AKP Ekonomisinde Ne Yok, Ne Çok! – Gökçe Şentürk

AKP Ekonomisinde Ne Yok, Ne Çok! – Gökçe Şentürk

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de normalleşme süreci başlarken bu ekonomik yıkıntının altında yola nasıl devam edilecek sorusu ön plana çıkıyor. İşsizlik, sefalet, emekçi haklarına saldırılar ve iç siyasette gerilim dozu artıyor, dış operasyonlar devam ediyor. Peki ekonomi ne durumda?

Merkez Bankası Rezervleri, Faiz İndirimi ve Swap Anlaşmaları

Türkiye ekonomisi dünya kapitalizminin eğilimlerinden bağımsız ele alınamaz elbette. 2013 sonrası dünyada sıcak para bolluğunun kesileceği göstergeleriyle başlayan düşüş, 2018 Ağustos ayında dolar şokuyla büyük bir krize varmıştı. 2009-13 arası neredeyse tamamıyla sıcak para girişleriyle orantılı büyüme herkesin bildiği betona gömme, yandaş şirketleri ihya etme, kamu özel işbirliği projeleriyle Hazine’nin sırtındaki kamburun büyütülmesiyle yapısal sorunları ve kırılganlığı artan bir ekonomi yarattı. Covid-19 krizinin dünya ekonomisinde yarattığı durgunluğun etkisiyle de iktidar nitelikli üretim ve sanayinin olmadığı, katma değerin yaratılamadığı, inşaat ve hizmet sektörü odaklı ekonomisinin sınırlarına dayanmış oldu. Döviz yok, 2020’nin başından itibaren yabancı sermaye çıkışı 10 milyar doları aştı. Ama kısa vadede şoku atlatma stratejisi sürüyor.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) reel ve finansal sektörlerin döviz ihtiyacını karşılamak ve kura müdahale etmek için kullandığı döviz rezervi tükenmiş durumda. Son bir yılda TCMB 60 milyar dolar rezerv harcadı. Swap (takas) anlaşmaları bilançodan düşüldüğünde elde bir şey kalmıyor. ABD, Japonya, İngiltere merkez bankalarıyla yapılmak istenen takas anlaşmalarından karşılık bulunamayınca Katar Riyali-TL arasında var olan anlaşmanın hacmi 10 milyar dolara denk gelecek şekilde arttırıldı. Vadesi dolduğunda geri verilmek üzere yapılan bu anlaşma uluslararası piyasalarda işlem gören para birimleriyle yapıldığında anlam kazanıyor. O da kısa vadede piyasaların döviz ihtiyacını karşılamak için. Yani hiçbir anlamı olmayan sadece TCMB bilançosunu şişkin göstermeye yönelik bir hamle, bir makyaj.

İthalat Ürünlerine Getirilen Gümrük Vergileri, Kambiyo Vergisi

Türkiye’nin önümüzdeki 1 yıl içinde ödemesi gereken dış borç 169 milyar dolar, bunun 121 milyar doları özel sektörün borcu. Rezervlerin tükendiği, sermaye çıkışlarının arttığı, ihracatın ve turizm gelirlerinin (turizm gelirleri Nisan ayında bir önceki yıla göre %99,4 oranında düştü) düştüğü bir dönemde dışarıdan kaynak bulma zorunluluğu artıyor. Ama ekonominin yıllardır içine düştüğü faiz, kur, enflasyon çevrimi sürerken AKP şu ikileme düşmüş durumda. İç piyasanın tamamen durmaması, şirketlerin ve KOBİ’lerin ayakta kalması, vatandaşın borçlandırma yoluyla tüketime devam etmesi için kredi faizleri düşük tutuluyor. Şimdiye kadar salgının başından itibaren 4 milyon kişiye % 4 faizle yaklaşık 3,5 milyar TL tutarında temel ihtiyaç kredisi verildi. Bu esas olarak işsizliğin ve yoksulluğun dayanılmaz hale geldiği noktada AKP’nin taban desteğini sürdürmesi için şart. Ama ekonominin dövize bağımlılığı sürerken; yabancı sermaye için düşük faiz oranları ve istikrarsız piyasa tercih edilebilir değil. Daha doğrusu tüm dünyada faizler düşüyor ama sermaye için politik müdahale araçlarının serbest piyasa üzerindeki hamlelerinin öngörülemediği Türkiye gibi ülkeler yerine “güvenli limanlara” dönüş gerçekleşiyor. Genel olarak 2020’nin başından beri gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkış eğilimi olduğunu da ekleyelim.

