Tekstil İş Yerinde Patlama ve Bir Göçmen İşçinin Ölümü Üzerine – Tekstil İşçileri Güçbirliği
İstanbul Bahçelievler’de dün bir binanın bodrum katında faaliyet gösteren tekstil atölyesinde yaşanan patlamada bir mülteci işçi hayatını kaybederken, 10 işçi ise yaralandı. Patlamanın gaz sıkışması sonucu meydana geldiği açıklandı.
Türkiye iş kazalarında dünyada zirveyi zorlayan ülkelerden birisi. Geçtiğimiz yıl İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre Türkiye’de 2019 yılında 1.736 işçi iş kazalarında yaşamını yitirdi. Bu sadece tespit edilebilenler. Gerçek rakam bunun çok çok üzerinde.
Yaşamını yitirenler içerisinde 112 göçmen işçinin bulunması da dikkat çekici. Göçmen işçilerin kaçak bir şekilde yoğun olarak çalıştırıldığı tekstil sektöründe yaşanan bu olay akılara özelikle ekonomik kriz dönemlerinde hedef haline getirilen göçmen işçilerin ne kadar kötü şartlara mahkum edildiğini bir kez daha gösteriyor. Her yıl binlerce göçmen, daha iyi bir yaşam umuduyla kaçak yollardan geldiği Türkiye’de sömürü cehenneminin ortasında buluyor kendini. Özelikle İstanbul’u tercih eden göçmenlerin ilk adresi genellikle güvencesiz ve kayıt dışı çalışmanın en yoğun olduğu tekstil sektörü oluyor. Merdiven altı diye tabir edilen küçük atölyelerde düşük ücretlerde ve güvencesiz bir şekilde çalıştırılan mülteciler iki kat sömürüye maruz bırakılıyor. Sendikalaşmanın düşük olduğu sektörde, emekçiler iş kazaları ve hak gasplarına yoğun bir şekilde maruz kalıyor. Peki tekstil sektöründeki bu durumun suçlusu kim? Göçmenler mi?
Tekstil Sektörünü Biraz Yakından Tanıyalım
Yoğun olarak İstanbul’da üretim faaliyeti gösteren tekstil endüstrisi sendikalaşmanın en az olduğu iş kollarından biri. Bu durum hak gasplarının sendikalaşma oranlarının daha yüksek olduğu diğer sektörlere göre daha yoğun yaşanmasına neden oluyor. Sektöre yakından bakacak olursak genel itibariyle çalışma koşullarını ve sorunlarını şu şekilde özetleyebiliriz: Genel olarak sabah 08.00’de başlayan yorucu çalışma maratonu akşam saat 19.30 sona erer. (Tabi yetiştirilecek bir iş yoksa, aksi bir durumda çoğu kez sabaha kadar çalışma devam eder.)
Yoğun toz ve makine gürültüsü içinde günde ortalama 10 ile 12 saat arasında değişen çalışma saatleri ile tekstil işçileri sosyal hayattan kopuk; ev ve iş arasında süregiden tekdüze bir cehennem hayatı içinde yaşıyor. Sektörde çalışan işçilerin önemli bir kısmı sigortasız çalışanlardan oluşuyor. Zira işçiler SGK’ya verilecek primin kendisine verilmesini istiyor. Nedeni ise çok açık; aldığı maaş geçinmesine yetmiyor. Sigortalı çalışan işçilerin ise diğer sektörlerde olduğu gibi % 99’unun SGK primleri asgari ücret üzerinden yatırılıyor. Yani emekli olma diye bir şey söz konusu değil; keza emekli olsa bile alacağı emekli maaşı kirasını dahi ödemeye yetmeyecek.
Güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu sektörde, işçilerin diğer önemli bir sorunu yılık izin haklarından mahrum bırakılıyor olması veya izin tarihlerinin patronun inisiyatifinde olması. Çalışanların önemli bir kısmının muhafazakar kesimden geldiği sektörde resmi tatil olan Ramazan ve Kurban Bayramı gibi dini bayramlarda işveren çalışılmayan gün sayısı kadar mesaiyi bayram tatili sonrası hafta sonlarına fazla mesai koyarak işçilerin hakkı olan resmi tatillerini gasp edebiliyor. İşçiler bu durumdan rahatsız elbette; ama örgütsüzlüğün yaygın olduğu sektörde işçiler bu hak gaspları karşısında hukuki haklarını aramaktan çekiniyorlar.
Bütün Bu Hak Gasplarının Günah Keçisi Mülteciler Mi?
Tekstil sektöründe yaşanan bu hak gasplarına mülteci işçilerin sebep olduğu görüşünün işçiler arasında yaygın olduğu bir gerçek. Bu durum en çok patronların işine yarıyor kuşkusuz. Bütün bu sorunların suçlusu olarak mülteci işçileri öne süren patronlar, işin içinden kolayca sıyrılmış oluyorlar. Oysa baktığımızda mülteci işçiler en düşük ücretle, en ağır işlerde ve en uzun sürelerde çalışarak cehennemin en kötüsünü yaşıyor. Dolayısıyla mülteci işçiler bu sorunların günah keçisi değil, en çok mağduru durumunda. Kaldı ki bugün bütün mülteci işçiler sınır dışı edilse bile sömürü düzeninde hiçbir şey değişmeyecek; yine düşük ücretler, yine uzun çalışma saatleri ve yine güvencesiz çalışma devam edecek. Çünkü patronlar bu koşullarının sürmesi için her zaman başka günah keçileri bulacaktır. Dolaysıyla işçinin bu duruma sınıfsal bir perspektifle bakması gerekmektedir. Göçmen veya yerli işçi fark etmez bu sömürü düzeni içinde Kazım Koyuncu’nun dediği gibi “ezildikten sonra hepimiz aynı şarabız”. Dolaysıyla bu noktada işçilerin bu sömürü düzeninin asıl suçlusu olan patronlara karşı sınıfsal bir mücadeleyi sen, ben, o demeden kardeşçe hep birlikte yükseltmesi gerekmektedir.
Çözüm Reçetesi: Örgütlenmek
Sömürü düzenini sürdürmek adına işçileri kimlikler üzerinden parçalayan politikalar yürüten burjuvaziye karşı verilecek en güzel cevap örgütlü bir güç olarak işçilerin sınıfsal mücadeleyi büyütmesidir. Zira dünyanın her yerinde işçiler aynı sömürü koşulları içinde yaşam savaşı veriyor. Marksizmin kurucularının Komünist Manifesto’da dediği gibi “İşçilerin vatanı yoktur.”. Dolayısıyla patronların bütün bu sömürü ve hak gasplarının sorumlusu olarak göçmen işçileri öne sürme tuzağına düşmeden asıl düşmana karşı ortak mücadeleyi hep beraber büyütmeliyiz.