Yeni Emperyalist Denklemler, NATO ve Devrimciler – Güneş Gümüş (SEP Genel Başkanı)

Yeni Emperyalist Denklemler, NATO ve Devrimciler – Güneş Gümüş (SEP Genel Başkanı)

Emperyalist rekabet kızgınlaşınca NATO tekrar anlam kazandı. Oysa daha 2019’da Fransa ve Almanya, Avrupa ordusunu oluşturma yolunda anlaşmalar imzalıyor; Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “NATO’nun beyin ölümü”nün gerçekleştiğinden bahsediyordu. Tabii köprünün altından çok sular aktı.

ABD, emperyalist hiyerarşinin hala tepesinde olsa da eski gücünde değil. 2008 krizi ekonomik olarak hem ABD’ye ket vurdu hem de Çin’in bir sıçrama yapmasına imkan verdi. Rusya da son on yıldır bölgesel hegemonyasını operasyonlarla artırma azminde. Artık rakipler daha güçlü, daha dişli; ABD hegemonyası daha tartışmalı durumda. ABD için yetmezmiş gibi Trump döneminde içe kapanmacı, ekonomik milliyetçi bir çizgiyle dünya siyaseti neredeyse kendi haline bırakılmıştı. Şimdi ABD, zayıflayan emperyalist önderliğini yeniden inşa için Ukrayna savaşını bir fırsata dönüştürüyor. Rusya, Ukrayna’yı işgal edince Avrupalı güçler de ABD öncülüğünde hareket etmeye teslim oldu. Bu sefer NATO zirvesinde biraraya gelenlere Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda da katılmış durumda.

NATO ve Yeni Denklemler

NATO, 1949’da 12 ülke tarafından kurulduğunda ABD, emperyalizmin tepesinde taze bir güçtü. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren rakipleri karşısında güç kaybetmeye başlayan İngiltere’nin emperyalizmin ağababalığını bırakması iki dünya savaşının içinde geçtiği bir yüzyıla yayıldı. ABD, hem sanayi gücüyle donanmış bir dünya ekonomik devi, hem de düşmanına vurucu darbeler indirebilecek teknolojik kapasiteyle donanmış askeri gücü olarak küresel siyasal hakimiyetini kurmuştu. Dünyanın iki ana bloğa bölündüğü, Avrupa’nın büyük güçlerinin dünya savaşından derin bir yıkımla çıktığı bir dönemde ABD’nin liderliği tartışmasızdı. NATO gibi örgütler, askeri alanda ABD önderliğinde Batı’yı bir blok olarak birleştiren bir yapı olarak belirdi. Ne derler parayı veren düdüğü çalar. ABD’nin Marshall yardımlarıyla Avrupa toparlanmışken, Soğuk Savaş döneminin askeri operasyonlarının mali-insani yükü ABD tarafından büyük oranda sırtlanırken ABD’nin, onun önderlik ettiği NATO yapılanmasının borusunun tartışmasız ötmesinden farklı bir sonuç düşünülemezdi. Elbette karşılığını da misliyle alacaktı.

Bugünse manzara başka. Evet ABD hala emperyalizmin zirvesinde ama zayıflayan bir güç olarak. Sanayi üretimi açısından Çin, ABD’yi geçeli çok oldu. İngiltere’nin finansal danışmanlık şirketi CEBR’in raporlarına göre 2030 gibi yakın bir tarihte Çin ekonomisinin büyüklüğünün ABD’yi sollaması bekleniyor. ABD, 2008 krizinden çıkış yolunu bir türlü bulamadı; bir ekonomik toparlanmaya imza atamadı. Aksine uzun yıllardır sürdürülen parasal genişleme tıkandıktan sonra küresel piyasaları saran durgunluk karşısında sunabileceği yeni bir araç da yok. Enflasyonla birleşmiş bir yavaşlama kabusu Batı piyasalarının üstünde dolaşıyor. Oysa ki Çin için işler aynı ölçüde kötü değil. Yüksek borçlanma gibi çelişkileri devam etse de Çin, küresel gücü açısından 2008 krizinden karlı çıkmış görünüyor.  Bu dönemde ABD ile aradaki ekonomik büyüklük farkını kapatmada çağ atladı. Kendi işlerine odaklanmış bir ulusal güçten dünya arenasına ekonomik ve siyasal etkisini yaymak isteyen bir küresel güce bu dönemde dönüştü. Devasa “Bir Kuşak Bir Yol” projesi Afrikasından Avrupasına birçok ülke ile stratejik bağlar kurmasına imkan tanıdı. Emperyalist gerilimler belirginleştikçe, Çin’in gücü arttıkça söylemleri de sertleşti. Elbette ABD hala askeri açısından neredeyse rakipsiz. En yakın askeri kapasitedeki Rusya, aynı vuruculuk gücünden uzak olduğunu Ukrayna savaşında gösterdi. Ama askeri kapasite dinamik bir mesele. Askeri yatırımlara harcanacak bolca para, teknolojik güç varsa birden olmasa da askeri kapasite gelişir.