O nedenle iktidar içerdeki dövizi tutmak için önlemler alıyor. En sonuncusu 800 ürünü kapsayacak şekilde son birkaç ayda yaklaşık 2400 ithalat ürününe ek gümrük vergisi getirildi. Çünkü mart ayı dış ticaret açığı 5,4 milyar dolar olarak açıklandı. Ama ne fayda! Çünkü Türkiye’de ihracat ithalata bağımlı durumda. Özellikle imalat sanayinde bu oran %30-40’lar seviyesine çıkıyor.

Tabi bir de dünya genelinde sermaye birikim modeli tartışmaları yapılırken gümrük vergileriyle güya yeniden ithal-ikameci modele dönüşe göz kırpılıyor. Bir defa vergilerin Eylül ayında yumuşatılacağı açıklandı. İkincisi ithal-ikameciliğin gerektirdiği devlet denetimi 60’lı yıllarda bile sağlanamamışken, boğazına kadar neoliberal ajandaya batmış iktidarın bunu ima etmesi bile komik.

Aynı şekilde döviz alımlarındaki kambiyo vergisi binde 2’den yüzde 1’e çıkarıldı. Yani 100 dolar alan devlete 1 dolar vergi verecek. Bu yöntemle de döviz ticaretini baskılayarak eldeki dövizin çıkışı kontrol altında tutulmaya çalışılıyor.

Bu önlemlerin tamamı normalleşme süreciyle piyasaların harekete geçeceği beklentisinden hareketle günü kurtarmak için. FED’in düşük faizle piyasaları rahatlatmak için basacağı paradan bize de gelir mi beklentisi yani. Kısacası iktidar klasik krizi erteleme hamlesini sürdürüyor.

MÜSİAD’ın İzole Üretim Üsleri, Berat Albayrak’ın Açıklamaları

Bir yandan da Berat Albayrak’ın açıklamalarından Covid-19 sonrası dünyada Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki yeniden konumlanışı ve ithalata değil ihracata dayalı yeni bir üretim organizasyonu söylemi var. Bunun arkasında salgının yarattığı küresel tedarik zincirlerindeki kesintinin ardından Avrupa’nın tedarik zincirlerini periferiye çekme ve Türkiye’nin buradan pazar kapma beklentisi yatıyor. Damada kolay gelsin demekten başka bir şey söylemeye gerek yok.

MÜSİAD’ın ilki 15 Haziran’da Tekirdağ’da açılacak ve sonra Türkiye genelinde kurulmaya devam edecek izole üretim üsleri ise OSB’lere girecek kadar büyük olmayan küçük-orta ölçekli KOBİ’ler için “ihracatı öğreneceği kuluçka” merkezler olacakmış. 2013’te projelendirildiği söylenen bu dahiyane fikir salgın koşullarında işçilerin insan sıfatından çıkarılarak çalışma kamplarına mahkûm edilmesinin bir biçimi. Üsler kritik zamanlarda (mesela salgın koşullarında) kapatılacak, aileleriyle işçilerin bütün sosyal hayatına patronlar ve iktidar tahakküm edecek.

