Yapay Zeka Emek Mücadelesinin Sonu Mu? – Davud Caner B.

Yapay Zeka Emek Mücadelesinin Sonu Mu? – Davud Caner B.

 

Yapay zekanın son birkaç yılda gündelik hayatımıza yaptığı hızlı ve etkileyici giriş, 2000 yılı sonrası başlayan robotların bir gün insan emeğinin yerini alacağı ve artık sınıf mücadelesinin hiçbir şeye tekabül etmeyecek bir kavram olacağına dair söylemlerin hızlanmasına; sınıf mücadelesinin dinamiklerini insanlığa dair büyük umutlarla izleyen insanların umutsuzluğa süreklenmesine sebep oldu. Peki sınıf mücadelesi için emek veren, bu çalışmaları yürüten insanlar olarak bu gelişmeleri nasıl okumalıyız? Yapay zekanın getirdikleri, insanlığın ve kapitalist üretim ilişkilerinin bundan nasıl etkilendiği ve bu gelişmeye nasıl yön verdiğini, yazılım emeğinin yapısını bu makalede tartışacağız.

Öncelikle kavrama yabancı olanlar için kısaca yapay zekanın ne olduğundan bahsedelim. Sözlükteki yapılan “bir bilgisayarın, bilgisayar kontrolündeki bir robotun veya programlanabilir bir aygıtın insana benzer biçimde algılama, öğrenme, fikir yürütme, karar verme, sorun çözme, iletişim kurma vb. işlevleri sergileyebilme yeteneği” tanımı aslında oldukça güzel bir anlatım. Bu tanımlamada bahsedilen öğrenme özelliğini yapay zeka için en temel nokta olarak tanımlayabiliriz. Makine Öğrenmesi (Machine Learning), klasik bir kodlamadan farklı olarak bir programın doğrudan sizin belirlediğiniz sonuçları üretmesi değil, verili datayı inceleyerek kendi sonuçlarını ve analizlerini üretebilmesi; verili datası genişledikçe ve yaptığı işlemler arttıkça sonuçlarını bu paralelde geliştirebilmesi veya değiştirebilmesi olarak tanımlanabilir. 

Elbetteki yazılımın hayatımıza girişi oldukça eski olmasına rağmen makine öğrenimi çalışmalarının hızlanmasındaki arka plan; internetin geçtiğimiz çeyrek yüzyılda yaygınlaşmasıyla elde edilebilen ve işlenebilen verinin hızla büyümesiydi. Data boyutlarındaki korkunç büyüme önce temel bilimsel bilginin sonrasında ise temel bilgisayar programlarının işleyebileceğinden çok daha büyük bir teknolojinin ihtiyacını doğurmaya başladı. 

1980’li yıllar sonrasında sosyal, siyasal ve de özellikle sınıfsal etkilerin göz ardı edilebilmesi ve bunun “bilimsel” olarak ortaya konması için regresyon analizi gibi farklı verilerin ve unsurların etkilerinin hesaplanabilirliği yaklaşımı data analizine ilgiyi hızla artırdı. Yine finansal sistemin oldukça hızlı büyümesi de bu ilginin arkasındaki en büyük itici güçlerden biriydi. Çünkü toplumsal zenginliği katkı yapmadan servetleri büyütmek için oldukça iştah açıcı görünen finansal enstrümanların riskini en az seviyeye indirmenin yolu olarak data analizi oldukça cezbediciydi. Ama rekabet ve servet büyütme arzusu türevli işlemler gibi oldukça riskli araçları da buna paralel olarak geliştirdi ve insanlığı devasa bir kumarhanenin müdavimi haline getirdi. 

Makineleşme Süreci ve Yapay Zeka Araçları

Makinelerin tümüyle insan emeğinin yerini alacağı üzerine fütüristik tartışmaların temeli aslında sanayi devriminin gelişiminin ilk yıllarına dayanıyor. Sanayi devriminin ilk yuvası olan tekstil sektöründe artan makineleşme ciddi sayıda işçinin işten atılmasına sebep olmuş, proletarya hareketinin emekleme dönemi diyebileceğimiz bu dönemde işçi sınıfının içerisinden bu makineleşmeyi hedef alan Ludizm (makine kırıcılık) akımı da ortaya çıkmıştı. 

Sanayi devriminin ortaya çıkardığı her sektör işçi sınıfının hacmini büyütse de bu tarz geçici iş gücü şokları sıklıkla yaşanmaya devam etti. Özellikle ülkemiz tarihinde de tarımda makineleşme sonucu bunun bir benzeri yaşanmıştı. 

