Tekstil Güç-Sen Genel Başkanı Erkan Bayrak: Uyumayacağız, Yorulmayacağız! Fabrika Fabrika Gezip Mücadeleyi Büyüteceğiz!
Türkiye AKP iktidarının ekonomi politikaları eliyle ucuz emek cennetine dönüştürüldü. Ucuz emeğin kaymağını yiyenlerin başında ise tekstil patronları geliyor. Geçmiş yıllarda asgari ücrete yapılan zamlar nedeniyle Mısır, Vietnam, Kamboçya gibi emeğin ucuz olduğu ülkelerle rekabet edememekten yakınan patronlar, iktidardan yeni teşvikler ve emeğin daha da ucuzlatılmasını talep ediyor. Hak gasplarına, sendikasızlaştırmaya ve işten atmalara karşı Özak Tekstil örneğinde olduğu gibi tekstil sektöründe pek çok işçi mücadelesine tanık olduk. Bu sayıda mikrofonumuzu tekstil işkolunda örgütlenen Tekstil İşçileri Güçbirliği Sendikası Genel Başkanı Erkan Bayrak’a uzattık ve sendikal mücadeleye dair merak edilenleri sorduk.
Türkiye’de sendikalaşmanın önündeki yasal ve idari (hükümetin yarattığı) engeller neler? Bunları aşmak için ne yapmalı?
Öncelikle bu röportaj için sendikam ve işçi sınıfı adına Sosyalist Gündem emekçilerine çok teşekkür ediyorum. Türkiye’de sendikal örgütlenmenin 12 Eylül 1980 darbesiyle sekteye uğratılmasının ardından AKP dönemi sendikal engellerin fiilen tavan yaptığı bir dönem oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar süresi grev erteleme adıyla süslenen grev yasaklarıyla geçti. Hâlâ 12 Eylül’ün bir mirası olarak duran sendikal barajlar, genç ama mücadeleci sendikaların yasal olarak önlerini kapatma görevi görüyor. Daha bir sürü şey sayılabilir. Yani işin özü darbeden bu yana aşama aşama patronlar ve onların meclisteki temsilcileri, sistematik çalışmalarıyla işçi sınıfını sendikasızlığa, bu olmazsa köhnemiş sarı sendikaları mahkûm ettiler.
Ancak tüm bunlara rağmen ülkenin birçok yerinde özellikle genç mücadeleci sendikaların etkisiyle grev, hak arama eylemleriyle sık sık karşılaşmaya başladık. Anlayacağınız işçi hareketinde kıpırdanmalar da yaşanıyor.
İşçi sınıfı sermayenin kontrolündeki din, kimlik, heykel siyasetinin tuzaklarına düşmeden ürettiği değerden hak ettiği payı hakkıyla koparabilmek için, patronların “biz bir aileyiz” gibi parlak sözlerine kulak asmadan, yanında patronlar tarafından sömürülen çalışma arkadaşının rengine, etnik kökenine bakmadan, bireysel çıkarlarından arınıp toplumsal çıkarlara odaklanması gerekmektedir. Öncelikle ekonomik koşullarını düzeltmesi için mücadeleci bir şekilde sınıf kavgası veren bir sendikada örgütlenerek başlayabilirler.
Bugün işçi sınıfının bu engelleri aşabilmesinin biricik yolu din, kimlik siyaseti tuzaklarına düşmeden emek siyasetine yoğunlaşmaktan geçmektedir. İşçiler işyerinde hakları için ekmeği için mücadele de etmeli, siyasetteki rolünün sadece oy kullanıp kenara çekilmek ve vergi ödemek olmadığını görerek birebir aktif olarak siyaset sahnesine de çıkmalı.
Burada mücadeleci sınıf sendikacılığına büyük bir görev düştüğünün elbette farkındayız
Merkezini İstanbul’un büyük ve muhafazakâr emekçi semtlerinden olan Sultangazi’de. Bu koca metropolde, emekçilerin yaşam koşulları nasıl görünüyor? İstanbul emekçilerinin en temel çözüm bekleyen sorunlar hangileri? İşçi hareketi bu alanda neler yapmalı?
İstanbul gibi nüfus bakımından büyük olan metropollerde konut (mesken) sorunu sorunlardan en büyüğünü oluşturuyor. Düşünün bir emekçi günde 10-12 saat çalışıyor ve başkasına ait bir evde yaşamak zorunda yani evsiz, bu yüzden de kiracı. Son yıllarda alabildiğine artmış olan kiralar, işçi sınıfımızın belini büküyor.
Bunun dışında temel ihtiyaçlar, ulaşımdan tutun da sağlıklı su ve enerji haklarına kadar, Sultangazi’nin kimi mahalleleri de dâhil olmak üzere tam anlamıyla sağlanabilmiş değil. Ulaşımdaki yetersizlikler bütün şehirdeki işçileri etkiliyor.
Bir de İstanbul geneline yayılmış olan ve “merdiven altı” diye bilinen işyerlerinde metrekare bazında temel nefes alma alanı, ısınma ya da soğutma, havalandırma gibi en temel insani ihtiyaçlar bile eksik. Evet İstanbul “kocaman” ama içinde yaşayan işçi sınıfının sorunları da kocaman…
Ekonomik durumlar nasıl gidiyor? İşçi sınıfı adına ekonomik krize karşı bir mücadele programınız var sanıyoruz, neler talep ediyorsunuz?
