Sokakta Yoksulluk ve Öfke Büyürken, Emekçiler Neden Sessiz?
Dün açıklanan enflasyon rakamları, TÜİK’in enflasyon rakamlarını düşük tutma çabasına rağmen, Türkiye’nin koşar adım hiperenflasyona doğru ilerlediğini gösteriyor. ENAG Mart ayı enflasyonunu % 11,93 yıllık enflasyonu ise Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamını bile aşacak şekilde % 142,63 olarak ölçerken; TÜİK’e göre aylık enflasyon % 5,46 yıllık ise % 61,14. Maaş artışlarında baz alınan TÜİK rakamları milyonlarca emekçinin ücretlerindeki erimenin hızlanacağını gösteriyor.
ENAGrup Tüketici Fiyat Fiyat Endeksi (E-TÜFE) Mart ayında %11.93 arttı.
E-TÜFE’nin son 12 aylık artışı ise %142.63 olarak gerçekleşti.
— ENAG (@ENAGRUP) April 4, 2022
Özellikle asgari ücrete yıl ortasında yeni bir zam yapılması konusunda iktidara yönelik baskılar yoğunlaşıyor. İktidar cephesi şimdilik bu konuda karnından konuşmayı ve soruları geçiştirmeyi yeğliyor. Gelen yanıtlarda da çelişkili açıklamalar dikkat çekiyor. Çalışma Bakanı Vedat Bilgin “Net zam yapıldı, gündemimizde böyle bir şey yok.” açıklamasında bulunurken, bu konu yine elbette Erdoğan’ın kararına bırakılacaktır. Erdoğan geçtiğimiz günlerde “…biz kesinlikle vatandaşımızdan, hele hele işçimizden böyle bir şeyi esirgemeyiz. Veren el alan elden hayırlıdır.” diyerek zam konusunda lütufta bulunabileceğinin işaretini vermişti. Erdoğan burada da otoriter rejimlere özgü bir anlayışla hareket etmeyi sürdürüyor. Öyle ya Türkiye gibi her şeyin tek bir kişinin ağzına baktığı bir ülkede kitleler hak kazanmaz; olsa olsa bu tarz haklar ülkeyi yöneten kişi tarafından lütfedilir.
Türkiye’de de geçtiğimiz aylarda sınıf mücadelesinde önemli bir yükselişe tanıklık etmiştik. İktidarın ekonomik krizin faturasını zamlar, ücretlerin baskılanması ve artık katlanılmaz hale gelen hayat pahalılığı yolu ile halkın üzerine yıkma politikası sürdüğü takdirde benzeri mücadelelerle daha sık karşılaşacağımız bir gerçektir. Özellikle asgari ücret konusu bu noktada kritik bir önem taşımaktadır. Toplumsal muhalefet bileşenlerinin, sendikaların ücret artışlarında eşel mobil sistemine geçilerek her ay ortaya çıkan enflasyon oranında artırılması konusunda iktidara sınıfsal bir basınç yaratması hayati önem taşımaktadır.
Sokakta Erdoğan rejimine karşı sınıfsal öfke de giderek büyüyor. Halkın büyük bölümü en temel gıda maddelerine ulaşımda bile zorluklarla karşı karşıya. Ramazan ayının gelişiyle hayat pahalılığı yoksul emekçi kesimlerin yüzüne daha acı bir şekilde çarpıyor. Ucuz ramazan pidesi ve et kuyrukları sosyal medyaya sıkça yansıyor. Bu tablo iktidara yönelik öfkeyi de büyütüyor. Tüm dünyanın aynı süreçten geçtiğini anlatmak durumu kurtarmaya yetmiyor.
"Tüm dünyada enflasyon var, bizde de…" pic.twitter.com/mkZHEkG3Oo
— Uğur Gürses ? (@ugurses) April 5, 2022
İktidarın zincir marketlere yönelik sürekli tehditkar söylemler yükseltmesinin temel gıdaya erişimde sorunu çözmek yerine algıyı yönetmeye yönelik hamleler olduğu fiyatların yerinde çakılı kalmasından, hatta artışını sürdürmesinden de anlaşılabiliyor. KDV indiriminin ise temel tüketim maddelerinde zaten uygulanması gereken bir politika olarak fiyatları aşağı çekme konusunda yeterli olmadığı çarşı pazar fiyatlarında görülebiliyor.
Türkiye’nin yaşadığı süreç elbette birçok ülkede farklı şekillerde tezahür ediyor. Geçtiğimiz günlerde Sri Lanka’da kitlelerin açlık ve yoksulluğa karşı isyanına tanık olmuştuk. Yanlış ekonomi politikaları, yönetici elitlerin karıştığı yolsuzluklar öfkeyi büyüterek emekçilerin çareyi sokak mücadelesinde aramalarına neden olmuştu. İsyanın sonucunda hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Daha önce de Kazakistan’da benzeri sebeplerle çıkan isyanı hatırlatmak gerekir. Kazakistan’da da Tokayev yönetimi halkın öfkesi karşısında kuyruğu ancak Rusya’nın müdahalesiyle ve yoğun bir şiddetle doğrultabilmişti. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin yarattığı domino etkisi, krizle boğuşan pek çok ülkede benzeri emekçi isyanlarını tetikleme potansiyelini güçlendirmektedir.
Türkiye’de peki öfke sokağa yansıma konusunda neden geriden geliyor? Elbette, Türkiye’nin kendine özgü siyasal koşullarının üzerinden atlamamak gerekiyor. Türkiye ne bir Kazakistan ne de bir Sri Lanka. İktidarın emekçilere yönelik bütün saldırılarına ve büyüyen öfkeye rağmen henüz bir toplumsal patlamayla karşı karşıya kalınmamış olması Türkiye’nin içinden geçtiği koşulların bir ürünüdür. Toplumsal kutuplaşma, eriyen iktidara karşı emekçi sınıfların sorunlarına çözüm getirebilecek bir alternatifin olgunlaşamaması, değişimin seçimler yoluyla kolay bir şekilde gerçekleşebileceğine dair burjuva muhalefet tarafından yaratılan rehavet, DİSK ve KESK gibi sendikaların hantallığı ve burjuva muhalefetin yarattığı rehavetin buralara da sirayet etmesi, sınıf eksenli radikal sol bir çıkışın henüz işçi sınıfının öncülerini kapsayacak derecede olgunlaşamaması… Daha pek çok etken sayılabilir.
Özellikle burjuva muhalefetin nasıl olsa sandıkta gidecekler rehavetine kapılmak ve mücadeleyi seçim hesaplarına sıkıştırmak büyük bir hata olacaktır. Örneğin Macaristan seçimlerinde Erdoğan’ın politik ikizi Victor Orban’ın, muhalefetin kendisine karşı birleşmesine ve bu nedenle muhalefete büyük şans verilmesine rağmen seçimlerden zaferle çıkmasından gereken dersler çıkarılmalıdır. Siyasette belirleyici olan matematiksel hesaplar değil, sokaktaki emekçi yığınların psikolojisi ve mücadele enerjisidir. Öfke birikiyor, fakat kolay bir değişim beklentisiyle hareketsiz kalındığı ölçüde iktidarın bu öfkeyi manipüle edebilme ve manevra imkanı da artmaktadır. İktidarı yoracak ve koltuktan indirecek birşey varsa o da emekçilerin sınıf mücadelesini yükselterek biriken öfkeyi harekete geçirmesidir.