AKP-El Kaide İlişkisi: Tehlike Kapıda mı? – Emre Güntekin
Uluslararası medyada son dönemde Türkiye’nin Suriye’de radikal İslamcı gruplara verdiği destek sıkça tartışılıyor. Tartışmaların asıl eksenini özellikle 80’li yıllarda Afganistan’da SSCB’ye karşı verilen savaşta Afgan mücahitlerine geri üs oluşturan Pakistan’la Türkiye’nin bugünkü benzerliği oluşturuyor.
Geçtiğimiz ay 10 Eylül’de Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu yazarı Robert Fisk bir Suriyeli arkadaşının kendisine Suriye’de sıklıkla kullanılan “Bir akrebi beslersen seni sokacaktır.” sözünü hatırlattığını yazmıştı.
Şimdiye kadar El Kaide, Taliban gibi radikal İslamcı hareketler için bu sözün fazlasıyla geçerli olduğunu gördük: 11 Eylül saldırıları, Libya’da desteklenen mücahitlerin ABD büyükelçisini sokaklarda sürükleyerek öldürmesi, Türkiye’nin başına gelen Reyhanlı saldırıları vs.
Suriye savaşının başladığı günden bu yanan Türkiye’nin güney sınırlarını bu tarz radikal İslamcı örgütlere açtığını, Batılı ve Ortadoğulu istihbarat teşkilatlarıyla kolektif bir şekilde eğitim ve silah desteği sağladığını bilmeyen kalmadı. Robert Fisk de geçtiğimiz günlerde “Suriye krizinde Türkiye’nin Pakistan’ın rolünü üstlenerek Suriyeli muhaliflere silahların aktarılmasında kullanıldığını ve ayrıca Suriye’deki Mücahitler için bir dinlenme merkezi haline geldiğini” hatırlatmıştı.
BBC Urdu Servisi’ne konuşan Pakistanlı gazeteci Saqlain İmamTürkiye’nin Pakistan’a benzetilmesi hakkında şunları kaydediyor: “Bu, Pakistan ordusu ve devleti açısından bir ters tepki yarattı. Pakistan ordusu ve Pakistan devletinin kendisi radikalleşti, doktrin anlamında Cihatçı oldu. Pakistan toplumu ve medyası da radikalleşti, ülkedeki sol ve liberaller marjinalleşti. Pakistan’da böylelikle ‘demokrasiye ihtiyacımız olmadığı’ yönündeki görüş güçlenmeye başladı. Ayrıca radikal İslamcılar kendi örgütlenmelerini kurdular ve kontrol edilemez hale geldiler. Pakistan ordusuna ve halkına saldırdılar, Benazir Butto’yu ve yaklaşık 40 bin insanı öldürdüler. Bundan dolayı da ekonomimiz gelişmedi, ülkeye yatırım yapılmadı, insanlar Pakistan’dan korktular.” (BBC, 14 Ekim)
İmam’ın vurguladığı birkaç nokta özellikle önemli: Dikkat çekilecek olursa Suriye’de iç savaşın başlangıcından bu yana Türkiye’de siyasi gerilimler ve otoriteryanizm had safhaya ulaşmış durumda. Ortadoğu politikasında kartlarını Sünni-Radikal İslamcı akımlardan yana açan ve kendi geleceğini adeta bu hareketlerin ikbaline bağlayan AKP, kendi genlerinde taşıdığı İslamcı muhafazakar damarı daha fazla piyasaya sürmeye başladı. Özellikle Mısır, Suriye gibi ülkelere örnek bir unsur olarak gösterilen AKP, İslamcı hareketler yenilgiye uğradıkça ve Batı desteğini yitirdikçe onlarla beraber radikalleşti. Bunun yansımasını Türkiye içerisinde özellikle Alevilere yönelik katı tutumun ve yaşam tarzlarına ve İslami ideolojiyle çelişen toplumsal alışkanlıklara (kürtaj, alkol kullanımı, kadınların giyimi vs.) saldırıların artışı oldu. Öte yandan Ortadoğu’da umduğunu bulamayan ve neredeyse sorunsuz anlaşabildiği tek unsur radikal İslamcılar kalan AKP, ülkenin giderek bir dikta rejimine yol almasının önünü açtı.
Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin ekonomik olarak kırılgan, siyasi olarak güvenilmez ve Batı’nın elinde sorunlu bir taşeron ülkeye dönüşmesine yol açtı.
