Sağcıların Nazım Sevdası- Ali İhsan İbkal

Sağcıların Nazım Sevdası- Ali İhsan İbkal

Komünist şair Nazım Hikmet’in ölümünün 57. yıl dönümü bu sene de kendisinden nemalanarak muhalif kamuoyuna şirin gözükmeye çalışan sağ siyasetçilerin renkli görüntülerine sahne oldu. Türkiye’nin siyasiler almanağında dünden bugüne çeşitli gündemlere cevaben Nazım’dan çeşitli şekillerde faydalanmaya çalışmış politikacıların vesikalıklarını bulabilirsiniz. Bunlar genellikle Nazım Hikmet’in şiirlerinin komünist içeriğinden arındırılarak geriye “Bu memleket bizim”, “Çocuklar öldürülmesin / şeker de yiyebilsinler” gibi cümlelerin kaldığı ve bu yanıyla yine Nazım’ın sadece sevgiliye yazılan romantik cümlelerinin cımbızlandığı “özlü söz” sevdalısı tumblr sayfaları gibiler. Bu sene (belki AKP iktidarındaki çatırdamaların hissedilmesiyle artan sağ muhalif partilerin sayısının etkisi belki de bugüne kadar hayatını kaybetmiş herkesi anmaya yemin içmiş Ekrem İmamoğlu’nun yarışı başka bir boyuta çıkarmasıyla) sağ cenahtan yapılan artan sayıdaki Nazım anmalarında en öne çıkan üç isim Meral Akşener, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan oldu.

Listemizin ilk sırasındaki Meral Akşener, geleneği bozmuyor ve Ekim 1994’te MHP’nin 4. Olağan Kurultayı’nda Alparslan Türkeş tarafından okunan “Davet” şiirini okuduğu bir paylaşım yapıyor. Türkeş’e bu şiiri neden okuduğu sorulduğunda “Bölücüler azıttı. Milli blok oluşturmalıyız. Bu blokta solcular, Nâzım’ı da sevenler bulunmalı. Onlara bir zeytin dalı uzattım. Beraber olmalıyız mesajı verdim” cevabını vermişti. Akşener de 5 Haziran’da Fox TV’de katıldığı İsmail Küçükkaya’nın Çalar Saat programında neden bu şiir sorusunda “Ben Necip Fazıl’dan Mehmet Akif Ersoy’dan da şiirler okudum. Siyasi fikirlerini bir kenara koyduğunuz zaman Nazım Hikmet de bizim. Sovyetler zamanında Azerbaycanlı şairlerin arkasında duran bir insanmış” cevabını veriyor. Nazım’ın SSCB zamanında Azerbaycanlı şairlerin arkasında durmasının arkasındaki saikler bu yazının konusu değil belki ama Merak Akşener’in aklındaki şeyden oldukça farklıdır. Zaten Akşener’in derdi de tıpkı Türkeş gibi kendince “Milli Sol(!)” a bir zeytin dalı fırlatmak ya da kısaca kendini sevimli göstermektir. 90’larda faili meçhuller döneminin İçişleri Bakanı olarak tanıdığımız Akşener için oldukça meşakatli bir çaba. Kaldı ki Nazım’ın siyasi fikirlerini bir kenara koymak ön kabulü de nohut kullanmadan nohut yemeği yapmaya çalışmak kadar absürt bir durum. Aynı şiir zamanında Tayyip Erdoğan tarafından da okunmuş ama kafa karıştırmamak için bu cehennem, bu cennet bizim” satırındaki ‘cehennem’ kelimesi sansürlenmişti. Boşa değil sağ siyasetçiler Nazım’ın şiirleri arasında dönüp dolaşıp yine kendilerine pek sevimli gelen “Bu memleket bizim” dizesinin üzerinde duruyorlar. Ama bir Marksist olan Nazım kendilerini bu satırları okurken görse oradaki biz”in onlar olmadığını, bu memleketin de bu dünyanın da gerçek sahibinin onu her gün yeniden üreten emekçi sınıflar olduğunu tereddütsüz söylerdi.

