küba’ya bir camii yapılmalıdır!” Bu iddiayı ciddiye alıp iddiaya yanıt vermenin gerekliliğini bir tarafa koymak lazım. Bu ayrı bir tartışma konusu. Burada önemli olan Tayyip Erdoğan’ın suni gündem üretmedeki “yaratıcılığı!”

Ortaya çıkan yolsuzlukları, ayakkabı kutularına saklanan, sıfırlanmaya çalışılan paraları bir araya getirsek Ankara’dan Küba’ya yol olur herhalde! Ak-Saray denilen ucubeye harcanan inanılmaz paraları da eklemek gerekir! Öte taraftan Türkiye’nin toprak altından neredeyse her gün madencilerin cansız bedenleri çıkartılıyor! Yalnızca Faruk Çelik döneminde 8 bini aşkın işçi, iş cinayetlerine kurban gitti!

AKP döneminin yarattığı girdaplar saymakla bitmez! Ancak konuşulacak, tartışılacak onca konu varken Tayyip Erdoğan’ın çıkıp “Küba’ya camii yapılmalıdır! Amerika’yı Müslüman’lar keşfetti” çıkışı, AKP karşıtı muhalefetin küçümsediği kadar “aptalca” bir çıkış değil! Erdoğan bunu bilinçli yapıyor. Bugün AKP’nin neden böyle bir günden yarattığını anlamak için Gezi sürecinden bugüne kadar olan olayları, AKP’nin tavrını ve sosyalist solun AKP’nin yarattığı ya da AKP’nin dışında gelişen gündemleri ne ölçüde etkileyebildiğini incelemekte fayda görüyoruz.

Gezi Süreci’nin Yarattığı Çekim Etkisi ve Sonrası

Bilindiği gibi Haziran 2013’te AKP’yi ciddi şekilde sarsan ve merkezi şehirler başta olmak üzere neredeyse Türkiye’nin her tarafına yayılan sokak eylemlerine tanık olduk. Sürecin sonunda AKP, muazzam bir polis şiddetiyle kontrolü yeniden eline almayı başardı; fakat Haziran’ın yarattığı fırtına, sonraki süreçte dinse de etkisi çok uzun sürdü.

Örneğin 2013-2014 futbol sezonunun açıldığı Ağustos ayında tribünlerde yaşananlar, Gezi Direnişi’nin sokaklarla sınırlı kalmayacağını bir kez daha ortaya koydu. 18 Ağustos 2013’te oynanan Beşiktaş- Trabzonspor maçında Beşiktaş taraftarının büyük çoğunluğu maç başlamadan önce, 34. dakikada ve maçın sonuna doğru “Her yer Taksim; her yer direniş!” tezahüratıyla AKP’ye gereken mesajı verdi! Bu maçın ardından sonraki haftalarda 34. dakika tezahüratları gelenekselleşti ve birçok tribünde söylenmeye başladı.

Gezi Süreci, solun kendi gündeminin AKP’yi çekim alanına aldığı nadir süreçlerden biriydi. AKP bu süreçte Haziran Ayaklanması’nın yarattığı fırtınaya çamur atmakla “meşgul olmaya” çalıştı. AKP, sokak eylemleri için “darbe” dedi, “dış güçler” dedi ve daha bir çok akla ziyan açıklamalarla polis şiddetinin meşruiyetini kendince sağlayarak isyan dalgasının kendi tabanında kafa karışıklığına yol açmasına engel olmaya çalıştı; fakat öyle ya da böyle, Gezi Süreci’nin gündeminin yarattığı “girdap’’, AKP’yi uzun süre etrafında döndürmeyi başardı. Elbette Haziran Süreci’nde AKP bugün olduğu gibi “Amerika’yı Müslümanlar keşfetti!” minvalinde suni bir gündem yaratmaya çalışsaydı, herhalde kendi tabanı bile AKP’yi ciddiye almazdı!