1990’lı yıllara geldiğimizde geçmişte binlerce insanın bir arada çalıştığı özellikle otomotiv gibi sektörlerde hem fabrikaların bölünüp birbirinden uzak bölgelere taşınmaları, hem fabrikalar etrafında şekillenen kent yapılarının giderek değişmesi ve sanayi bölgelerinin kentlerden ayrışması hem de montaj hatlarında robotların ve bilgisayar teknolojisinin aktif olarak kullanılmasıyla işçi yoğunluğunda yaşanan düşüşler işçi sınıfının öldüğü çığlıklarını beraberinde getirmişti. Peki ne oldu da onlarca yıl sonra bu söylem yeniden ortaya çıkmaya başladı? İşçi sınıfı bir hortlak gibi mezarından ayağa kalktı da birden bire yeniden uyku vaktinin geldiğine mi kanaat getirildi?

Bu tartışmaların merkezinde olduğu nokta giderek beyaz yakalı emekçilerin yoğunluğunun artmasıydı. Proletaryanın orta sınıfları içine çekerek büyümeye devam etmesi ve tüketim sektörünün giderek genişlemesiyle patlayan beyaz yakalı nüfusun varlığı, mavi önlüğü ve elinde ingiliz anahtarıyla tasvir edilen işçilerin (bakıp da görmeyi bilmeyen gözler için) artık var olmadığı düşüncesinin kanıtı olarak ortaya konmuştu. Ta ki elektronik market kasalaır; internet bankacılığı; otomat cihazları; reklam metinleri ve senaryolar yazabilen, görsel tasarım yapıp devasa verileri bir kaç saniyede analiz edebilen programlar hayatımıza girene kadar.

Başta batı dünyasında olmak üzere giderek genişleyen hizmet sektörü emekçileri ve belirli bir kısmı mavi yaka proleterlerden daha iyi reel gelire sahip olan yüksek nitelikli iş gücü olarak tanımlayabileceğimiz beyaz yakalı emekçiler artık kendilerinin de makinelerle değiştirilebileceğini gördüler. Hem de elle tutulamayan, gözle görülemeyen makinelerle. 

Yazılım Emeği ve Değişmeyen Sermaye

Son on yılın belki de en popüler mesleği olan yazılımcılık kötü günler yaşamaya başlarken mevcut tahminlere göre dünya çapında 29 milyonluk bir iş gücünü temsil eder hale gelmiş durumda. Oldukça incelemeye değer bu özel emek türünün gelişimi ve yapısına bir göz atalım.

Marx’ın kriz teorisinin önemli unsurlardan olan “kar oranlarının düşme eğilimi yasası”nın temel olarak dayandığı nokta, artı-değeri üreten özne olan değişmeyen sermayenin (canlı insan emeği) emek gücünün verimliliği artırmak için girilen çabayla değişen sermayeye (üretim araçları) oranının belirli bir eğilimle azalması ve bunun kar oranlarının düşünü tetiklemesi; sürekli olarak yeni ve daha yüksek artı değere sahip metaların geliştirilmesi gibi karşı koyucu eğilimlerin varlığıyla bu düşüşün lineer değil dalgalanan bir düşme eğilimi olmasına dayanıyordu. 

Yazılım emeği ise bunu adeta alt üst edecek görünümde bir yapıya sahip. Çünkü bir yazılımı geliştirmek için ihtiyaç duyacağınız ekipman yalnızca orta halli bir bilgisayar, ücretsiz olan kütüphanelerden elde edebileceğiniz açık kaynak kodları ve Python gibi ücretsiz yazılımlardır. Peki bu alanın hızlı gelişimi krizleri çok uzak bir geleceğe erteleyebilir mi?

Değişmeyen sermayenin, değişen sermayeye oranın bu denli düşük olması aslında çok ciddi bir karlılık fırsatının göstergesidir. Ancak kapitalizmin bugün ulaştığı seviye aslında ortalama ekipmanlarla adeta 18. yüzyılın bilim insanları gibi kendi çabalarıyla insanlık tarihinde çığır açabilecek yazılımcıları kendi prangalarını çok hızlı bir şekilde mahkum etmiş durumda. 

Yazılımcılığın hızla gelişmeye başladığı 1990’lı yıllarda Netscape gibi bir çok proje kaynak kodlarını kapatmayı tercih ettiğinde programcıların hızla odağından çıkmış ve geliştiği hızla da batışa sürüklenmişti. Yine bu dönemde giderek tekelleşme seviyesine ilerleyen Microsoft her ne kadar o dönem açık kaynak kodlarına sıcak bakmasa da bugün birçok yazılımını parayla satarken GitHub gibi devasa bir açık kaynak kütüphanesinin de sahibidir. Peki ama neden bunu yapmak zorunda kalıyorlar?

Çünkü bu kadar basit imkanlarla bir araya gelmiş birkaç zeki insanın hızla üretim yapabileceği, bu yapılan üretimin internet aracılığıyla milyonlarca insana hızla ulaştırılabileceği bir yerde teknoloji devlerinin geçmişin tekellerinin yaptığı gibi emek orduları istihdam ederek veya mevcut ordularını bu alana kaydırarak ya da pazarlama güçlerini kullanarak bu alandan rakiplerini temizlemesi mümkün değil. Ancak kapitalizmin doğasının en kayda değer parçalarından olan sermayenin yoğunlaşma eğilimi bunun dahi üstesinden gelmeyi başarmıştır. Bunun adı da start-up ekosistemidir.

