AKP’nin “Antiemperyalizmi"- Emre Güntekin
Türkiye ABD ile siyasi tarihinin en ağır krizlerinden birisini yaşıyor. Öyle ki iktidarından medyasına herkesin dilinde hamaset dolu bir “anti Amerikancılık”.
Saray medyasının bayrak taşıyanı olan Sabah gazetesinde çıkan birkaç köşe yazısından örnekler:
“Türkiye’ye yakınlığı ile bilinen Dostum ve son dönemde Türkiye ile en çok işbirliği yapan liderlerin başında gelen Maduro’ya yönelik iki hafta içinde iki suikast girişiminin gerçekleşmesi tesadüf değildir. Olanlar, ‘ekonomik bir savaşla karşı karşıyayız‘ diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kast ettiği siyasî iklimin bir uzantısıdır. İran’a yaptırımların da genişlemesiyle, ABD’nin elinden kayıp giden dünyayı, siyasî ve/ veya ekonomik olarak kıskaca almak istediği bir vasatta haysiyet mücadelesi veriyoruz. Dik duracağız.” (Hilal Kaplan, Sabah, 06.08.2018)
“2’nci Dünya savaşında Türkiye’nin sorumluluğunun yükü Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün sırtındaydı. İnönü 2’nci Dünya Savaşı sonrasındaki Sovyet tehlikesini ve tecavüz girişimini, ABD ile ittifak kurarak önledi. Bugün ise o müttefik Türkiye’yi çeşitli vesilelerle tehdit ediyor. Kısacası 2’nci Dünya Savaşı’nda İnönü’nün sırtındaki sorumluluk yükü bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın omuzlarındadır. Ve en kötüsü bugün tek tehdit ABD’dir.” (Mehmet Barlas, Sabah, 06.08.2018)
“Onlar da bizim gibi, ABD’den diğer emperyalistlerden bağımsız, kendi çıkarları için, kendi hür iradelerine göre yaşamak istiyorlar…
ABD, onların karşısına da taşeronlarıyla dikiliyor…
Onlar da ekonomik sabotajlarla, terörle, darbeyle terbiye edilmeye çalışıyorlar…
Ve çok şükür, orada da yurtseverler, tıpkı bizlerin 15 Temmuz’da yaptığı gibi, galip geliyorlar, bağımsızlıklarına ve egemenliklerine sahip çıkıyorlar.” (Melih Altınok, Sabah, 06.08.2018)
Yukarıdaki satırları okuyan da siyasal İslamcıların bu coğrafyada göbek bağını kesip, büyütenin; İslam coğrafyasına ılımlı bir rol model olarak AKP’yi iktidara taşıyanın ABD emperyalizmi olmadığını sanacak.
Günümüzün modası artık dış politikanın her şeyden önce iç politikanın bir uzantısı haline dönüşmesi oldu. AKP’nin ABD’yle yaşadığı krizin temelinde de, ABD’nin de genel olarak emperyalist müttefikleriyle yaşadığı krizlerin temelinde de bu yatıyor. Erdoğan da, Trump da iç politikada rahat edebilmek ve seçmen desteğini diri tutabilmek için krizlere muhtaçlar. Trump’ın ekonomik olarak eli daha rahat. Dünyanın en büyük ekonomilerinin birinin tepesinde, dünyanın en büyük savaş aygıtı emrinde ve çıkardığı krizleri somut kazanımlara dönüştürme yeteneğine sahip. Ya biz de?
AKP iktidarının uyguladığı ekonomik politikalar Türkiye’ yi tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birine sürüklüyor. Yıllarca yurtdışı kaynaklı sıcak paranın kaymağı taşa, betona gömüldü; ithalat kaynaklı tüketim ucuz kredilerle finanse edildi ve 16 yılın sonunda devasa bir dış borç yükü ve cari açıkla baş başa kalındı. Tabii bolca sıcak para gelirken kimse anti-emperyalist olmaya gerek görmüyordu.
Bunun yanında İslamcı-otoriter rejimi beraber inşa eden, muhalefeti beraber susturan FETÖ ve AKP kavgaya tutuştu ve iktidar savaşının kazananı Erdoğan oldu. İkisinin de birbirinden farkı olmadığı için darbe başarıya ulaşmış olsaydı yaşayacağımız baskıyı, darbe başarılı olmadan da yaşıyoruz. İnsan hakları ihlalleri, düşünce özgürlüğünün baskı altına alınması, yüzbinlerce kişinin KHK’larla ihraç edilmesi, yasaklar, yargının tek bir kişinin emrine amade edilmesi, meclisin susturulması, ekonomiyi yöneten kurumların tek bir kişinin ağzına bakar hale gelmesi… Kısacası yaratılan tek adam diktası ve tutarsız ekonomi politikaları yatırımcıyı da eskisi kadar cezbetmiyor. Bunun da ötesinde başta ABD olmak üzere Batı ekonomilerinde 2008 krizinin ardından başlayan ve bizim gibi üretim odaklı bir iktisadi yapıya sahip olmayan ülkeleri “ihya” eden parasal genişleme politikaları terk ediliyor. Sonuç olarak geminin buzdağına çarpması kaçınılmaz görünüyor.
