AKP Karşıtlığı: Bir Sorun Mu Var? – V.U. Arslan
12 Mayıs, 2014
Türkiye sosyalist solu, oldukça zengin bir çeşitliliğe ve aslında pek yabana atılmayacak güçlere sahip. Maalesef bu çeşitlilik içerisinden ülke gündemine müdahale edebilen bir etkinlik çıkmıyor. Küçük hesapları bir kenara bırakarak ortak hedefler dahilinde birlikte kampanyalar düzenleyip mücadele etme yeteneği de ne yazık ki pek gelişkin değil. Şu son dönemde bile, mevcut durumun aciliyetine ve kitle hareketinden gelen zorlamalara rağmen, bu konuda teşvik edici örnekler ortaya konulamadı.
Diğer yandan bu dağınıklık içerisinde de olsa solda öne çıkan eğilimler ve politik farklılaşmalar arasından doğrularla yanlışları ayırt etmek zorundayız. Daha önce Marksist Bakış sayfalarında kitleleri TSK ve CHP’ye yedekleyen Kemalist eğilimlere karşı çokça eleştiri getirildi. Aynı şekilde AKP’ye destek veren sol liberalizm de defalarca topa tutuldu. Bunun dışında temel eksiklikleri ile HDP de birçok kez eleştirilerden nasibini aldı.
Etkisi bunlar kadar güçlü olmasa da emekçi ve gençlik kesimlerinde kafa karıştırıp bilinç bulandıran bir başka eğilim daha var. Bu yüzden bazı noktaları billurlaştırmak zorundayız. Bahsini edeceğimiz sıkıntılı politik eğilim, iflah olmaz sekterlik hastalığından kaynaklanıyor. Bu hastalıktan nasibini almış gruplara göre “AKP’ye karşı mücadeleyi öne çıkartmak devrimcilikle bağdaşmaz.” Hatta AKP karşıtı sloganlar atmaktan da köşe bucak kaçmak gerekir. Bunun yerine “katil devlet hesap verecek” ya da “kahrolsun ücretli kölelik düzeni” türünden sloganlar etrafında hareket edilmesi uygun görülüyor.
Sol Lafazanlık
Sol lafazanlık çelişkileri basitleştirdiğinden kulağa hoş gelen bir tınıya sahiptir. Kaba mantığıyla kendi steril doğrularını kitlelere dayatmaya çalışırken haklılığından emindir. Oysa bu tür gevezeliğin yaptığı, en genel sloganları ve en ileri hedefleri tekrarlayıp durmaktan ibarettir. Yer çekimi gibi tartışılmayacak gerçekleri geveleyip durmanın işçi sınıfı mücadelesine hiçbir yararı dokunmayacaktır. Mesele, en genel hedefleri mümkün hale getirebilmek için girişilen uzun ve çetin mücadelede engelleri aşabilmektir. Bunun için de en başta kitlelerin ruh halini iyi kavrayıp taktik esnekliği hayata geçirmek gerekir. En ileri sloganlar etrafında dönüp duran ultra solcunun köşeli kafası ise kaba zıtlıkların ötesini pek kavrayamaz.
Gelgelelim sınıf mücadelesi, kabaca burjuva devletle devrimci proletarya arasındaki bir meydan kavgası şeklinde geçmez. Sınıf mücadelesi böyle bir kabalaştırmanın ilkel şemasına sığmayacak kadar detaylıdır ve bir dolu çelişkiyi içerisinde barındırır. Aynı şekilde işçi sınıfının genel bilinci de hareket halinde ve çelişkiler içerisindedir. Sınıf içerisindeki ve genel olarak hayattaki bu çelişkiler nedeniyle işçi sınıfının öncülerinden oluşan bir devrimci partiye ihtiyaç vardır. Yine hayattaki çelişkiler yüzünden devrimci parti, basitçe devrimci sloganları tekrarlayıp duramaz. Sınıf mücadelesinde taktik ustalığı başarıyla sergileyebildiği ölçüde geniş emekçi ve gençlik kesimlerine önderlik edebilir. Lenin’in dediği gibi “komünistlerin bütün görevi, bilinçlenmede geç kalanları inandırmayı bilmek, onların arasında çalışmayı bilmektir, yoksa çocukça uydurmalardan başka bir şey olmayan ‘sol’ sloganlar ileri sürerek onlardan ayrılmak değildir.” Doğru sloganlar ve taktikler olmadan kitlelerle bağ kura- bilmek mümkün olmayacaktır. Tarihin her dönemine uyan “katil devlet hesap verecek” türünden sloganları ana slogan haline getiren mekanik kabalık ile bahsini ettiğimiz taktiksel zenginlik arasında kuşkusuz büyük bir uçurum bulunuyor.
