Abdullah Gül Meselesi-Emre Güntekin
Abdullah Gül’ün KHK uyarısı ile başlayan tartışmalar iktidar kanadında sürmeye devam ediyor. Erdoğan’ın emirerleri ve beraberindeki lağım medyası Gül’ü itibarsızlaştırmak için sıraya girmiş görünüyor. İşin aslı, iktidar temsilcileri Gül cephesinin henüz ciddi bir çıkışı gerçekleşmese de tehlikenin farkındalar ve çok büyümeden ön almak istiyorlar.
Burada tartışılması gereken esas mesele iktidar partisi içerisindeki kayıkçı kavgasının ayrıntıları değildir. Burjuva medyada siyaset kulislerinden alınan birçok iddia dolaşıyor. Abdullah Gül’ün Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi isimlerle bir çıkış hazırlığında olduğu ısıtılıp ısıtılıp piyasaya sürülüyor. Son dönemdeki tartışma yeni değil, yakın geçmişte birçok kez Abdullah Gül üzerinden siyasal alternatif oluşturulacağı iddiaları gündeme gelmişti.
İlk olarak, bütün bu tartışmalar içerisinde iki noktayı ön plana çıkarmak gerekmektedir. Birincisi, iktidar medyasında özellikle Suriye konusunda iktidarın çuvallaması gibi geçmiş hezimetlerin sorumluluğu şimdiden Ahmet Davutoğlu’na yıkılmaya başlanmış görünüyor. Mehmet Barlas, Sabah gazetesindeki 7 Ocak tarihli yazısında “Suriye’deki muhalif gruplara destek verdiğimiz Mısır’daki sağır sultanın da duyduğu bir gerçek. PYD’nin lideri Salih Müslim bile 2014’ün ekiminde Ankara’ya gelmemiş miydi? Bu ve buna benzer durumlardaki yanlışlarımız zamanla açığa çıktığı için, politikalarımızda radikal değişikliğe gitmiyor muyuz? Esad’ın altı ayda devrileceğini iddia eden ve daha sonra da Rus uçağının düşürülmesi emrini de kendisinin verdiğini söyleyen dönemin Dışişleri Bakanı ve sonra Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu, yanlışların baş sorumlusu değil miydi?” sözleriyle bunu açıktan dile getirmişti. Davutoğlu ise Barlas’ın cevabına kararları tek başına almadığını belirterek cevap vermişti. Bu ne demek? Özellikle yakın geçmişte Suriye’de ve Türkiye’de İslamcı çeteleri destekleyen iktidar bunun baş sorumlusu olarak Davutoğlu’nu gösterecekse dikkat etmelerinde fayda var. Birlikte birçok kirli iş çevirdikleri birini tefe koyarken iki kere düşünmeliler.
İkinci ve daha çok üzerinde durulması gereken nokta Gül’ün çıkışının nasıl ele alınması gerektiğidir. Şimdiye kadar iktidara alternatif olarak Has Parti’den, İyi Parti’ye birçok siyasal unsur ön plana çıkarıldı. Kimi ya Has Parti gibi satın alındı; satın alınamayanlar da iktidarın baskısından nasibini aldı. Gül’ü bu alternatiflerin dışında ayrı bir yerde değerlendirmek gerekmektedir. Gül sıradan bir siyasetçi değil. Öğrencilik yıllarından bu yana hem Türkiye’de hem de uluslararası alanda egemen sınıflarla işbirliği kurmuş ve onların hizmetinde yer almış bir figür. AKP içinde kurucu bir unsur ve ağırlığı var. Kısaca FETÖ’cü diye kesip atamayacakları bir geçmişi var. Öte yandan, AKP’nin kuruluş sürecine giden yolda lider olarak düşünülmüş, fakat Erdoğan’ın ön plana çıkması neticesinde gönüllü ya da gönülsüz iki numara olmayı kabul etmiş bir isim. Gül’ün AKP içerisindeki etkisi şimdiye kadar alternatif olarak öne çıkarılan isimlerden daha fazladır. Özellikle kişi kültünün partiyi ele geçirmesiyle Babacan, Arınç, Davutoğlu gibi küskünlerin arasına Gül’ün ciddi bir çıkış yapması durumunda katılacak birçok önemli isim çıkacaktır. Bu nedenle iktidar sözcüleri bugüne kadar Gül ve etrafındakilere karşı tepkilerini düşük perdeden dile getiriyorlardı. Gelinen noktada artık seslerin yükselebileceği işaretlerini veriyor. Erdoğan’ın “Bu trenden düşenler, düştükleri yerde kalırlar.” sözü Gül’e karşı içinde biriken öfkenin dışarı çıkmış en açık hali olabilir.
Bir diğer soru Gül böyle bir çıkış yapar mı? Erdoğan’ın sertleşmesine rağmen Gül , açıklamalarında hiçbir zaman doğrudan partiyi ve şahısları hedef almadı. Aklıselim siyasetçi, akil adam görüntüsünü bozmak istememiş olabilir. Üstelik Erdoğan’a karşı bir ikbal avcısı görüntüsü çizmek onun adına işleri tamamen tersine de çevirebilir. Erdoğan’ın ise aklıselim bir kimliğe ihtiyacının olmadığını biliyoruz. Erdoğan siyaset yaparken kişileri hedef alır emrindeki dalkavuklar, troller ve medyayla o kişiyi kriminalize ederek, kişiliğini hedef alarak, bir düşmanla ilişkilendirerek (PKK, DHKPC, FETÖ gibi düşmanlarıyla özellikle) ringe çıkar. Herkes gibi Gül’de bunun farkındadır.
Az çok yakın dönem siyaset tarihini bilen birisi Gül’ün Erdoğan gücünün doruğundayken böyle bir boks maçına çıkmayacak kadar kurnaz olduğunu bilir. Bunun yerine Gül, Erdoğan’ın sendelediği, gücünü yitireceği bir dönemi bekleyecek ve o zamana kadar da yıpratmaya tam gaz devam edecektir.
Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsinciler açısından Gül’den beklentiler büyük. Gül’ün konuşmasında özgürlükler, demokrasi, insan hakları gibi kelimeleri sıkça kullanması birilerini mest ediyor olabilir. Nitekim bunlar şu anda Türkiye halklarının özlemini duyduğu kavramlar. Fakat Gül’ün bugün geldiğimiz noktanın sorumlularından birisi olduğu unutulmamalıdır. Erdoğan , diktatörlüğe giden yolun taşlarını döşerken Gül Çankaya Köşkü’nden ona en çok yardımcı olanlardan birisiydi.
AKP Türkiye’sinde insanlar artık yoksulluk ve sefaleti en uç noktada yaşıyor. Geçinemediği için meclis önünde kendini yakan inşaat işçisinin çığlıklarını yeni duyduk. Gül’ün bugüne kadar bu acımasız sömürü düzenini sorguladığını duyan oldu mu? Erdoğan ne kadar vahşi sömürüye sadıksa, Gül de en az onun kadar sadıktır. Gül alternatifinin emekçilerin hayatında bir şey değiştirmesi beklenmemelidir.
Bilmemkaçıncı kez Gül üzerine yazdık. Her seferinde aynı uyarıları tekrar ettiğimizin farkındayız. Türkiye emekçi sınıflarının artık yeni bir alternatife ihtiyacı var. Rengi ne olursa olsun burjuva siyasetinden gelen a, b veya c kişisi emekçilerin ihtiyaçlarına yanıt veremez, sorunlarına çözüm olamaz. Yeni bir umut ancak sosyalist alternatifin yaratılıp güçlenmesiyle mümkündür.