Dün Düşman Bugün Dost: BAE İle Yakınlaşmanın Anlamı – Emre Güntekin

Dün Düşman Bugün Dost: BAE İle Yakınlaşmanın Anlamı – Emre Güntekin

Erdoğan rejiminin ekonominin uçuruma yuvarlanmasına engel olmak için attığı son adım milliyetçi-mukaddesatçı hamasetin karın doyurmayacağını bir kez daha gösteriyor. İktidar yıllardır Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çatışma sahalarında karşı karşıya geldiği ve bir dönem “şerefsiz bunlar” diyerek hedef aldığı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’ne kapıları sonuna kadar açarak krizi frenlemenin hesaplarını yapıyor.

Çarşamba günü gerçekleşecek ziyarette bir dizi anlaşma imzalanırken, öne çıkan başlık BAE’nin Türkiye’ye 10 milyar dolarlık yatırım yapacak olmasıydı. Ancak iki ülke arasındaki rekabetin ve çatışmanın geçmişini takip edenler bu yatırımın iktidarın dış politikasında bir dizi değişimi beraberinde getireceğini iyi bileceklerdir. 

İhvancılığın Sonu mu?

Değişim listesinin başına, BAE ve diğer Körfez rejimlerinin güçlü bir alerjiye sahip olduğu İhvan (Müslüman Kardeşler) konusunu eklemek gerekecek. Erdoğan için FETÖ ne ise BAE için İhvan aynı anlamı taşıyor ve bu konuda adım atılmadan BAE ile ilişkilerin bu noktaya gelmiş olması düşünülemezdi.

Erdoğan, bir süredir Ortadoğu’daki yalnızlaşmayı aşmak adına bir dizi adım atıyor. Bunlardan belki de en önemlisi Mısır’la temasların geliştirilmesiydi. Son dönemde dikkat edilecek olursa ne Erdoğan’dan ne de bir başka iktidar sözcüsünden meydanlarda Rabia şovu göremiyoruz. 

Dahası iktidar Mısırla ilişkileri ilerletirken Ocak ayında Mısır’da idam cezası alan İhvan üyesi Muhammed Abdulhafiz Hüseyin iade edilmiş; İhvan’ın ülke içerisindeki televizyon kanallarının Sisi karşıtı politik yayınlarına kısıtlama getirildiği, İstanbul’da bulunan lider kadrolarına Türkiye’yi terk etme çağrısı yapıldığı kamuoyuna yansımıştı. Bir bakıma ilişkilerin tekrar ısıtılmak istendiği BAE, Suudi Arabistan ve Mısır üçlüsü açısından en temel talebin dikkate alındığı gösteriliyor.

Oysa daha 2021 yılının başında AKP’nin ideologlarından Yasin Aktay ne yazıyordu: “Karşılıklı egemenliğe saygıdan bahseden Gargaş’ın bir cümle sonrasında Türkiye’yi hem İhvan’a destek olmakla suçlayıp hem de bu destekten vazgeçmeye çağırması, en hafif deyimle ne dediğini bilmediğini gösteriyor. Öyle özel bir kararı veya siyaseti yok, ama diyelim ki Türkiye İhvan’ı destekliyor, bundan sana ne? Türkiye her ne yapıyorsa kendi egemenlik hakkı çerçevesinde yapıyor. Esas BAE, kendi ülkesindeki bütün muhalifleri zaten tamamen tasfiye etmiş, darağaçlarında veya hapislerde ölüme terk etmiş durumda, yetmiyor başka ülkelerde İhvan olarak bilinen herkesi avlamaya girişmiş, bunu yaparken her çeşit insanlık suçu işlemekten geri durmuyor.

Kendisine başka ülkelerde olup biten her şeye müdahale etme hakkı gören BAE’nin bu hakkı nereden aldığını soruyoruz. Aslında bu işgüzar tutumu dolayısıyla Mısır’da yaşanan Rabia meydanı katliamından da şu anda hapiste bulunan 60 binin üzerindeki İhvan’ın maruz kaldıkları insan hakkı ihlallerinin hepsinin sorumluğunu da üstlenmiş oluyor.”

Aradan geçen birkaç ayda derenin altından çok sular aktığı görülüyor. 

İhvancılığın rafa kaldırılması açık belirtmek gerekirse Türkiye’nin on yıllık neo-Osmanlıcılık defterinin fiilen dürülmesidir. Zira iktidarı Suriye, Libya iç savaşlarına; Filistin meselesine ve Mübarek’in devrilmesinin ardından Mısır’daki geçiş dönemine müdahil olurken İhvan’ı adeta bir vekil olarak desteklemişti. Türkiye ile birlikte bir dönem Katar bu ilişki biçimi yüzünden bölgede tecrit edilmişlerdi.  