Örgütsüz ve kendiliğinden bir hareket olan Gezi süreci, doğal olarak süreç içerisinde enerjisini iyice kaybetti. Haziran sürecinin yarattığı çekim etkisi azaldıkça doğal olarak AKP de kendi gündemini yaratmaya başladı. İlk olarak 30 Ekim ve 31 Ekim’de hac dönüşü türban takmaya başlayan dört AKP’li milletvekili (Sevde Beyazıt Kaçar, Nurcan Dalbudak, Gönül Şahkulubey ve Gülay Samancı) TBMM tarihinde ilk kez meclise türbanlarıyla girdi. 18 Nisan 1999’daki seçimlerden sonra meclise türbanıyla giren “Merve Kavakçı vakası” tekrarlanmasa da AKP’nin yeniden türban üzerinden gündem yaratmaya çalışması bakımından önemli bir olaydı ve AKP’nin yarattığı kısa vadeli bu gündem, o günlerde bir süre tartışıldı.

Ekim sonundaki bu olaydan sonra kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan Erdoğan’ın Kasım başında yarattığı “kızlı erkekli evler” gündemi uzun süre etkili oldu. Erdoğan 5 Kasım 2013’teki grup toplantısında, “Biz; kızların, erkeklerin devlet yurtlarında karışık olarak kalmasına müsaade etmedik, etmiyoruz… Kızlı erkekli kalınan yerlerden, güvenlik güçlerimize gelen istihbari bilgiler var! Bu istihbari bilgilerden hareketle de valiliklerimiz bu duruma müdahil oluyor!” diyerek yeni bir tartışmanın fitilini ateşlemişti! İlk bakışta o zaman da “durup dururken” yapılmış gibi görünen açıklama, “Amerika’nın Müslüman’lar tarafından keşfi ve Küba’ya camii” iddiası gibi planlıydı.

Erdoğan’ın söz konusu çıkışından henüz beş ay önce Türkiye tarihinin en büyük isyanlarından biri yaşanmıştı. Süreç çok tazeydi ve Gezi sürecinin etrafında şekillenen polis şiddetine karşı tepki söylemleri, ölen gencecik insanlar elbette konuşulmaya devam ediyordu. Erdoğan, Gezi’nin gündemine kapılıp gitmektense kendi yarattığı “kızlı erkekli evlerin” tartışılması etrafında dönen gündemin belirleyici olmasını “doğal olarak” tercih etti. Öte taraftan kendi tabanının zihniyetini bir kez daha “okşayarak” toplumu kutuplaştırmaya ve kendi tabanını garanti altına alma stratejisini sürdürdü.

AKP’ye İkinci Darbe: 17 ve 25 Aralık Süreci

Kasım’daki “kızlı erkekli’’ çıkışından bir ay sonra, AKP ve Cemaat arasındaki “soğuk savaş’’ açık bir sıcak savaşa dönüştü ve 17 Aralık 2013’te bakan çocukları başta olmak üzere yolsuzluğa karışan birçok isim gözaltına alındı. Ayakkabı kutularına saklanan milyon dolarların yarattığı “girdap” AKP’yi Gezi sürecindeki gibi etkisi altına aldı.

17 Aralık’ta ortaya saçılan yolsuzluklar, normal şartlarda kırılgan bir iktidarı anında düşürebilecek olan etkiye sahipti; fakat AKP “yavuz hırsız ev sahibini şaşırtır” misali yolsuzluklar karşısında, Gezi sürecinde olduğu gibi yine “dış güçler”, “darbe girişimi”, “karanlık eller” söylemlerine sığındı.

Sonraki süreçte, cemaat ikinci kozunu oynayarak ses kayıtlarını servis etti. Tayyip Erdoğan’ın ve Bilal Erdoğan’ın “paraları sıfırlama” muhabbetleri, hiç kuşkusuz 17 Aralık’ın yarattığı etkiden daha fazlasını yarattı! Tayyip Erdoğan bu süreçte de önceki stratejisini aynen uygulamaya devam ederek ses kayıtlarının montaj olduğunu, kendilerine operasyon yapılmaya çalışıldığını, bu oyunu bozacaklarını vurguladı ve “yavuzluğunu” bir kez daha kanıtlayarak “ev sahibini” yine şaşırttı!