Elbette kaptan köşkünde oturan Erdoğan bütün bu sorumluluğu üstlenecek değil ya! Bugünlerde iktidar bütün krizin sorumluluğunu dış güçlere, Amerika’nın oyununa yıkma teranesinin zeminini hazırlıyor. Normalde basit bir şekilde çözülebilecek Rahip Brunson meselesinin bu kadar uzamasının sebebi de bu olsa gerek. ABD ile girişilen köylü pazarlığı sonuç vermedi ve şimdi ekonomik bunalımı daha da derinleştiren bu meselenin kuyruğu kaptırmadan nasıl çözüleceği kara kara düşünülüyor. Salsan içerde madara olacaksın, salmasan yaptırımlar ekonomik çöküşü hızlandıracak. Yaklaşan çöküş IMF’ye borç verdiğimiz (!) milyar dolarları geri isteyerek çözülecek türden de değil!
İşin garip tarafı konjöktürel olarak ABD karşıtlığı üzerinden “antiemperyalist” kesilenler şimdiden BRICS güzellemelerine başladılar. Çünkü şu haliyle neredeyse herkesle kavgalı olan Türkiye’nin cari açığını Batılı ülkelerden finanse edemeyeceği netleşti. Erdoğan’dan başlayarak iktidar cephesinde şu sıralarda moda Rusya’ya, Çin’e ve BRICS’e yanlamak. Erdoğan bir konuşmasında dış borç için Çin’e başvurulacağını açıktan ifade etti. Erdoğan 3 Ağustos’ta yaptığı konuşmada ‘Şimdi biz Çin piyasasına yöneliyoruz. Ne kadar çeşitlendirmeye gidersek risklerimizi dağıtmış olacağız. Bu doğrultuda ilk defa Çin yuanı üzerinden tahvil ihracı yapıyoruz.’ demişti.
Sabah gazetesinde bir köşe yazarı ise şunları yazıyor: “Ticaret kanalında ise, yükselen çekim merkezleri olarak Türkiye, Rusya, Hindistan, Meksika, İran, Brezilya, Güney Kore, Endonezya, Malezya, Güney Afrika ve Nijerya’nın, dünya milli gelirinin ve küresel ticaretin neredeyse yüzde 60’ına hâkim olan bu ülkelerin, bilhassa kendi aralarında milli paralarını kullanarak hammadde, ara mamul, nihai ürün ve enerjiye dayalı yeni bir ticaretfinans aktarım ağı oluşturmaları, yakın bir gelecekte birlikte yürütecekleri projelerle kendi aralarında blokzincir sistemleri ve milli paralara dayalı dijital paralarla uluslararası ticaretin önünü açmaları, 70 yıllık ‘dolar imparatorluğu’nun da çöküşü anlamına gelir.”.
Çin’den Amerikan doları cinsinden borçlanarak dolar imparatorluğunu çökertmek de ancak bu İslamcı andavalların ve belki de Doğu Perinçek’in hayalini kuracağı bir düş! Temmuz ayı sonunda Çin’den BOTAŞ yatırımlarını finanse etmek amacıyla 3,6 milyar dolarlık kredi alındığı bizzat Berat Albayrak tarafından açıklanmıştı. Alınan ve alınması muhtemel dış borçlara karşılık olarak iktidarın Çin’e ne vaadettiği veya edeceği ise şimdilik muamma!
Gerçi siz bakmayın onların Çin rüyalarına… İktidar eninde sonunda ABD ve Batı blokuyla ilişkileri onarmaya çalışacaktır. Damadın da dediği gibi aile içinde olur böyle şeyler, kol kırılır yen içinde kalır. Erdoğan yine Trump’la sarmaş dolaş olur ve bugün ABD’ye giydiren, antiemperyalizm nutukları atan medya ABD güzellemelerine devam eder. Erdoğan’ın yeniden dünya lideri olduğu hatırlanır!
Ancak unutulmamalıdır ki bütün bu yalpalamaların bedelini emekçi sınıflar giderek zorlaşan yaşam koşullarıyla, eriyen ücretlerle, küçülen ekmekle ödeyecek!