ABD'nin Başındaki Bela, Sadece Trump mı? – Güneş Gümüş

ABD'nin Başındaki Bela, Sadece Trump mı? – Güneş Gümüş

Soli Özel, geçtiğimiz günlerde Trump döneminde “Amerikan demokrasi”sine, koltuk ve ranta teslim olmuş Cumhuriyetçi Parti eliyle nasıl kurşun sıkıldığını anlatan bir yazı yazdı. Özel‘in yazısı ABD üzerine değerlendirmelerimize vesile olsun; merak edilen sorulara kendi cevaplarımızı anlatalım…

Trump Amerika’sı, her türlü güvensizliğin hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, hesap verebilirliğin ortadan kalkması için kullanılabileceği bir devlet yapısı öngörüyor” diye veryansın edip aynı hikayenin daha sert versiyonuna tanıklık eden Türkiye’ye bir laf etmek Habertürk’te yazınca mümkün değil. Oysa ki ABD’de de karşılaştığımız otoriter iktidarların dünya çapında yükselişiyle Türkiye arasındaki bağlantı kurulsa içinde yaşadığımız dünya siyaseti daha anlaşılır olurdu. Yazının tek eksiği bu da değil…

Soli Özel, ABD’deki siyasi duruma dair gözlemlerini aktarmakla yetinmiş, ama görünenin arkasındaki dinamiklere dair bir açıklama göremiyoruz. Yani ortada iyi bir gazetecilik faaliyeti bile yok. Soli Özel ya ABD’de kapitalist sistemin yaşadığı krizin Trump’ın başkanlığına ve politikalarına giden yolu döşediğini göremiyor ya da görüyor da sistem eleştirisindense meseleyi kişiler üzerinden anlatmayı tercih ediyor.

Soli Özel’in yazısındaki temel iddiası, Amerikan demokrasisine ihanet edildiği. Şu haliyle ABD’nin dünyanın geri kalanına “demokrasi, insan hakları, temel demokratik özgürlükler ve kapsayıcı vatandaşlıktan bahsetmesinin pek kıymet-i harbiyesi” kalmayacağından yakınan Özel’e eskiden de bunun “kıymet-i harbiyesi” olmadığı söyleyerek başlayalım. Dünya egemenleri, emperyalist politikalarını meşrulaştırmak için gerek Soğuk Savaş döneminde gerekse sonrasında kendilerini dünyaya “demokrasi, insan hakları, özgürlük” taşıyıcısı ilan etseler de ortada kocaman bir aldatmaca var; özellikle de ABD sözkonusu olduğunda. Bir kere ABD tarihi, baştan sonra siyahların yok sayılmasının tarihi. Onca yıllık acılara, mücadelelere rağmen hala bir siyah için bir polis kurşunuyla öldürülebilmek çok gerilerde kalmış değil. Uzatmadan “Wall Street’i İşgal Et” eylemlerindeki gözaltılara, polisin sertliğine ve binlerce dolarlık kefaletlerle ancak serbestkalabilen eylemcileri analım. Ülkede eylem yapma özgürlüğü bile parasıyla!!! İnsan haklarından bahsediliyor; en temeli sağlıklı bir yaşam sürdürme, barınma gibi haklar değil mi? Hepsi paran kadar var. Hatırlayın 2008 krizi döneminde yüz binlerce insan evlerini kaybetti; sigorta şirketlerinin insafına kalmış sağlık hakkı için ise yıllarca ödenen poliçeler de yetmiyor. İnsan Lenin’in sözlerini hatırlıyor: “Paranın egemen olduğu bir toplumda, emekçilerin yoksulluk içinde kıvrandığı, bir avuç zenginin de onların sırtından asalaklık ettiği bir toplumda gerçek özgürlük olamaz”.