Ekonomik durumlar malum. Bu soruya “görünen köy uzakta değildir” diyebiliriz.
Enflasyonun etkilerine bakınca yılda 2 kere zam yapılması bile hiçbir şeyi değiştirmiyor aslında. Şimdi Erdoğan başta olmak üzere Hükümet kanadı bunu da teke indirmekten bahsediyor…
Bunun önüne “eşel mobil” sistem dediğimiz tüm maaşlara her ay enflasyon oranında zam uygulamasına geçilmelidir, en acil talebimiz bugün budur. Patronların keyfi fiyat zammı fırsatçılığının önüne de ancak bu sistemle geçilebilir.
Evet, istatistiklerde işsizlik oranlarında ciddi artış görünmüyor. Hatta düşüş varmış gibi görünüyor ama öyle değil. Pandemi döneminde patronların aklına AKP iktidarı tarafından sokulan “ücretsiz izin” bugün yeniden sık sık kullanılmaya başlandı. Piyasada gizli bir işsizlik var diyebiliriz. Bölgemizdeki fabrikalardan her biri muhakkak birkaç hafta ücretsiz izne çıkmıştır. Birçoğu işçinin onayını almadan yapıyor bunu. Buna karşı mücadelemiz de devam edecek.
“İşçi hareketinde kıpırdanmalar da yaşanıyor” demiştiniz. Mesela siz Tekstil Güç-Sen olarak bugüne kadar mücadelede neleri nasıl kazandınız? Özak’ta devam eden direnişin ve sizin İstanbul fabrikasındaki eyleminizin etkileri nasıl oldu?
Yaklaşık 4 yıl önce, maalesef daha önce hiçbir sendikal mücadelenin ve emek siyaseti yaptığını iddia eden hiçbir partinin girmeyi aklına bile getirmediği bir bölgede, İstanbul’un Sultangazi ilçesinde mücadelemize başlamıştık. Dişimizi tırnağımıza takıp, işyeri önlerinde, meydanlarda, parklarda faaliyetler, eylemler, mücadeleler örgütledik.
En önemlilerinden birisi, benim de çalıştığım Tay Tekstil fabrikasında patronun saldırılarına karşı verdiğimiz 5 günlük mücadele deneyimiydi. 5 günün ardından patron bütün taleplerimizi kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu direnişteki kazanımlarımızdan sonra örgütlenme hızımız da büyümüştü.
Bir başka örnek, Zi Em isimli tekstil atölyesinde sahte sigorta dolandırıcılığına karşı mücadele örgütleyip, yaptığımız eylemde patrona bir ay süre vermemize rağmen 1 hafta içinde mücadelemiz işçilerin lehine sonuçlanması olmuştu.
Başka kim yerlerde yemekler için mücadele edip kazandık, kiminde zamlar konusunda kazanımlarımız oldu. Ufak tefek gündemlerimiz saymakla bitmez.
En son Urfa’da Özak Tekstil işçileri bireysel çıkarlarını ellerinin tersiyle itip, işten atılan arkadaşları için “bana dokunmayan yılanın bir sonraki hedefinin kendileri olduğunu” çok iyi bilerek şartel indirerek tüm ülkede sınıf mücadelesi umutlarını bir kez daha yeşertti.
Biz de İstanbul’da Özak Holdingin İkitelli-Başakşehir fabrikasında bir eylem düzenledik ve sarı şebeke Öz-İplik-İş sendikasının İstanbul başkanı tarafından sözlü ve fiziki saldırıya uğradık. Saldırıyı püskürttükten sonra ben ve arkadaşlarım tüm engelleme çabalarına rağmen fabrika önünde Urfa’daki işçi dostlarımıza destek açıklamamızı gerçekleştirdik. Uğradığımız saldırı karşısında dik duruşumuz bulunduğumuz bölgelerdeki işçi kitlelerinde de hareketlenmelere yol açtı elbette.
Nihayet en son 17 Aralık Pazar günü Sultangazi’nin belki de İstanbul’un tek sendika asgari ücret eylemini yaptık. Maalesef geçmişin koca sendikaları ve konfederasyonları bu gündemleri tamamen unutmuş durumda. Ancak eylemimizde gördük ki mücadeleyi devam ettirenler işçi kitlelerini etrafında toplamaya da devam ediyor.
İşçi sınıfı hareketi nasıl atılıma geçebilir peki Erkan başkan? Mücadelenin büyümesi için işçi örgütlerine nasıl bir görev düşüyor?
Bu ekonomik sorunlar ve kaygılar yaşanırken işçi sınıfının kendi başına üzerindeki ölü toprağını atmalarını beklememiz doğru değil. Şimdi işçilerin önderliği iddiasında bulunan, sınıf sendikacılığı yaptığını ileri süren sendikalara büyük görevler düşüyor. Uyumayacağız, yorulmayacağız, işçi emekçi mahallelerinde sokak sokak, fabrika fabrika gezip bildirilerle afişlerle toplantılar organize ederek örgütlü mücadelenin önemini, kazanımlarını, taleplerimizi anlatıp işçi sınıfını mücadeleye ikna edeceğiz.
Bu mücadele boynumuzun borcudur.