Akkuyu Nükleer Santrali Projesi Daha Yaşama Geçmeden Doğayı Öldürüyor! – İnci Gürkan
İktidar Akkuyu’da inşa edilen nükleer santralin olası bütün zararlarına yönelik itirazlara başından beri kulağını tıkarken, daha inşaat sürecinde doğayı geri dönülemez bir tahribatla başbaşa bıraktı. Nükleer Santral projesi öncesi yemyeşil olan Akkuyu Koyu’nda santralin inşaat sürecinin başlamasının ardından yüzlerce ağaç proje uğruna kesildi. Şimdilerde baktığımızda koy, çölden farksız durumda.
Akkuyu Nükleer Santral Projesi
Akkuyu Nükleer Santral Projesi 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya ile Türkiye arasında Akkuyu Koyu’nda yapılmak üzere imzalandı. Anlaşma sonucunda, projenin taraflarından biri olan Rus kamu şirketi Atomstroyexport (ROSATOM’a bağlı Atomenergroprom’un alt şirketi) kendi bulacağı finansal kaynaklar ile Akkuyu Koyu’na nükleer santral inşaa edecek ve ürettiği elektriği 15 yıllık alım garantisi ile Türkiye’ye satacak. Projenin inşaatına 14 Nisan 2015 tarihinde başlanmıştı. Projenin taraflarınca, santralin tamamlanıp faaliyete geçme tarihinin 2023 yılı olduğu belirtiliyor.
2015 yılında temeli atılan Akkuyu Koyu Nükleer Santrali’nin yapımı ekolojik yıkımı da beraberinde getirdi. Geçtiğimiz günlerde CHP Mersin Milletvekili Alpay Antmen, twitter hesabından yaptığı paylaşım ile santralin olası tehlikelerine ve yakın gelecekte oluşacak olan tehlikelere dikkat çekti. Antmen, proje öncesi ve sonrası şeklinde Akkuyu Koyu’nun resimlerini paylaşarak “Mersin’de nükleer santral patladı! Evet, Akkuyu’da reaktör çalışmaya başlamadan bir patlama yaşandı ve doğa bu hale geldi. Cennet olan bölge cehennem oldu. İnşaatı bile bu kadar zarar veriyor, kendisi neler yapar bir düşünün ve Akkuyu Nükleer Santrali inşaatını durdurun!” ifadelerini kullandı.
1986 yılında Çernobil’de, 2011 yılında Japonya’da gerçekleşen Fukuşima faciaları hâlâ hafızalarımızda. Nükleer santrallerin insanlık ve doğa açısından tehlikeleri defalarca kez en acı deneyimlerle yaşandı. Türkiye’de Çernobil’den en fazla etkilenen ülkeler arasında yerini almıştı. Felaketin ardından özellikle Karadeniz Bölgesi’nde kanser vakaları ciddi boyutlarda artış göstermişti.
Önemli bir diğer tartışma konusu da santralin geride bıraktığı radyoaktif atıklara ne olacağı sorusu. Nükleer atıkların doğaya zarar vermeden güvenli bir şekilde depolanabilmesi neredeyse imkansız. Atık yönetiminde yaşanacak en ufak bir problem nükleer facialara davetiye çıkaracaktır. Enerji üretiminin yanında atıkların nasıl imha edileceğinin de ÇED raporunda belirtilmesi gerekiyor. Fakat raporda radyoaktif atıkların akıbeti belli değil. Akkuyu Nükleer Santral’in ürettiği atıkların Toros Dağları’na gömüleceğine yönelik iddialar geçmişte sıkça ortaya atılmıştı. İktidar bu iddiaları dile getirenleri ise her zaman olduğu gibi “vatan hainliği” ile suçlamıştı.