Gelelim Özel’in bütün günahı Trump’ın sırtına yüklemesine: “Bilgisi sınırlı, dikkati daha da sınırlı, iş hayatında sürekli hile yapmış, ırkçılığını kolayca gizleyemeyen, doğrularla arası pek hoş olmayan, kendi yarattığı ya da dile getirdiği gerçeği asıl gerçeğin yerine ikame etmekte beis görmeyen, hafif paranoyak, muhalefete tahammülü olmayan, demokratik sistemin denge ve denetleme mekanizmalarından hazzetmeyen bir başkan…” Tespitler hatalı mı? Değil, ama neden ABD’de bugün böyle bir isim başkan olabiliyor? Neden Cumhuriyetçi Parti böyle bir insanın isteklerine destek oluyor? Sadece koltuk ve rant için mi? Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında bayrak yarışı gibi el değiştiren başkanlık koltuğunda oturan için bu imkanlar yeni mi? Örneğin Baba Bush dönemi de yolsuzluklarla özdeşleşmişti. Ya da mesele Trump’un çapsızlığı mı? Peki baba-oğul Bush’u, Reagan çok mu parlak tiplerdi!? ABD Başkanlık seçimlerinin ilk turunda yarışacak adaylar belli olacakken Trump’un karşısında Demokratların adayı olarak Sanders öne çıkıyordu. Ancak Demokrat Parti elitleri, demokratik sosyalizm gibi bir söylem kullanan (anti-komünizmin merkez üssü ABD için oldukça radikal olduğunu tahmin edersiniz) Sanders’ı, Trump karşısında kazanma şansı yüksek olsa da, istemedi. Sanders’ın tabanda yarattığı heyecan ve desteğe rağmen parti elitleri, toplumsal olarak sevilmeyen ve dolayısıyla neredeyse kaybedeceği baştan belli olan Hillary Clinton‘dan yana oldu. Yani Demokrat Parti, solcu reformcu Sanders’ı engelleyerek Trump’un önünü açtı.

Özel, “Amerikan sistemindeki denge-denetleme mekanizmalarının nasıl bir tehdit altında” olduğunu anlatıp “kuvvetler ayrılığı açısından dehşet verici adımlar” atıldığından bahsediyor. (Sadece görüntüde var olan) Kuvvetler ayrılığı, kapitalist sistemin bekasına hizmet ediyor bir kere. Neden mi? Sistem, kendisini, ekonomik egemenliğe sahip olanlarla siyasal egemenlik sahiplerini ayrıştırarak meşrulaştırıyor. Yargıyı da aynı şekilde gerçekten de tarafsızmış gibi sunuyor. Yani diyorlar ki yoksul ya da zengin, iktidarı belirlemekte aynı şans ve güce sahipsiniz. Patronunuzdan nefret edebilirsiniz; hatta bütün patronların aynı olduğunu düşünebilirsiniz ama onların partilerine yine de sempati duyabilirsiniz. İşte size kapitalist düzenin muazzam bir başarısı. Ekonomik alanda olan orada kalsın; devlete-yargıya-polise-siyasal öznelere zeval gelmesin! Aslında bakarsanız ABD, sermaye ile iktidarlar arasındaki ilişkilerin daha açık yürüdüğü bir ülke. Lobicilik vaka-i adiyeden. Multimilyarderlerin seçim bütçelerine yaptığı astronomik bağışlarla işleyen bir seçim sistemi var. Daha ne olsun! Çok söze gerek yok; bir Demokrat’tan fazlası olmayan Michael Moore’un “Kapitalizm Bir Aşk Hikayesi” belgeselini izleyin yeter. Ama işlerin daha açıktan yürüdüğü ABD’de de bile iktidar ve sermaye üzerinde “denge-fren mekanizmaları” sistemin meşruiyet araçları olarak sunuluyor ve sermaye deveyi havuduyla yutarken bazı göstermelik örneklerle durum toparlanıyor.