Çin’in bir dünya gücü olarak belirmesi, ABD için alarm zillerini de çaldırıyor. Günümüzün İngilteresi konumuna düşmemek için ABD önüne hedef olarak uzun süredir Çin’in ilerlemesini durdurma, en azından yavaşlatmayı koymuş durumda.

Devrimci Tavır

Ukrayna savaşı son olmayacak. Yeni gerilimlere gebe bir döneme girdik. Bu koşullarda Batı’nın askeri aygıtı NATO, güçlendirildi ve Avrupa’nın doğusundan başlamak üzere dünya daha çok silahların, askeri birliklerin gölgesini hissedecek. Bu koşullarda NATO konusundaki devrimci tavır önem kazanıyor. Türkiye devrimci geleneğinin vazgeçilmez bir özelliği NATO karşıtlığıydı. Tabi bahsedilen dönemde ülkenin bütün sağcı iktidarları keskin şekilde NATO’cu, NATO keskin şekilde anti-komünist idi. ABD demek dünyanın ezilen halklarına kan kusturan bir düşman demekti. NATO; sadece Türkiye’de değil mesela İtalya’da sola karşı harekete geçen mafya-devlet-faşistler üçgeninin örgütleyicisi Gladyo operasyonlarının mimarıydı.

Dünya iki kamp arasında giderek bölünürken Türkiye egemen sınıflarının NATO’culuğu tekrar keskinleşiyor. Sadece AKP dümeni tamamen ABD bloğuna kırmış durumda değil; Millet İttifakı bileşenleri de NATO’nun genişlemesine, güçlenmesine övgü düzüyor. Baksanız Türkiye solunda da NATO karşıtlığı geleneği sürüyor. Ama aynı güçte değil. “NATO’ya Hayır” sloganının arkası Batı bloğundan yana sözlerle dolduruluyor.

Ülke ve dünya siyasetinde denklemler değişti. Soğuk Savaş artık yok; NATO’nun keskin bir anti-komünizmi öne çıkarmasının gereği de. Sosyalist hareket, işçi hareketi dünya çapında geriledi; radikal sola karşı faşistlerle mafyayla darbecilerle kurulan ittifaklar da şimdilerde ihtiyaç dahilinde değil. ABD cephesinin vitrini demokrasi ile süslemesi daha kolay. Hele ki bugünün emperyalist kamplaşması ABD öncülüğünde Batı ile Çin ve Rusya arasında olunca. Batılı emperyalistlerin ilk propaganda silahı otokratik, baskıcı Çin-Rusya karşısında Batı liberal demokrasisinin savunulması oluyor. Öyle bir demokrasi ki işgale giriştiği Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Libya’da yaşanacak yaşam bırakmıyor. Bu ülkelerden kaçmak istediğinizde de size “demokrasi” getirecekler(!) kapı duvar olup sizi eşiklerinde bile görmek istemiyor.

Türkiye’de ne yazık ki artık muhalefeti emperyalist kutuplaşmada ABD kampından yana olmaya iknaya çalışan geniş bir liberal koronun sesi çok çıkıyor. Deniyor ki komşuda pişer bize de düşer: Çin, Rusya gibi otokratik rejimlerin gücü kırılırsa, Batı tipi liberal demokrasi güçlenirse bize de etkisi olur. Hadi oradan derler ya; tam yeri. ABD’nin Ortadoğu dünyasındaki müttefiklerine bakın eli kana bulaşmış krallıklar değil mi! Daha geçtiğimiz günler de Türkiye, NATO için vazgeçilmez bir müttefik denmedi mi! İçerde Erdoğan’ın nasıl yönettiğini değil; ABD çıkarına uygun şekilde Ukrayna savaşında pozisyon alınıp alınmadığını umursuyorlar sadece.

Emperyalist blokların her biri kendi haydutluklarının hakimiyetinde bir dünya istiyor; daha fazlası değil. Çıkarlarına uyduğu sürece dünya halklarını savaşın ateşine atmaktan, dünyayı ucu nükleer savaşa kadar uzanan gerilimlerle kasıp kavurmaktan çekinmiyorlar. Elbetteki ne ABD-AB ne Çin-Rusya emperyalist kampıyla işimiz olur; ama Türkiye’de siyaset yapan devrimciler ilk görevimiz kendi egemen sınıfımıza ve uluslararası müttefiki olan NATO’ya kesinkes bir karşıtlığı bayrak gibi taşımak olmalı.

Türkiye’deki tek adam rejimine ya da dünya çapındaki kapitalist barbarlığa karşı tek kurtuluş reçetemiz var; kendi eşitlik ve özgürlük mücadelemiz. İnsanlığın yolunu ancak ayağa kalkan emekçi halkların açabileceğini unutmamak gerek. Tabi ki örgütlü oldukları ve kaderlerini kendileri çizmeyi bırakmadıkları koşullarda.

KATEGORİLER