Aralık ayının yarattığı girdap zaman zaman “bakara makara” tapelerinde olduğu gibi artarak bazen de azalarak devam etti. İnsanlar her gün AKP’nin başka bir yolsuzluğunu, ortaya saçılan ses kayıtlarından öğrenmeye devam ederken AKP bu süreçte sürekli aynı söylemler üzerine kurduğu stratejiye ısrarla ve inatla sığındı: “kayıtlar montaj! Bize darbe yapılmak isteniyor! Milli irade yok sayılıyor vb…”

AKP Gezi sürecinde olduğu gibi ‘’savunma’’ pozisyonunu bir süre devam ettirdi. Zira AKP’nin önünde seçimler vardı. Elbette cemaatin hamlesinin zamanlamasının “manidar” olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü üç ay sonra, 30 Mart 2014’te yerel seçimler olacaktı. Cemaatin planı 30 Mart seçimlerinde AKP’nin tabanında kırılmalara yol açarak AKP’yi izole etmekti. Tekrar belirtmekte fayda var: eğer kırılgan bir iktidar olsaydı, henüz 17 Aralık gelişmelerinde düşmesi mümkün olabilirdi.

AKP’nin, iktidarını korumayı başardığını vurgularken 17 ve 25 Aralık’tan seçimlere kadar olan süreçte, kendi gündemini yaratma konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşadığını da eklemek lazım. Tekrar belirtmekte fayda görüyoruz: AKP bu süreç içerisinde yolsuzluk gündeminin yarattığı girdabın etrafında uzun süre döndü ve bu girdaptan kurtulup seçimlere güçlü girebilmek için benzer argümanları tekrarlamaya devam etti.

17-25 Aralık olaylarından 30 Mart seçimlerine kadar geçen süreçte en önemli olay Berkin Elvan’ın ölümüydü. Berkin’in ölümüyle birlikte toplumun AKP nefreti, Gezi’den sonra ilk kez kitlesel bir biçimde sokağa taştı. Türkiye’nin birçok yerinde eylemler oldu; ancak 12 Mart’ta sokağın bir kez daha geri çekilmesine neden olan ve Tayyip Erdoğan’ın uzun süre kullanacağı bir olay yaşandı: Burak Can Karamanoğlu planlı görünen olaylar serisinin sonucunda Okmeydanı’nda vurularak öldürüldü.

Erdoğan olayın hemen ardından Burak Can Karamanoğlu’na “sarıldı”. Burak Can öldürüldükten bir gün sonra Aksaray mitinginde konuşan Erdoğan: “Burakcan yavrumuzun ne günahı vardı? Elinde silah mı vardı?” derken Berkin Elvan’ın annesini meydanlarda yuhalatarak kutuplaştırma söylemlerine sığınmaya devam etti.

17-25 Aralık yolsuzluklarından Berkin Elvan’ın katledilmesine kadar olan süreçte kendi gündemini oluşturamayan AKP, köşeye sıkıştığı bu süreçlerden yine kendi tabanını ikna ederek kutuplaştırıcı söylemlerle çıkmayı “başardı”.

AKP, 30 Mart seçimlerinden galip ayrılsa da en önemli müttefiki olan Gülen Cemaati’yle ipleri tamamen koparttı. Dışarıda Ortadoğu politikasıyla çamura batan AKP, başlarda beraber yürüdüğü “yetmez ama evetçilerden” cemaatle birbirine düştüğü sürece kadar zaten önemli müttefiklerini kaybetmişti. Son olarak cemaatle girdiği sıcak savaş, AKP’nin izolasyonunu arttırdı.

Uzun bir süre boyunca kendi insiyatifi dışında gelişen olaylara karşı refleks gösteren AKP’nin, seçimlerden galip ayrıldıktan sonra savunma pozisyonundan “saldırı” pozisyonuna geçeceğinin sinyallerini Tayyip Erdoğan 8 Nisan 2014’teki AKP Grup Toplantısı’nda verdi. “Paralel yapıya” karşı mücadele sözü veren Erdoğan, 22 Nisan’daki Grup toplantısında gündemine 1 Mayıs’ı aldı. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına asla izin vermeyeceğini, böyle “boş hayallere” kimsenin kapılmaması gerektiğini vurgulayarak 1 Mayıs gündeminin yine kendi söyledikleri üzerinden şekillenmesini sağladı!