Çernobil, Fukuşima gibi felaketler ve nükleer atıkların depolamasında ortaya çıkan sorunlara yönelik tepkiler nedeniyle birçok ülke nükleer santrallerini kapatma kararı alıyor. Almanya, Japonya, İsveç gibi pek çok ülke nükleer santrallerden vazgeçerek kapatmaya başladı. Almanya’nın eski nükleer santrallerinden olan Philippsburg’un birinci reaktörü 2011 yılında kapanmıştı, ikinci reaktörünün kapatılma çalışmaları da başlatılmıştı. Japonya’nın Fukuşima felaketinin eşiğinden dönmesiyle birlikte Tokyo Elektrik Gücü Şirketi (TEPCO), dört reaktörün bulunduğu Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali’ni kapatma kararı aldığını açıklamıştı. İsveç ise en büyük güç istasyonundaki dört reaktörden birini kapatmıştı. Kapatma gerekçelerine ise artan maliyet ve kâr oranı düşüklüğünü göstermişti. AKP iktidarı ise oluşabilecek insani ve ekolojik felaketlere tamamen gözünü kapatıyor.
ROSATOM’un Riskleri
Çevre Örgütü Greenpeace, 2017 yılında “Rosatom Riskleri” raporunu yayınlamıştı. Raporun öne çıkan bulgularından birkaç örnek verecek olursak;
- Rusya’daki Novovorenezh projesinin reaktörü deneme çalışmalarına kaza ile başladı. Rosatom, tıpkı Çernobil’de olduğu gibi, bu kazayı 6 gün boyunca kamuoyundan sakladı. Bu kazanın yaşandığı reaktör, Akkuyu’da kurulması planlanan ve daha önce hiçbir yerde sistematik olarak kullanıma başlanmamış VVER 1200 reaktörü.
- Rosatom ve selefleri tüm şirkete yayılmış, ciddi bir yolsuzluk sorunuyla boğuşuyor. 2009-2012 yılları arasında Rosatom’da görev yapan 68 üst düzey ve 208 orta düzey yönetici yolsuzluk suçlaması ile işten çıkartıldı.
- Finlandiya projesinde koruyucu kabında arızalar tespit edilen reaktörün 600 ila 800 ton ağırlığındaki güçlendirme kafesi, 17 Temmuz 2011’de beton çerçevenin üzerine düştü. İşçiler tamamen şans eseri öğle tatilinde olduğu için, kaza bir faciayla sonuçlanmadı. Kafesin ağırlığı beton çerçevenin çatlamasına sebep olunca, tüm düzeneğin baştan kurulması gerekti. Bu da maliyetlerin büyük oranda artmasına ve projenin yaklaşık bir sene kadar gecikmesine neden oldu.
- Bulgaristan’daki Belene Projesi’nde Rusya ve Bulgaristan arasındaki sözleşme 2008 yılının Ocak ayında imzalandığında, açıklanan sözleşme bedeli yaklaşık 4 milyar Euro idi. 2010 yılında HSBC, Rosatom’un projenin toplam maliyetini şişirerek 10,15 milyar Euro’ya çıkardığını belirledi. Gerçek maliyetler ortaya çıkınca kandırıldıklarını düşünen Bulgaristan hükümeti sözleşmeyi iptal etti.
- Nükleer santrallerin de bir ömrü var. En önemli risklerden biri de söküm aşaması. Rosatom’un ömrünü tamamlamasına ve artık kullanılmamasına rağmen söküm işlemini tamamlamadığı santraller var. Bu durumun Akkuyu’da da yaşanmayacağının bir garantisi yok; çünkü Akkuyu ÇED Raporu’nda bu konu ile ilgili bir düzenleme bulunmuyor.
Santralin yapıldığı yerde yaşayan bölge sakinleri durumdan rahatsız. Santralin olası tehlikeleri bölge halkını da korkutuyor. DW (Deutsch Welle)’nin hazırladığı belgesel yerel halkın şikayetleri ve korkularını yansıtıyor.
Türkiye’de iktidar elbette nükleer santrale hayır diyenleri de suçlayacak ve bunu da başka ülkelerin Türkiye’yi kıskanmasına bağlayacaktır. Şimdiye kadar hemen hemen bütün büyük projelerde aynı durum gerçekleşti. Fakat böylesine riskli ve maliyetli bir projeye hayır demek, bu coğrafyanın ve yeni nesillerin geleceğini düşünen hemen herkesin görevidir. Ne Akkuyu’da ne de Sinop’ta coğrafyamızı büyük bir yıkımla başbaşa bırakacak bir tehlikenin üzerinde oturmak istemiyoruz.