Sendika ve Grev Haklarını Korumak İçin Güç Birliği Lazım – Engin Kara
Türkiye’de yasal olarak sendika kurma hakkı 1946-47 yıllarından bu yana (1) , anayasal grev hakkı ise 1961’den bu yana (2) mevcut. Sendikal haklar, bu süre içerisinde yasal düzlemde zaman zaman genişleyip zaman zaman daraldı. Ama gelinen noktada, yasal olarak pek çok sendikal hak ve özellikle grev hakkı sadece kâğıt üzerinde kalmış durumda. Elbette işçilerin fiili mücadeleleri bu sınırlamaları aşmaya muktedir örnekler yaratıyor ancak şu an için daha ötesine gitmeye ihtiyacımız olduğunu da unutmayalım.
12 Eylül Darbesi ve Sendika/Grev Hakları
Grev hakkı, anayasal ve yasal düzenlemelerde hâlâ mevcut. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından yasal grev hakkının kapsamı daraltılmış, koşullar oldukça zorlaştırılmıştı. Zaman içerisinde koşullarda yumuşamalar yaşasa da hâlâ yasal grev sürecinin bürokratik zorluklara bağlı kaldığını belirtelim.
Her ne kadar Anayasa ve Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda grev hakkı mevcut olsa da, kanun bu hakkın kullanılmasına ciddi sınırlamalar getiriyor. Kanuni grev, sadece toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşmazlık sağlanması durumunda yapılan grevler olarak tanımlanıyor, bunun dışındaki grevler kanun dışı sayılıyor. Bazı işkollarında grev yapılamayacağı yine yasa tarafından öngörülmüş durumda. Daha pek çok sınırlama sayılabilir. Sendikalaşma hakkı açısından örneğin %10 olarak belirlenen işkolu barajını hatırlatalım, ama yine çok sayıda sınırlayıcı, hatta sendikal örgütlenmeyi olanaksız kılan düzenlemelerin olduğunu söylemeyelim.
“Grev Erteleme” Adı Altında Grev Yasağı
12 Eylül’ün, patronların ve hükümetlerin işçi düşmanı ajandalarına sunduğu en önemli araçlardan biri, 1982 Anayasa’sında yeniden tanımlanan “grev erteleme” oldu. Adı “erteleme” olan bu uygulama, 61 Anayasası döneminde, grevin Bakanlar Kurulu tarafından 30 gün süreyle ertelenmesi ve bu sürede anlaşma sağlanamamışsa grevin yeniden başlamasını öngörüyordu. 12 Eylül Anayasası, erteleme süresini 60 güne çıkardı. Ama esas mesele bu değil. Can alıcı nokta, 60 günlük sürenin sonunda hâlâ anlaşma sağlanamamışsa sendikanın yasal olarak greve devam etme hakkı olmuyor. Anlaşmazlık, “Hükümet + işveren temsilcisi” çoğunluğuna sahip Yüksek Hakem Kurulu’na devroluyor.
Grev, işçi sınıfının üretimi ve dolayısıyla sömürülmesi yoluyla kapitaliste/patrona kazandırdığı kâr döngüsünü durdurmak yoluyla elini güçlendirmesine dayanan bir araç. Dolayısıyla grevin “ertelenmesi”, işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanmasını engelleyen bir uygulama. Bu yüzden adı erteleme olsa da gerçekte bu bir grev yasağı.
12 Eylül Sonrası, AKP Öncesi Grev Yasakları
80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarda gerek işçi sınıfının mücadeleleri neticesinde (örneğin kamu emekçilerinin sendikal haklarını kazanıp genişletmesi) gerek uluslararası demokratik makyaj eğilimleri neticesinde 12 Eylül’ün sendika ve grev haklarına getirdiği kısıtlamalar yumuşamış olsa da çoğu durumda Hükümetler, bu gelişmelerin kâğıt üzerinde kalması için ellerinden geleni yaptı. Ama bu konuda en atılgan davranın AKP-Erdoğan Hükümetleri olduğunu söyleyebiliriz.