Peki ya otoriterleşme meselesi… O da ABD için yeni değil. ABD solcu ve sosyalistlere karşı gerçekleştirilen cadı avı (McCharty) dönemini gördü. Tabii o dönem Soğuk Savaş dönemiydi denebilir. Otoriterlikle-demokrasi arasındaki burjuva ilişkiye bakalım öyleyse. Kapitalist düzende egemen sınıflar, ulus-devlet sınırları içinde rıza ile zor arasında dengeye dayalı bir yönetimle sistemi işletirler. (Kapitalizmle geç tanışan ülkelerde toplumsal hegemonyası zayıf olan burjuva iktidarlar kaba kuvvete daha sık ihtiyaç duyarlar) Kuzey Amerika ve Avrupa’da olağan dönemlerde rıza ön plandadır; zor ise caydırıcı sopasını gerektiğinde kafalara indirmek için hazırda bekletir. Bu olağanlık egemen sınıfların toplum üzerinde hegemonyasını kurabildiği zamanların bir gerçeğidir. Ama kriz koşulları bu hegemonyanın çatırdama zamanlarıdır. Dolayısıyla zor, rızanın önüne geçer. Bakın kriz dönemlerinde otoriteleşen iktidarlarla, savaş tamtamlarıyla en çok o zaman karşılaşırsınız.

İşte neden şimdi ABD’de ve dünya çapında otoriterleşme eğilimlerinin güçlendiği sorusunun cevabı büyük oranda bu meselede yatmaktadır. Egemen sınıflar, özellikle emperyalizmin ağababası ülkelerdeki egemen sınıflar, 2008 krizinden çıkışın yolunu hala açamamıştır. Bu durum bir yandan ülke içlerinde yoksul emekçi sınıfların basıncını şiddetlendirirken diğer yandan emperyalist rekabeti kızıştırmaktadır. ABD egemenlerinin yaşadığı tam da budur. 2008 krizi sonrası wall street’i işgal et eylemleri, el konulan evlerin işgali üzerinden hareketler, saat başı ücret artışı için eylemler, yükselen siyah hareketi, seçim sürecinde yoksuldan yana bir söylemle neredeyse Demokrat’ların başkan adayı olmaya ilerlemiş bir Sanders, Trump’ın başkanlığı karşısında yükselen protestolar… Yapılan anketler ABD’de sosyalizme olan ilginin özellikle gençler arasında oldukça yükseldiğini ortaya koymuştur. Hepsi emekçi halkla ABD’deki oligarşinin arasındaki artan çelişkileri yansıtmaktadır. ABD egemenleri açısından içerde krizin neden olduğu baskıya bir de uluslararası kapitalist düzenin gereklerinin yarattığı basınç eklenmiştir. Dünyanın süper gücü olan ABD, emperyalist sistemdeki konumunu koruma zorunluluğun baskısı altındadır. Bir yanda Rusya bir güç olarak Ortadoğu’da bütün denklemlerin ortasına oturarak ABD çıkarlarını riske atmakta diğer yandan da yüzyıl önce İngiltere’nin deneyimlediği gerilemeyi engellemek için Çin ile boğuşmak zorundadır. Dolayısıyla dışarıda Çin’e karşı saldırgan olmak; içerde de (son gelenler) göçmenleri günah keçisi ilan ederek hedef şaşırtmak gerekmektedir. Trump tam da bunun insanıdır.

Son olarak dediklerimizin özeti olarak sorup cevaplayalım: Özel koşullar biraraya gelmese Trump gibi bir vasıfsızın bu konuma gelerek ABD siyasal sistemin işleyişini etkileyecek roller oynaması mümkün mü? Bu koşullar kapitalizmin krizi ve yükselen sınıf mücadelesinden başkası değildir!

Soli Özel yazısını ilginç bir mesajla bitiyor: Trump’ın görevden alınmasına bel bağlayarak bu konuda rehavet içinde olmamak gerekir.” Özel, Türkiye’den ABD egemen sınıflarına mesaj verme atılganlığına girişmiş gibi. Ama bu mesaj asıl ABD emekçileri ve ezilenleri için; çünkü Trump’ı başkanlığa taşıyan çelişkiler sürdükçe egemen sınıflar açısından bu bela sistemin bekası için çekilebilir olacaktır; ama sizin için değil!

KATEGORİLER