Hükümetler Ne İş Yapar?
Burjuva devlet, egemen sınıfın yani emperyalist kapitalizmin yürütme komitesidir. Emperyalist kapitalistlerin, programlarını kendi adlarına uygulayan hükümetlere ihtiyaçları vardır. Bu yüzden de işçi sınıfının bu hükümetlere karşı mücadele etmesi, eşyanın tabiatı gereğidir. Bu hükümetlere karşı mücadele sırasında – patron programını engellemek, saldırıları durdurmak ya da bir takım reformlar elde etmek için verilen mücadele sırasında- işçi sınıfı kendisi için bir sınıf haline gelir, bilinç kazanır, ilerler ve bu yolda devrimcileşme mümkün hale gelir.
AKP hükümetine bakacak olursak Türkiye tarihinin küresel kapitalizmin programını uygulamada en saldırgan ve en başarılı gücüyle karşı karşıya olduğumuz gözükecektir. Dinselliği sömürmede uzman olan AKP’nin işçi haklarına, demokratik hak ve özgürlüklere, doğaya, kadınlara, gençlere ve Alevilere en şiddetli saldırıları gerçekleştiren, çevre ülkelerde emperyalist politikalarla iç savaşları kışkırtan, kan döken ne menem bir sınıf düşmanı olduğunu yaşayarak gördük. Bunları uzun uzun anlatıp zaman kaybetmenin bir gereği yok. Durum böyleyken işçi sınıfı ve sosyalistler, AKP’yi geriletmek için mücadele etmeyecekler de ne yapacaklar? Ancak sekterlikten gözü dönmüş süzme dar kafalılar böyle bir görevi yadsıyabilir.
Bu kadar azgın bir hükümet karşısında kendisini dahi savunamayan işçilerin devrimcileşmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Örneğin, özelleştirme saldırısıyla karşı karşıya olan Yatağan işçileri, bu iş için büyük bir inatla kolları sıvamış olan AKP iktidarına saldırmadan bir mücadele yürütebilirler mi? Onca mücadeleye rağmen bütün gücünü sonuna kadar kullanıp Tekel işçilerini yenilgiye uğratan AKP hükümetine karşı mücadeleyi yükseltmeden sınıf mücadelesi olur mu? Taksim’i 1 Mayıs’a kapatan ve tam gaz devlet terörünü devreye sokan, gençlerimizi katleden, sakat bırakan AKP ve T.Erdoğan’ı hedeflemeden mücadele yürütülür mü? Tabi ki yürütülmez. Bu kadar çıplak gerçekleri bile idrak edemeyenlerin sekterlikten pusulayı iyice şaşırdıkları ortadadır.
Siyasetsizlik
Sol sekterliğin kafası şöyle çalışıyor: “AKP hükümetinin diğer burjuva partilerden ne farkı var?” AKP’nin diğerlerinden çok daha vurucu olmak gibi bir farkı var, ama şimdilik bunu atlayalım. Durum şuna benziyor: “Bir çete adamlarını üzerinize salmış ve bu adamlar da işinizi bitirmek için sizi bir köşede sıkıştırmış. Siz ise bu adamlarla kavgaya tutuşup kendinizi savunmak yerine diyorsunuz ki ‘ben bu adamlarla kavga etmeyeyim, bunların diğer serserilerden ne farkı var, benim bunların arkasındaki çeteyle kavga etmem lazım’ Siz bunları hesap ederken tetikçiler, başladıkları işe devam eder ve işinizi bitirirler…” AKP meselesinde de durum bu hikayeye benziyor. Doğrudur, burjuva partiler olması açısından diğer partilerin AKP ile farkları yok. Ama şimdi AKP iktidarda ve emekçiler olarak ağır darbeler alıyoruz. Oysa bu büyük darbeleri savuştururken diğer yandan da meselenin sistem meselesi olduğunu işçi sınıfına anlatabiliriz. İşçi sınıfının devrimcileşmesi de ancak bu tarz mücadeleler sayesinde mümkün olabilir. Kuru ajitasyonla işçilerin devrimcileşeceğini beklemek safça gelebilir, ama iflah olmaz sekterlerin alameti farikası da budur zaten.