Bir diğer isim Ahmet Davutoğlu da anma kervanına “Ben yanmasam / Sen yanmasan / Biz yanmasak / Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” satırları ile katılıyor. Ortadoğu yangın yeriyken ateşi harlamaya elinde benzin bidonuyla koşan politikalarıyla tanınan Davutoğlu’nun böyle yanmalı yakmalı satırları seçmesinde şaşılacak bir şey yok. Kendisine sormak lazım; başbakanlığı döneminde halkı “beyaz toros”larla tehdit ederek mi karanlıkları aydınlığa çıkarmış yoksa Kürt coğrafyasında yürüttükleri kanlı operasyonlarla mı? Bu sözde aydınlık şovalyesinin sicilindeki hangi bedeller Ortadoğu coğrafyasındaki halklara bir nebze rahat nefes aldırmış? Yoksa “ben yanmasam”dan tek kastı Ortadoğu politikaları duvara toslayınca AKP tarafından usulüyle kapıya konması mı? İktidarla ters düşüp de muhalefet şovuna girişenlere Ortadoğulu emekçilerin vereceği cevap yine Nazım’ın başka bir şiirinde: “Kore’de Ölen Bir Yedek Subayımızın Menderes’e Söyledikleri”nde mevcut. Ve günü geldiğinde emekçiler bir olup kendisine gereken cevabı bu şiirden bulacaktır. “Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, / iki gözünüzle bakarsınız, (…)”

Listemizdeki son isim bir zamanların ekonomi bakanı Ali Babacan. Kendisi de Nazım Hikmet’in olduğu söylenen pek duyulmamış “İnsan; denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmalı.” cümlesi ile anmalara katıldı. Davutoğlu gibi Babacan’ınki de ilginç bir tercih. Kendisi “denizin olmadığı” hangi yerde “umut adına martı” olmuş meçhul. Biz kendisini AKP neoliberal politikalarını azgınca uygulayarak emekçilerin sırtına her gün yeni bir yük vururken gıkını çıkarmamış birisi olarak biliyoruz. Gıkını çıkarmak bir yana, geçmişte emekçilerden tepkiler hatta direnişlerle de karşılanmış özelleştirmeler, kiralık işçilik, BES (Bireysel Emeklilik Sistemi) gibi uygulamaların da hararetli bir savunucusuydu. Ama Davutoğlu gibi Babacan için de aradan yıllar geçti, AKP iktidarının sallantıda olabileceği gözüktü ve şimdi girilen muhalefet sularında şov yapma zamanı. Şu kadarını söyleyebiliriz, sosyalist solun emekçilere henüz güçlü bir alternatif sunamadığı şu ortamda kimi cenahlar tarafından ılımlı imajıyla pazarlanan Babacan’ın yapabileceği tek şey “denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmak” değil, olsa olsa koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi denmek” olabilir.

Çiçeği burnunda sağ muhalefet liderleri Nazım Hikmet’i siyasi kişiliğinden azade anmaya çalışadursun, CHP de bu partilerin seçimde çekeceğini düşündüğü 1-2 puanlarla AKP’yi sandıkta devirmeyi planlıyor. Kimi sol kurumlar da malesef CHP’nin matematik formüllerinin peşinde bu taze sağ partileri cilalamaya başladı. Bu tarz formülasyonların geçmişteki başarısı zaten tartışmaya açık ama ortaya konması gereken soru şu: geçmisi faili meçhullerle, kana bulanan Ortadoğu coğrafyasıyla ve emekçilerin günbegün yoksullaştırılması ile anılanlarla kurulacak bu yeni blok zaten AKP’den bildiğimiz uygulamaların yerine emekçiler için ne vaatte bulunabilecek? Bu vaatlerin hala kazanılması gereken AKP’li emekçiler nezdinde bir inandırıcılığı olacak mı?

KATEGORİLER
ETİKETLER