1985-2002 arasındaki 18 yılda toplam 31 grev ertelemesi (yasaklanması) uygulanmış. AKP’li 18 yılda ertelenen (yasaklanan) grev sayısı ise 17. Turgut Özal (ANAP) 5 yılda 3 grev, Yıldırım Akbulut (ANAP) 2 yılda 8 grev yasaklamış. Süleyman Demirel (DYP-SHP koalisyonu) 2 yılda 3 grev, Tansu Çiller (DYP) 1 yılda 11 grev, Bülent Ecevit (DSP-ANAP-MHP koalisyonu) 3 yılda 6 grev yasaklamış.(3)
AKP – Erdoğan Dönemi Grev Yasakları
AKP’li yıllarda Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım ve tekrar Erdoğan yönetimlerinde yasaklanan toplam grev sayısı 17. Grev yasaklarının hepsinin gerekçesinde “milli güvenlik” yazıyor. Yasaklanan grevler Petlas, Paşabahçe, Pirelli-Goodyear-Bridgestone, Erdemir madenleri, Şişecam, Çayırhan ve Çöllolar kömür madenleri, MESS’e bağlı metal fabrikaları, Asil Çelik, EMİS’e bağlı metal fabrikaları, Akbank, Şişecam, Mefar ilaç, MESS, Soda Kromsan, İzban, Soda Sanayi. İşte AKP’li yıllarda milli güvenlik bahanesiyle yasaklanan grevlerin listesi.
Eğer tüm bu işyerlerinde grev uygulamanın milli güvenliği tehdit ettiği doğruysa, grev hakkının kendisinin milli güvenlik sorunu olduğu da pekâlâ söylenebilir! AKP-Erdoğan hükümetlerinin tutumu tam da buraya çıkıyor. Yalnızca şu ayrıntıyla: milli güvenlik dedikleri şey, “milli” ya da uluslararası fark etmeksizin sermayenin/kapitalizmin güvenliği!
Sendikalaşma Oranları Işığında Grev Hakkı
DİSK-AR’ın Nisan 2020 tarihli Covıd-19 Salgını Günlerinde Türkiye’de Sendikalaşmanın Durumu Araştırması’na göre resmi sendikalaşma oranı %13,8. Sigortasız (kayıt dışı) çalışanlar hesaplamaya dâhil edildiğinde bu oran %12,1’e düşüyor. Toplu iş sözleşmeli sendikalaşma oranı ise sadece %7,8; bu oran sadece özel sektör dikkate alındığında %5,8’e düşüyor.
Toplu sözleşmeden yaralanabilenler bu kadar düşükken (neredeyse her 20 işçiden 19’u yararlanamıyor!), enerji gibi kalıcı grev yasağının olduğu sektörler dikkate alınınca, “kanuni grev” yapma hakkının zaten bir avuç işçi tarafından kullanılabilir olduğunu görüyoruz. Bir de “erteleme” kod isimli yasaklar devreye girince, ülke genelinde “kanuni grev” hakkı fiilen yok edilmiş oluyor.
Sendika/Grev Haklarına Yönelik Saldırıların Amacı
AKP-Erdoğan Hükümetleri, sadece sendika ve grev haklarına değil işçi sınıfının ekonomik koşullarına ve sosyal haklarına yönelik en ağır saldırıların da faili durumunda. Onlarca şey sayabiliriz ama en yakın zamanlı saldırıları hatırlatmakla yetinelim. Pandemi döneminde Erdoğan kabinesi, patronların salgın nedeniyle diken bürüyen gül bahçelerini temizlemekle uğraşırken, işçileri daha da berbat koşullara mahkûm etti. En kritik mesele, ücretsiz izin uygulamasının yasallaştırılması oldu. Böylece patronlar işçileri işten atamasalar da keyfi bir şekilde ücretsiz izne gönderebilecek bir yasal zemine kavuştu. Bu durumu daha önce “yasa kıyafeti giymiş patron hayaleti”(4) diye yorumlamıştık. Ücretsiz iznin patron-işçi mücadelesinde ne gibi anlamlar ifade ettiği, daha bugünlerde Kocaeli – Dilovası’nda Birleşik Metal-İş Sendikası’nın örgütlendiği Systemair HSK patronunun sendikaya üye olan işçileri ücretsiz izne çıkarmasıyla görüyoruz.