Emekçiler için dayanılmaz hale gelen işsizlik ve yoksulluk şimdilik suskunluk yaratıyor, bu fırsattan istifade emekçi haklarına saldırılar ve KOBİ’lere yeni fırsatlar açığa çıkarılıyor. AKP’nin talan ekonomisinin içinde küçük-orta ölçekli üreticiler olan KOBİ’lerin entegrasyonu ve buradan sağlanan toplumsal destek önemli bir yer tutuyor. Bugüne kadar KOBİ’lerin batışını önlemek için kredi garanti fonu aracılığıyla ertelemeli ve düşük faizli kredilerin sağlanmasından, vergi alınmamasına kadar çeşitli desteklerle ayakta tutulma çabalarını görüyoruz.

İşsizlik, Yoksulluk; Daha en Kötüsü Gelmedi Bile!

Her zaman olduğu gibi ekonomik yıkımın altında kalan emekçiler oldu. Aziz Çelik’in 25 Mayıs tarihli yazısında aktardığına göre; “İŞKUR ödenekleri kapsamında 4,5 milyon kişiye 6 milyar TL ödenek verilmiş. Ayrıca 5,5 milyon aileye 1000’er lira olmak üzere toplam 5,5 Milyar TL sosyal yardım yapılmış. Toplam nakit desteğinin 11,5 milyar TL olduğu görülüyor. Buna karşılık Ekonomik İstikrar Kalkanı paketinde yer alan vergi ev sigorta borcu ertelemeleri ile sağlanan kredilerin toplamı 270 milyarı aşıyor. Paket kapsamındaki kalemlerim yüzde 96’si borç ertelemesi ve kredi kolaylığı iken sadece yüzde 4’ü nakit desteğinden oluşuyor” Üstelik de kayıt dışı çalıştığı için ödeneklerden faydalanamayan milyonlar var.

DİSK-Ar’ın TÜİK’in Nisan ayında verilerine dayandırarak açıkladığı ocak ayı geniş tanımlı işsizlik sayısı 8 milyona yaklaşmış durumda. Bu sayıya kısa çalışma ödeneğine başvuran, ücretsiz izne çıkarılan, güvencesiz ve kayıt dışı işlerde çalıştığı için istatistiklere dahil edilmeyen milyonlarca emekçiyi dahil edince korkunç bir tablo ortaya çıkıyor.

Özetle, AKP piyasaların görece hareketleneceği ve sıcak para akışının sağlanacağı beklentisiyle iktidarın bütün olanaklarını seferber ederek ekonomik çöküşü erteleme çabalarını sürdürecek. Ama salgın olmadan dahi yapısal sorunlarını çözme kapasitesi olmayan, birikim kriziyle karşı karşıya olan talan ekonomisinin idare etme kapasite ve araçlarının da tükendiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla yoksul emekçilerin sömürü koşullarını ağırlaştırarak ve kutuplaştırma, siyasetin gerilimini arttırma yoluyla arkasında tutmaya çalışacak. Bu nesnel koşullar altında emekçilerin örgütsüzlüğü muhalefetin geniş kesimlerinde umutsuzluk yaratıyor. Oysaki aynı koşullar emekçilerle sosyalistlerin arasındaki mesafenin aşılmasını ve sınıf mücadelesinin güçlenmesini sağlayacak olanakları da yaratıyor. Tabi mücadele etmesini bilen için. Yoksa AKP’nin kendiliğinden ya da emekçileri zerre kadar umursamayan düzen içi muhalefetin oluşturacağı ittifaklarla gideceği sanılmasın. Aynı çukura bin defa düşmenin alemi yok. Kendimize güvenmek zorundayız.

https://www.dogrulukpayi.com/bulten/ithalat-artiyor-ihracat-azaliyor

https://www.birgun.net/haber/is-ve-gelir-kaybi-devasa-gelir-destegi-devede-kulak-302161

Nisan 2020 İşsizlik ve İstihdam Raporu: Pandemi Öncesinde İşsizlikte Vahim Tablo

KATEGORİLER