Anarşistler, yarı anarşistler, ultra solcular takımının özsel hastalıklarının başında siyasetsizlik gelir. Bu kesimin kitabında dönemin ihtiyaçları, sınıflar arasındaki güçler dengesi, vurgunun bir taraf üzerinde yoğunlaştırılması ya da değiştirilmesi gibi, kitlelerin ruh hali gibi meseleler yazmaz. Tarihin her dönemine uyan temel şiarlarla kendilerini avuturlar. “Katil devlet” sloganı yeri geldiğinde elbette ki atılacaktır, ama salt bu gibi sloganlar etrafında siyaset yaptığınızda aslında hiçbir şey dememiş oluyorsunuz. Bu hareket tarzının doğal sonucu sınıf mücadelesinin gündemlerinden kopmak, ihtiyaca cevap üretememek ve neticede siyasetsiz kalmaktır. Siyasetsiz kaldığının bile farkına varamayan ultra solcu ise kendisini korkunç derecede devrimci sanmaktadır. Oysa devrimciler, yığınların havasını izlemeyi bilmeli ve bunu etkilemeye çalışmalıdır.
Kemalistlerle Yan Yana Düşmek
Peki, AKP’ye karşı çıkmak, Kemalistlerle ve arkasındaki ulusalcı burjuvalarla yan yana düşmek ya da CHP’ye hizmet etmek değil midir? Sınıf mücadelesinde alınan sayısız devrimci tutum, ilk bakışta yabancı güçlerin tutumuyla benzeşir görünür. Bu benzerliklerden özenle kaçınmak isterseniz katiyen suya sabuna dokunmamanız gerekir. Diğer taraftan bu benzerlikler, devrimci tutum açısından sadece yüzeysel bir benzerliği işaret eder. Örneğin, Kürt sorununda “devlet müzakereye” çağrısı, kimi liberal burjuvaların da Kürt sorunundaki programıdır. Kağıt üzerinde aynı şeyler söyleniyor gibidir, ama işin özü bambaşkadır. Devrimciler, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinden hareket eder ve bu kapsama ayrılık hakkı dahil olmak üzere Kürtlerin demokratik istemlerinin hepsinin kabülünü koyarken liberal burjuvaların kastettiği kendi sınıf çıkarlarını kolladıkları bir pazarlık sürecidir. Bu örnekte olduğu gibi ulusalcı burjuvalar, kendi sınıf çıkarları için bir çeşit AKP karşıtlığı içerisinde olabilir; ama devrimci işçi sınıfı, AKP karşıtlığının içini bambaşka bir şekilde doldurmak zorundadır. Şuna ya da buna benzerim korkusuyla hareket etmek, işçi sınıfını eylemsizliğe ve siyasetsizliğe hapsedecektir. Burada önemli olan, asıl halkayı yakalamak, vurguyu ona göre saptamak ve güçler dengesi değiştiğinde bunu değiştirmektir. Bütün bunlar doğru yapıldığı sürece, devrimci işçi sınıfı, sınıf düşmanlarının kendi aralarındaki çelişkilerden yararlanmayı başaracak ve mücadelesini devrimci bir atılıma doğru sürükleyebilecektir.
AKP’ye karşı mücadele konusundaki soru işaretlerine en iyi cevabı aslında Gezi isyanı verdi. Kimi dar kafalılar AKP’ye karşı mücadele vermeyi küçümsemeye kalksa da hemen herkesin göklere çıkardığı Gezi isyanının temel motivasyonunun AKP karşıtlığı olduğunu kim inkar edebilir? Gezi isyanının baş aktörü olan yeni gençlik kuşağı, AKP karşıtlığını genelde doğru bir yerden koyarak birinci karakteri olarak özgürlükçülüğü öne çıkardı. Mücadele içerisinde ulusalcılar ve Kemalizmin etkisi yok muydu? Elbette ki vardı, ama kimin ne kadar etkinlik sağlayacağı da ancak mücadele içerisinde belirlenir. Sola kayan kitlelerin ulusalcı etkiden arınabilmesi için de mücadele içerisinde doğru müdahalelerde bulunmak gerekir. Milyonlar ayaktayken “AKP İstifa” sloganını atmam, hatta “AKP karşıtı hiçbir slogan atmam” derseniz sola kayan milyonlarca gençle irtibatınızı kaybedersiniz. İflah olmaz sekterlerin sıkça dillendirdiği “AKP gidecek de ne olacak?” gibi sorular, özünde gerici bir mahiyete sahiptir. Sosyalist devrim ufukta gözükmediğine göre sosyalistler “varsın AKP iktidarda kalsın mantığıyla” hareket ederse sosyalist devrim, hiçbir zaman ufukta gözükmeyecektir. İşçi düşmanı, demokratik hak ve özgürlüklere saldıran, emperyalist saldırganlığıyla savaş tüccarlığına soyunan AKP iktidarına karşı emekçiler ve yeni gençlik kuşağıyla omuz omuza verilen mücadelede sosyalizm için savaşacak yeni kadroları örgütlemek mümkün olacaktır. Sosyalist devrim de ancak ve ancak bu gibi süreçler ve örgütlenmelerle ufukta gözükebilir.