1 Mayıs 2014’ten Soma Katliamına

Yaklaşan 1 Mayıs gündemi, Erdoğan’ın 22 Nisan’daki grup toplantısında söyledikleri üzerinden şekillendi! Sosyalist sol kendi 1 Mayıs gündemini oluşturamadı ve RTE’nin oluşturduğu 1 Mayıs gündeminin sınırlarına hapsolarak yalnızca sokak odaklı “1 Mayıs” tartışmaları üzerinden böyle sıcak bir gündeme yeterince müdahil olamadı!

Ortak taleplerin belirlenmesi üzerinden değil, salt sokak odaklı devam eden 1 Mayıs gündemi, AKP’yi fazla zorlamadı. İstanbul’da birkaç saatlik dar kapsamlı çatışmalardan ibaret geçen 1 Mayıs’tan sonraki gün AKP için her şey yeniden normale döndü! Ta ki 13 Mayıs Soma katliamına kadar…

AKP’nin uyguladığı taşeronlaştırma politikalarının en büyük sonucu 13 Mayıs’ta Soma’da yaşandı! 301 işçi toprak altında hayatını kaybetti. AKP’li “yetkililer”, katliamdan sonra öyle açıklamalar yaptı ki, böyle bir olay yaşanmamış olsaydı, söz konusu açıklamalar mizah malzemesi olabilirdi! Malum, sonraki süreçte Tayyip Erdoğan’ın koruması Yusuf Yerkel Soma’da insanları tekmelerken Erdoğan’ın bir kişiye tokat attığı görüntüler yayınlandı…

Sosyalist sol, AKP’nin politikaları sonucu yaşanan bu katliamın oluşturduğu gündeme de müdahil olamadı! Deyim yerindeyse AKP kendisi çaldı; kendisi oynadı! AKP’li “yetkililer” birbirlerini suçlamaya devam etti: Cumhuriyet gazetesinden Utku Çakırözer’e verdiği demeçte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ı suçlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, sonrasında Bugün gazetesinden Seda Şimşek’in sorularına verdiği yanıtlarda sorumluluğu üstünden atmaya çalıştı. Çelik, “Sorumluluk sizde mi?” sorusuna “Bende ne olacak? Hükümette!” yanıtını verdi.

Sonuç olarak, AKP’nin taşeronlaştırma politikaları sonucunda gerçekleşen katliamın yarattığı böyle hayati bir gündem, sosyalist solun edilgenliği yüzünden, saçma sapan açıklamalarla da olsa AKP tarafından ne yazık ki kontrol edilebildi.

Soma’dan sonra, Mayıs sonundan Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar gündem genellikle AKP’nin belirlediği rotada gitmeye devam etti. Sözünü ettiğimiz süreçteki önemli gelişmelerden biri Gezi’nin birinci yıl dönümüydü. Gezi’nin yıldönümünde sokaklara çıkan insanlara polis acımasızca saldırdı. 103 kişinin gözaltına alındığı eylemlerde birçok kişi yaralandı.

RTE 3 Haziran’daki AKP Grup Toplantısı’nda ötekileştirici söylemler üzerinden gündem inşa etme alışkanlığını devam ettirdi. Gezi’nin yıldönümünde sokağa çıkanlara karşı aşağılayıcı ifadeler kullanan RTE, polis şiddetini övdüğü açıklamasında şunları söyledi: “Çağrılara sadece 3-5 marjinal örgüt karşılık verdi, sokağa döküldüler, polisimizin dik duruşu sayesinde de geldikleri gibi gittiler! Tabi bundan önceki Gezi’de onlara lojistik desteği veren sermaye vardı. Bu defa o sermaye de ortaya çıkmadı! Onlardan da lojistik destek gelemeyince şimdi çırılçıplak ortada kaldılar! İstanbul’un lüks kafelerinde ellerindeki telefonlarla isyan çağrıları yapanlar Cumartesi günü avuçlarını yaladılar! İstanbul’a gelip abartılı provokatif çağrılar yapan uluslararası medya kuruluşları avuçlarını yaladılar!”