Bir başka Pakistanlı yazar Farrukh Sohail Goindi ise Pakistan’ın durumu ile ilgili olarak şunları kaydediyor: “Maalesef 1979’da Amerikalıların çizgisini takip ettik ve Mücahitleri ülkemize aldık. Bunun geri tepmesi ülkemize şiddet ve terör getirdi. Bu yüzden Pakistan, Afgan Cihadının doğrudan kurbanı oldu. Taliban’ın Pakistan’daki lideri Hekimullah Mesud geçenlerde BBC’ye bir röportaj verdi. Pakistan devletinin Taliban’ın istediği Şeriat’ı uygulamasını istedi. Bu anlayış İslam değil aşiret değerleri üzerine kurulu. Şimdi iç siyasette liberal sağ partiler Taliban’ın çizgisini takip etmek zorunda bırakılıyor.” (BBC, 14 Ekim) Goindi’nin bu tespitleri de Türkiye’nin uzak geleceğinin pek de parlak olmayacağını tarihten canlı bir örnekle kanıtlıyor.
Bu geleceğin işaretleri bizzat Suriye’deki El Kaide varlığı tarafından verilmiş durumda. 1 Ekim’de yapılan açıklamada El Kaide bağlantılı Irak ve Şam İslam Devleti bir yandan Reyhanlı’da 52 kişinin öldüğü katliamı üstlenirken, diğer taraftan Türkiye’nin Bab’ul Hava ve Bab’ul Selam sınır kapılarını açmaması durumunda Ankara ve İstanbul gibi metropollere saldırılar düzenleyeceğini duyurmuştu. Türkiye ise Batı’nın da zorlamasıyla Suriye muhalefeti içerisinde ÖSO ve El Kaide bağlantılı unsurlar arasında tercih yapmak durumunda kalırken, bu tercihin pahalıya patlayabileceği kolaylıkla öngörülebilir. Bugüne kadar Suriye’ye Türkiye’den 500 kişinin cihadçı saflarda savaşmaya katıldığı biliniyor. Bu İslamcılar Türkiye’ye yönelik olası saldırıların öznesi olarak kullanılmaya aday konumunda.
Ancak bu tehdide rağmen Türkiye İslamcı çeteler karşısında ikircikli bir tavır sergiliyor. BM Güvenlik Konseyi tarafından tarafından alınan karar gereği geçtiğimiz günlerde adım atıldı ve Türkiye’de El Kaide ve Taliban’a bağlı 349 kişi ve 67 kurumun malvarlıklarına geçtiğimiz günlerde el konuldu. Malvarlıklarına el konulan isimler arasında Tayyip Erdoğan’ın bir zamanlar dizinin dibinde oturduğu Gülbeddin Hikmetyar’da bulunuyor.
Fakat AKP iktidarı İslamcı örgütlere yapılan bu operasyonları sınırlı tutmakta kararlı görünüyor. Reyhanlı Katliamı’nın El Kaide tarafından gerçekleştirildiği bizzat örgüt tarafından üstlenilirken, Muammer Güler Ekim ayı başında katliamla ilgili olarak yaptığı “Bizim için bu olay Suriye makamlarıyla da doğrudan, Mihraç Ural’la ve ona yakın kişilerle planlanmış ve Türkiye’de gerçekleştirilmiş bir terör eylemidir. Bu olaya karışan bir kişi hariç tamamı şu anda tutuklu durumundadır ve bizim için de olayın faili meçhul bir yönü yoktur.” açıklamasıyla El Kaide’yi aklamayı tercih etmişti.
Peki Türkiye Pakistanlaşır mı? Kimse birebir benzerlik beklememeli, ama ortada açık bir gerçek var. AKP iktidarı Türkiye’nin yan cebine saatli bir bomba yerleştirmiş durumda ve ondan kurtulabilme yolunda en ufak bir adım atmaya gerek duymuyor. Ancak bomba patladığı durumda Türkiye halkları büyük bir tehlikeyle yüzyüze kalacaktır. Bütün bu tehlikelerden, katliamlardan ve kirli savaşlardan kurtulmanın yolu bütün bunları yüzsüzce sürdüren AKP iktidarından kurtulmaktan geçmektedir. Türkiye’nin geleceği Gezi, sokak ve nihayette de sosyalist solun gücü ve kapasitesine bağlı olacaktır.