19 Aralık Katliamı Burjuvazinin Nasıl Barbarlaşabileceğinin Kanıtıdır!
19 Aralık 2000…
Bu tarihten yıllar önce burjuva devlet devrimci tutsakları sindirmek için F tipi ceza evlerinin plânlarını hazırlamaya başlamıştı. Bu projeyi hayata geçirmek için adeta sabırsızlanıyorlardı.
Her ne kadar dönemin Ecevit başbakanlığındaki hükümet bu sistemle mahkumların daha iyi koşullara erişeceği yalanlarını söyleyip dursa da devrimci tutsaklar, bu yapıların onları hayattan tecrit edip, ruhsal yok oluşa sürükleyeceğinin farkındaydı. 20 Ekim 2000’de devrimciler ölüm orucuna başladılar.
Açlık grevleri ilerleyen zamanda ölüm oruçlarına dönüşmüş, buna paralel olarak halkın duyarlılığı da artmıştı. Sokaklarda birbiri ardına kitlesel eylemler yapılmaya başlanmıştı. Tabi tüm bu muhalefet ve kitlesel öfke, devleti ürkütmüş, köşeye sıkıştırmıştı. Ecevit hükümeti ve MGK onları rahatsız eden bu durumdan kurtulmak için, tüm burjuva hükümetlerin temel kişiliği olan alçak yöntemlere başvuracaktı.
Mahkûmlarla müzakere etmek için bazı aydınlar devreye girmişti, dönemin Adalet Bakanı da ‘’Toplumsal uzlaşmaya varılmadan F tipi cezaevleri açılmayacak.’’ diyordu. Ancak arabıluculuk görüşmeleri başladığında katliam planlarının hazır olduğu sonradan anlaşılacaktı. Jandarma Komutanlığı’nın 10 yıl sonra açığa çıkan raporları, plânların ve özel timlerin 15 Aralık’ta hazır olduğunu ortaya çıkaracaktı. Operasyondan 10 yıl sonra Zülfü Livaneli o günleri anlatırken, ‘Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ü telefonla arayıp ölümlerin önüne geçmesi için yalvardığını, Türk’ün Ecevit’i aradığını, Ecevit’in ise talepleri kabul etmeyerek katliamı onayladığını’ söyleyecekti. Livaneli “Hürriyet Gazetesi’nin, arabulucuları, ölüm orucundakileri cesaretlendirmekle suçladığını, medyadaki bu tür yayınlarla katliam hazırlıklarının tamamlanmış olduğunun netleştiğini, devletin tutuklulara saldırıp insanları yaktığını, medyanın ise ‘tutuklular örgüt emriyle kendilerini yakıyor’ propagandası ile katliamı perdelediğini, devlet görevlilerinin acımasızlığına ve caniliğine şaşırdığını’’ belirtecekti.
15 Aralık’ta plânlar hazırdı. Plânların altında dönemin İç İşleri Bakanı’nın ve olaylardan sonra ‘’Operasyondan haberim yoktu.’’ diyen Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün imzası vardı. Mahkûmların isteği Başbakan Ecevit tarafından reddedildiğinde operasyon için düğmeye basıldı. 19 Aralık 2000’de hükümetin ‘’Hayata Dönüş’’ olarak isimlendirdiği operasyonlar 20 cezaevinde eş zamanlı olarak başlatıldı.