Mayıs sonundan Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar gündemin genellikle AKP’nin belirlediği rotada devam ettiğini söylemiştik. Bu süreçte Gezi’nin yıldönümü dışında ikinci önemli gelişme 11 Haziran’da IŞİD’in Türkiye Musul Başkonsolosluğu’nu basarak diplomat ve aileleri ile özel harekatçılardan oluşan 49 TC vatandaşını rehin alması oldu.

Bu önemli gelişmeyi daha önemli bir gelişme izledi ve 17 Haziran’da konuyla ilgili yayın yasağı getirildi. Böylece AKP, zarar görebileceği bu olayın konuşulmasına engel olarak yaşananları “gündem dışı” tuttu; ancak aynı AKP, nasıl kurtarıldıkları hala meçhul olan konsolosluk görevlilerinin 20 Eylül’de kurtarılmasını uzun süre konuştu, daha önemlisi konuşturdu!

Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve Kobane Eylemleri

RTE, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beklenen sonuçları alarak ilk turda seçildi. Davutoğlu’nun başbakan olmasından sonra 27 Ağustos’taki konuşması RTE’nin söylemlerinden pek farklı değildi.

Devam eden süreçte Kobane’ye yönelik IŞİD saldırıları giderek arttı. AKP, Kobane konusunda sessiz kalmayı “tercih etti”. Bu noktada örgütlü Kürt halkının iradesi, Kobane’de yaklaşan katliamın “gündem dışı” kalmasına izin vermedi. Kürt Ulusal Hareketi, Kobane eylemleriyle sadece Türkiye halklarının değil, neredeyse tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı ve AKP’yi ciddi anlamda köşeye sıkıştırarak Kobane düşerse olabilecekler konusunda AKP’ye net mesajlar verdi. Böylece AKP, uzun bir aradan sonra insiyatifi dışında oluşan gündemin çekim etkisine kapılmış oldu. Başta Kobane eylemleri olmak üzere Kürt Ulusal Hareketi lehine gelişen birçok olay sonucunda, AKP Kobane konusundaki söylem ve eylem sertliğini yumuşatmak zorunda kaldı.

Sonuç

 

Aslında süreci Gezi İsyanı’nın çok daha öncesinden alabilirdik; fakat ne kadar geriden ele alırsak alalım, aynı tabloyla karşılaşacağımız açık. Söz konusu tablonun ise kabaca birbirinden ayrı üç farklı sonucu karşımıza çıkarttığını söyleyebiliriz.

Yani, yoğun tartışmaların etrafında döndüğü gündemlerin ortaya çıkış şekillerini ve AKP’nin söz konusu gündemlerin neresinde durduğunu, bu gündemleri nasıl etkilediğini incelediğimizde, Gezi eylemlerinden bugüne yaşananlar ışığında üç farklı sonucun ortaya çıktığını ifade edebiliriz: 1) AKP kendi gündemini yaratarak gündemin rotasını kendisi tayin ediyor. 2) AKP, iradesi dışında ve aleyhinde gelişen gündem olursa, söz konusu gündemin yarattığı girdabın etrafında savrulmamak için sert söylem ve eylemlerle kendi tabanını ikna yöntemine giderek süreçten en az zararla çıkmaya çalışıyor. 3)AKP, iradesi dışında gelişen gündemin çekim alanında savruluyor ve sürece fazla müdahale edemiyor .

Örnek vermek gerekirse, Gezi sürecinin ilk günleri üçüncü sonucu doğurdu. Hatırlanacağı üzere, kitleler Taksim Meydanı’nı, Gezi Parkı’nı ele geçirdi; eylemler Türkiye’nin dört bir tarafına yayıldı. AKP’li muktedirler bu süreçte son derece edilgen kaldı. Gezi’nin oluşturduğu gündemin yarattığı girdap AKP’yi içerisine çekti; ancak sonraki süreçte ikinci sonucun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Gezi eylemlerinin örgütsüzlüğü, perspektifsizliği sonucunda, AKP ilk şoku atlattı ve RTE çok sert söylemlerle bunun bir darbe olduğunu dile getirdi. Haziran eylemlerinin politik esneksizliği, sonunda kitlelerin sokaklardan çekilmesine ve süreç içerisinde rüzgarın tamamen dinmesine neden oldu. Böylece birinci sonuç ortaya çıktı ve bilindiği gibi Kasım ayından itibaren AKP artık tamamen kendi gündemini oluşturmaya başladı.