Ama Erdoğan’ın ajandasında çok daha büyük bir saldırı var. Kıdem tazminatının gasp edilmesi. Türkiye kapitalizminin ve burjuva devletinin yarım asırdan fazla süredir hedefindeki bu saldırı, Erdoğan’ın kariyer planlarından birini oluşturuyor. Ama yine de bu saldırıyı açıktan ve doğrudan devreye sokmaya çekiniyorlar. Çünkü kıdem tazminatı, işçilerin büyük çoğunluğu için tek iş güvencesi durumunda ve kolay kolay yedirilmeyecek bir hak. Zaten bu yüzden Ekim ayında meclise getirdikleri tasarıda, 25 yaş altı ve 55 yaş üstü işçilerin belirli süreli iş sözleşmesiyle çalıştırılmasının önünü açarak kıdem tazminatını kademeli bir şekilde yok etmeye dönük bir yönelime girdiler.
Şimdi düşünelim. “Kıdem tazminatını yok ediyorum” dediğinizde, örgütlü işçi sınıfı kitlelerini ve örgütsüz yığınları isyan etmekten alıkoyacak ne var? Hiçbir şey. İşte örgütlü güçlerin hareket kapasitesini sıfıra indirme çabasının altında yatan sebep budur: Sadece kıdem tazminatı değil, işçi sınıfına yönelik her türlü saldırının önündeki olası engellemeleri temizlemek.
Yasalar, toplumsal ilişkileri belirlemiyor maalesef. Öyle olsaydı, pek çok şey onlar için çok kolaylaşırdı. Sendika/grev haklarının yasal olarak daraltılması, hatta diyelim toptan ortadan kaldırılması, işçi sınıfının fiili mücadelelerinin önünde mutlak bir engele dönüşemez. Sınıf mücadelesinin kurallarını yasalar değil, güç ilişkileri belirler. Kitleselleşen bir işçi sınıfı hareketi, her türlü yasağı söker atar. Sınıf hareketindeki kitleselleşmenin kum saati misali birikmediğini, sıçramalarla herkesi şaşırtacak atılımlar yapabildiğini de unutmayalım. Bu yüzden, bütün planlarının yolunda gitmesi mümkün olmayabilir.
Sendika/Grev Haklarını Kazandığımız Gibi Korumak Gerekecek
1961 Anayasası kâğıt üzerinde grev hakkını tanıyan ilk yasal belge oldu. Ancak Anayasa’daki hükme rağmen grev ve sendika hakkının kullanılmasına yönelik yasalar bir türlü çıkarılmadı. Sabrı tükenen işçiler masaya yumruğunu indirdi! İstanbul’daki sendikalar grev hakkı için kampanya ve eylemler başlattı. 1961 yılının son gününde binlerce işçi Saraçhane Mitingi’nde buluştu. Bu tarihten itibaren de aynı gündemli eylem ve faaliyetler devam ederken, masaya son yumruğu Kavel kablo işçileri indirdi. Henüz grev yasası çıkmadan greve başlayan Kavel işçileri hem grev hakkının kazanılmasında etkili oldu hem de dönemin iktidarını yasaya Kavel işçileri için özel madde ekletecek kadar sıkıştırdı. Neticede iktidar, çıkardığı yasalarla işçi sınıfının grev hakkını fiilen tanımak zorunda kaldı.
Şimdi grev hakkı saldırı altında. Sendikal örgütlenmenin önüne yasal ve fiili sayısız engel çıkartılıyor. İşçi hakları alabildiğine tırpanlanıyor. Fakat oturup ağlanacak zaman değil!
Grev hakkını nasıl kazandıysak öyle korumak gerekiyor. Bunun için mevcut örgütlü güçlere sendika ve grev haklarını savunmak üzere güç birliği kurmak ve mücadeleye hazırlanmak düşüyor. Bu mücadelenin kıdem tazminatını savunma mücadelesiyle kesişeceğine şüphe yok.
***
1: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İşçi, Grev ve Sendika Yasaları (II)
2: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e İşçi, Grev ve Sendika Yasaları (III)
3: Grev Ertelemenin 30 Yılı – Aziz Çelik