Türkiye-BAE Geriliminin Sac Ayakları: Libya ve Doğu Akdeniz

2010’lara kadar Ortadoğu siyasetinde çok öne çıkmayan BAE, özellikle Arap Baharı ile birlikte çatışma alanlarına daha etkili bir şekilde müdahil olmaya başladı. Tunus ve Mısır’da başlayan yangınların kendi rejimleri için oluşturacağı tehditleri çok hızlı bir şekilde kavrayan diğer Sünni Körfez rejimleri gibi BAE de öncelikle Mısır’da Sisi darbesine arka çıktı. Öte yandan İhvan’a Trablus’ta alan açan Serraç hükümetinin olası bir zaferini kendisi için tehdit gören Mısır ve BAE Libya İç Savaşı’nda Hafter güçlerinin en önemli destekçileri haline geldiler. BAE ve Mısır için ise Türkiye hem Mısır’da hem de Libya’da terörizmi fonlayan ülke konumuna itildi. 

Türkiye için özellikle Libya’daki savaşa müdahil olmanın perde arkasında iktidarın son bir kaç yıldır devreye soktuğu “Mavi Vatan” başlığı belirleyici bir rol oynuyordu. Doğu Akdeniz’de kalıcı olmanın yolu Trablus hükümetiyle imzalanan deniz yetki alanları paylaşımı anlaşması nedeniyle Serrac’ın iktidarda kalmasına bağlıydı. Uzunca bir süredir Libya ve Doğu Akdeniz ekseninde kurgulanan “Mavi Vatan” projesi de rafa kaldırılmış durumda. Mısır, BAE ve İsrail gibi rakiplerle başlayan temasların bir bedeli de iktidar için bu oldu. 

Kriz Neo-Osmanlıcılığı da Vurdu!

AKP için içerideki ekonomik ve siyasi krizle birlikte Ortadoğu ve Afrika coğrafyasındaki Neo-Osmanlıcı dış politikayı bir arada taşımanın maliyeti oldukça yüksek. Erdoğan şimdilerde iktidarda kalmanın yolunu petrol zengini sünni rejimleriyle ilişkileri iyi tutarak ülke içine sıcak para girişini sağlamakta arıyor. Nitekim artık çalınabilecek kapılar oldukça sınırlı.

Ülke içerisinde de krize karşı dış güçler savunması geçer akçe olarak görülüyor. Birçokları 26 Kasım’da görülen davada Osman Kavala’nın serbest bırakılması ihtimalini dile getiriyordu. Ancak görünen o ki iktidarın Batıyla suni gerilimler üreterek bu masalı köpürtme sevdası sürüyor. Bir yandan mevcut süreç bir ekonomik kurtuluş savaşı olarak tanımlanırken; düne kadar 15 Temmuz darbe girişimini desteklediği gerekçesiyle etmedik hakaret bırakılmayan Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed El Nahyan için saray kapılarında en üst düzey protokol karşılaması yapılıyor. 

İktidarın alamet-i farikası da bu. Dün küfrettiğini sonraki gün bağrına basmak. Yeterki çürümüş rejimin bedenine petro-dolarları aşılamaktan çekinmesin. Bu aşının yapılıp yapılmayacağını ise zaman gösterecek. Middle East Eye’a göre kimi BAE’li yatırımcılar TL’nin yaşadığı dalgalanmalar nedeniyle yatırım konusunda çekinceli yaklaştıklarını, yatırım yapmayı düşündükleri her şeyin giderek ucuzladığını dile getiriyor. Fakat, ucuzlayan Türk şirketlerine yönelik yatırımcı ilgisine dair somut örnekler de basına yansıyor. Son olarak Abu Dabi merkezli taşımacılık şirketi Aramex’in MNG Kargo’yu alma konusunda adım atacağı konuşuluyordu. Önümüzdeki dönemde benzeri örneklerin artması kaçınılmaz. İktidar tarafından bir zamanlar 15 Temmuz darbe girişimi için 3 milyar dolar harcadığı gerekçesiyle suçlanan ülke şimdi batan geminin mallarını almak için paraya acımayabilir. 

İki ülke arasındaki on yıllık bir rekabetin bir anda çözülemeyeceği aşikar. Erdoğan rejimi Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da elde ettiği mevzileri sonuna kadar korumak isteyecektir. Fakat karşılıklı atılan adımları daha sık görmemiz olası. Örneğin rejimin kirli çamaşırlarını ortaya seren Sedat Peker’in önce youtube videosu yayınlamasının, son olarak da tweet atmasının engellenmesinin Erdoğan’a bir mükafat olduğu açık. İlerleyen süreçte bu durum Peker’in iade edilmesine evrilir mi, bunu süreç gösterecek. 

Açık olarak konuşulabilecek olan mesele, Erdoğan rejiminin krizi frenlemek ve iktidara tutunmak adına elde kalan son seçenekleri sonuna kadar zorlayacağıdır. Gelecekte şirketleri haraç mezat satılan, işgücü maliyeti iyice dibe vurmuş, halkı yoksulluğa mahkum edilmiş bir Türkiye manzarasının dış güçlerin işi olduğunu anlatmak ise giderek zorlaşmaktadır. 

KATEGORİLER