Gezi süreci dışında üçüncü sonucun ortaya çıktığı başka örneklerin pek olmadığını tekrar söylemekte fayda var. Soma’da, Gezi’nin yıl dönümünde, 1 Mayıs’ta, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde… son tahlilde gündemi AKP’nin bir şekilde kontrol edebildiğini gördük. Bunun en önemli nedeninin sosyalist solun edilgenliği olduğunu vurgulamak gerekiyor.

Gezi’de sosyalist sol ön plandaydı, ama süreci evriltecek gerekli müdahaleleri yapamadı. Gezi’de ve sonrasında neredeyse tüm süreçlerde Türkiye sosyalist solu, genel olarak, ortak gündem belirlemekten, ortak kampanyalar etrafında şekillenen somut taleplerle AKP’nin karşısına çıkmaktan oldukça uzak kaldı. Örneğin Soma Katliam’ında bile insanların sokağa çağırılması dışında ciddi bir çalışma yürütülmedi ve Soma Katliamı’nın nedeni olan AKP’li muktedirler çıkıp “sorumlulardan hesap soracağız!” diyerek böyle bir sürecin rotasını bile tek başına çizebildiler.

Hal böyle olunca, AKP tek başına, saçma sapan da olsa kendi gündemini ülkeye dayatabildi. Nasıl ki AKP, Gezi sürecinden sonra katledilen gençlerin, polis terörünün tartışılmasındansa “kızlı erkekli evler” konusunun tartışılmasını “tercih ettiyse”, bugün de AK-Saray denen ucubeye harcanan paranın, toprak altından her gün çıkartılan işçi cesetlerinin, taşeronun, güvencesiz çalışmanın tartışılmasındansa Amerika’yı Müslümanların keşfedip keşfetmediğinin, Küba’ya cami yapılmasının gerekli olup olmadığının tartışılmasını tercih ediyor!

Öyleyse bugün yapılacak olan bellidir. AKP’nin gündemi etrafında savrulup gitmektense, AKP’yi rahatsız edecek konuları gündeme alarak bu konular üzerinden ortak, somut talepleri dile getirmek gerekiyor.

Örneğin, sadece Faruk Çelik’in 5 yıl 2 aylık görev süresi boyunca 8 bin 504 işçi hayatını kaybetti. Bu ölümlerin en büyük nedeni hiç kuşkusuz AKP’nin taşeron politikaları. İşçi katliamları bu boyuttayken oturup Amerika’yı Müslümanların değil Kolomb’un keşfettiğini, Küba’ya camii yapılmasının gereksiz olduğunu anlatmak yerine taşerona karşı etkili kampanyalar örgütlemek gerekmektedir.

Elbette bu, AKP’nin yarattığı gündeme kulağımızı tıkayıp gözümüzü kapatmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Zira AKP’li muktedirlerin söyledikleri, toplumun geniş kesimlerince ister istemez tartışılıyor. AKP’nin oluşturduğu suni gündemlere de etkili yanıtlar vermek gerekiyor. Örneğin RTE çıkıp “kızlı erkekli” konusunu ortaya attığında, bu konuya dair hiçbir şey söylememek de büyük bir yanılgı olurdu.

Toparlayacak olursak: “AKP bir şeyler yapsın da insanları sokağa çağıralım.” ya da “RTE bir şey söylesin de dalga geçelim!” diye bekleyerek AKP’nin gündemine sıkışıp kalmak yerine mevcut sorunların, yani, olması gereken gündemin üzerinden somut taleplerle (taşeron kaldırılsın gibi) sosyalist solun kendi gündemini yaratması elzemdir! Aksi halde bugün işçiler ölürken ‘’Küba’ya cami yapılmak istenmesinin saçmalığını’’ tartışıyorken, yarın işçi katliamları devam ederken RTE’nin daha absürt bir çıkışını tartışırken bulabiliriz kendimizi! 

KATEGORİLER
ETİKETLER