Operasyonda TV kameralarının helikopterle operasyonu çekmesi engellendi. Hapishane önünde toplanan mahkûm yakınları ve protestocular gözaltına alındı. Böylece katliam kamuoyundan gizlenecek ve medyaya gerektiği biçimde bilgi ve görüntü sağlanacaktı. Bunu yaparkenki amaç toplumsal muhalefeti susturmak ve katliamın yükümlülüğünden kurtulmaktı. Operasyon 22 Aralık 2000’de son buldu. Operasyon 30 devrimci mahkûm ve 2 askerin katledilmesiyle sona ermişti. Tutsaklar kimyasal silahlarla zehirlenerek, yakılarak, kurşunlanarak katledildi. Olaylarda kullanılan kimyasal silahların içeriği halen bilinmemektedir. Hatta kimyasal silahların içeriğiyle ilgili 11 yıl sonra konuşan Emekli Binbaşı Zeki Bingöl ‘’Benim kadro silahı haricinde gördüğüm bir tane silah var, Armut şeklinde plastik bir bomba. Bu Jandarma Genel Komutanlığı’nın envanterinde yok. Operasyon sırasında Amasya Tugay Komutanı geldi. Başsavcı Ferzan Çitici ve Savcı Fikret Ünalan’ın da hazır bulunduğu sırada o bombalar getirildi ve kullanıldı. Meslek hayatımda hiç görmediğim bombaydı. Kimyasal mıdır değil midir bilmiyorum.’’diyecekti. Medya da kanlı operasyon için ‘’Hayata Dönüş’’ diyordu. Gazeteler operasyonu ‘’sahte oruç, kanlı iftar’’ gibi manşetlerle duyururken gazete yazarları da hükümeti desteklediklerini köşe yazılarında açıkça belirtiyorlardı.
Katliamdan sonra alçak kişiliğini tatmin edemeyen hükümet operasyon sonrası yaralananlara ve hatta ölenlere ‘’Devlet malına zarar vermekten’’ dava açacak kadar ileri gidecekti. Operasyon sonrası açılan dava 11 yıldır sürüyor. Bu davada savcının operasyonun plânını jandarma komutanlığından defalarca kez istemesine rağmen ancak 10 yıl sonra plânın aslı savcılığa verildi. Böylece bu katliamın gerçek yüzünü ve ayrıntılarını öğrenmiş olduk. Başbakan Ecevit’in ‘’Hayata Dönüş’’ olarak adlandırdığı katliamın asıl adının ‘’Tufan Operasyonu’’ olduğu ortaya çıktı. Savcılığın operasyonu görüntülerini istemesine rağmen video görüntülerinin olmadığı söylenmiş ancak raporda ‘’Hukuki sorumluluk doğurmayacak şekilde operasyonun bütün safhalarının video, kamera ve fotoğraf makinesi ile tespit edileceği’’ yazılmıştı. Bu demek oluyor ki şu anda jandarma arşivlerinde katliamın kamera kayıtları, yaptıkları diğer tüm kirli işlerin belgeleriyle birlikte saklanıyor. Operasyona katılan jandarma ve komutanların isimleri de mahkemeden gizlenmişti. ‘Tufan Plânı’nda operasyondaki kişilerin isim isim kayıtlı olduğu söyleniyordu.’Tufan Operasyonu’nun bu raporu bize burjuva hükümetin çirkin yüzünü bir kez daha göstermiş oldu.
19 Aralık 2000…
Burjuva devletin ellerini bir kez daha zulme, direnenlerin kanına bulaştırdığı tarihtir.
Biz Marksistler 19 Aralık katliamının ne ilk olduğunu ne de son olacağının farkındayız. Çünkü biz Komünist Dünya’yı kurmak için yola çıktığımızda güçlü bir düşmanı ‘’Burjuva sınıfını’’karşımıza aldığımızın fakındayız. Ve bu düşman devrimcileri yıldırmak için bir sürü yol deneyecek,bu uğurda da belki sayısız yoldaşımız daha katledilecek,işkence yapacak ve aynı F tipi cezaevlerinde olduğu gibi hayattan koparmaya çalışılacaktır.
Fakat egemen burjuvalar şunu bilmelidirler ki biz devrimci Marksistler ne onların zulmünü ne de bu uğurda can veren devrimcileri asla unutmayacağız. Günü geldiğinde de devrimci işçi sınıfı önderliğinde bunun hesabını soracağımızdan en ufak bir şüpheleri olmasın…