Sol Liberalizmin Tesiri
Lenin’in deyişiyle “devrimci, ama akılsız olan sol komünistler”, keskin görünümlerine karşın soldan sağa savrulmaya yatkındır. Bugün AKP konusunda da bunu görebiliyoruz.
AKP’ye karşı mücadele etmek konusunda kafaları karışık olan ve bu yüzden de kafa karıştıran kimi sol grupların, keskin görünümlerine karşın, alttan alta sol liberalizmin basıncı altında olduklarını söyleyebiliriz. Bu basıncı yapanların ulusalcılar karşısında AKP’yi öyle veya böyle ilerici saydığını biliyoruz. Kürt ulusal hareketinin de benzer şekilde hareket ettiğini ve sosyalist solda bu yönde bir ağırlık yarattığını eklemek gerekir. En keskin ifadesini “yetmez ama evet” kampanyasıyla gösteren bu tesir, bugün de aslında etkili. Üstelik liberalizmin AKP’ye destek veren en ünlü kalemşörleri bile tavır değiştirmişken sözde keskin sol tavır takınan sosyalist gruplar, ezberlerinden şaşmamakta, hayattan öğrenmemekte kararlılar. Özetle özünde sağcı olan tutumlarını sol retorikle perdelemek konusunda da pek mahir olan sol liberallerin sosyalist hareket üzerinde azımsanmayacak bir etki alanı bulunuyor. AKP konusunda ultra sol bir duruş gösteren grupların da bir şekilde bu kesimlerin tesiri altında oldukları aşikar.
Sonuç
İster sol liberalizmden beslensin isterse de iflah olmaz sekterliğin bir ürünü olsun, AKP’ye karşı milyonlar ayağa kalkmışken bu mücadelenin politik istemlerinden uzak durmak, korkunç bir hata olarak kavranmalıdır. Kitle hareketinin acil politik perspektife ve önderliğe ihtiyacı varken kimileri daha en temel meselelerde kafalarının karışık olduğunu gösterdiler. Bu tutumlarıyla bir şey daha gösterdiler: kitle hareketinin öne çıkardığı problemler konusunda tamamen yeteneksiz, kısır ve sekter olanların oynayabileceği ilerici bir rol bulunmamaktadır.
Devrimciler, AKP’ye karşı hala canlı olan kitle hareketinin göbeğinde yer alırken kitlelerin somut taleplerine kulaklarını tıkayamazlar. AKP ile sömürü sistemi arasındaki ilişkiyi kurmak, devrimcilerin bu dönemdeki asli görevidir. Bu en temel yaklaşımı dahi kavrayamayanların öncülük iddiası gülünçlükten öteye gidemez.
Sosyalist hareketin ve emek cephesinin kitle hareketi karşısında bir perspektif geliştirmesi bugünün en acil görevidir. AKP son derece merkezi ve kararlı bir şekilde hareket ederken kitle hareketi tümüyle önderliksiz, dağınık ve perspektifsiz bir durumdadır. Geniş kitlelerin emin oldukları tek planları, AKP’ye karşı mücadele vermektir. Bunun nasıl olacağı, nasıl sonuca gidileceği konusunda ise artık karamsarlığa dönüşen bir belirsizlik hali vardır. Açık ki sadece sokağı ve polisle çatışmayı işaret etmek, yol açamamanın bir dışavurumudur. Emek örgütlerinin de içine çekildiği, ortak sloganlar, somut hedefler ve projeler etrafında örülecek birleşik kampanyalar olmadan önümüzdeki sürecin görevleri yerine getirilemez. Ancak bu tarz kampanyalar, geniş gençlik kesimlerine aktif siyasetin kapılarını aralayabilir. Kuru kuruya örgütlenme çağrılarının bir karşılığının olmadığını bu süreçte yaşayarak gördük. Bu yüzden de sosyalistlerin somut hedefler dahilinde ortaklaşarak etkili kampanyalar örgütlemesi ve bu sayede yol açmak için arayış içerisinde olması tek geçer yoldur. Aksi takdirde kitle hareketi sadece öfke boşaltmaların ötesine geçemeyerek tıkanma noktasına doğru gidecektir.