Start-up kavramı aslında başka sektörlerde de popüler olsa da asıl olarak kendini gösterdiği alanlar yazılım ve teknolojidir. Özet olarak start-up ekosistemi bir grup insanın kendi işlerini kurması, bunun sadece kullanım değerine değil (insanların ihtiyaçlarına hitap etmesi) aynı zamanda mübadele değerine sahip olan ve kendi pazarını oluşturabilecek yeni metalar geliştirmesini teşvik eder. Bu girişimler değerlerin hızlı yükselmesi baskısıyla sıcak paraya bağımlıdılar. Çünkü buradaki amaç bu şirketlerin son kertede olabildiği kadar yüksek bir değerle hali hazırda ekonomiyi domine eden tekellere satılmasıdır. Büyüme hızı sürdürülebilir olduğu takdirde yatırım alabilecekler ve durmadan bu yatırıma muhtaç olacakları için de yeterli pazar büyüklüğüne ulaştıklarında artık operasyonu karlı ve stabil hale getirmek görevi onları satın alacak olan tekelin operasyon ve pazar gücüne devredilecektir. Bu sayede de sürekli bir yerlerden fırlayan minik rakiplerin ortadan kaldırılmasından çok daha karlı bir operasyonla yaratılmış pazarıyla devralınması tekelleşme sürecini hızlandırır. Bu pazarları yaratmak için yırtınırken batanların çok daha büyük bir oranı oluşturduğunu görmezden geldiğimiz sürece kapitalizm yepyeni milyonerler hatta milyarderler yaratıyor çığlıklarına kendinizi kaptırabilirsiniz.

Yazılım sektörünün böylesine geniş bir kitlenin kendi üretkenliğini ortaya koymak için alan sunması elbette belirli bir amaç için biraraya gelmiş hacker grupları gibi protest unsurları veya insanların gündelik hayatını daha yaşanabilir kılan uygulamaları geliştirmeye kendini adayan kişileri doğursa da; kapitalizmin gelişim seviyesi bu alanı görülmedik derecede bir hızla kendi zincirlerine vurmuş, yetmediği gibi bu emek ürünlerini kendi operasyonlarının verimliliği için kullanmaya mahkum ederek nitelikli iş gücünü bir kez daha törpülemiştir.

Robotlar İnsan Emeğinin Yerini Alacak Mı?

Kapitalizmin gelişim tarihi makinelerin insan emeğine olan ihtiyacı düşürdüğü düşüncesini oldukça besleyen örneklerle doludur. Fakat burada giderek törpülenen şey nitelikli iş gücüdür. Tıpkı ilk kurulan manifaktürler ve fabrikaların ayakabı ustalarının sahip olduğu tecrübe ve yetenekleri kenara atıp onları seri üretim yapan, makinen bir parçasına dönüştürmesi gibi yapay zeka da bugün yılların tecrübesine ve birikimine sahip bir senaristi, gazeteciyi, reklamcıyı, bankacıyı, grafik tasarımcıyı ve hatta yazılımcıyı belirli bir kaç cümle yazmasından başka şey beklenmeyen bir makine parçasına dönüştürmektedir. Kapitalizm yeni sektörlerin doğmasıyla işsizlik şoklarının atlatılmasını sağlayabilmesiyle beraber insan emeğinin yaratıcı gücü törpülenmesine, tekelleşmenin çok daha şiddetlenmesine ve devasa bir teknolojik atılımla 1970’lerin işçilerinden katbekat verimli olmamıza rağmen hala onlardan daha fazla çalışıp onlardan reel olarak daha az gelire sahip olmamıza sebep olmaktadır. Tıpkı bir zamanlar Ludist hareketin görmediği gibi problemin kaynağının üretim araçları değil onlara hangi sınıfın hükmettiği meselesi olduğunu görmezsek insanlık devasa toplumsal zenginlikler üretecek kapasitesini artırırken bunun neden bizi daha fazla yoksulluğa ittiğini de göremeyiz. Çok basit becerilere sahip olmasından fazlası beklenmeyen, makinelerin parçası olmaktan ve bu makinelerin ürettiklerinin tüketicisi olmaktan ibaret kılınmak insanlığın distopyasıdır. 

Robotlar birgün dünyayı ele geçirmeyecek ve bir paçavra gibi işçi sınıfını bir kenara atmayacak. Ancak insanın ruhunu, üretkenliğini ve yaratıcılığını bir robot seviyesine indiren kapitalizmden geri alınmasını gereken bir dünyamız var.

KATEGORİLER

Yorumlar

(0)