AKP'nin Ermeni Soykırımıyla İmtihanı – Emre Güntekin
21 Mayıs, 2014
Bir asrı devirmesine bir yıl kalan Ermeni Soykırımı devletin resmi dilinde bir tabu olarak yerini korumaya devam ediyor. Aklınıza hemen Erdoğan’ın geçtiğimiz ay içerisinde Ermeni Soykırımı konusunda söyledikleri gelecektir ve bu söylemler devletin dilinde bir değişim olup olmadığı konusunda daha uzun süre tartışma yaratacaktır.
Erdoğan 23 Nisan’da yaptığı açıklamada“Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.” sözleriyle son dönemde kendisinden beklenmeyen bir çıkışa imza attı. Elbette söz konusu bu tarz meselelere yaklaşımında her zaman siyasal çıkarları doğrultusunda hareket etmekten çekinmeyen Erdoğan olunca insan ister istemez “bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü?” sözlerini aklına getiriyor. AKP’nin on iki yılı Ermeni Soykırımı’na ve halen süregiden soruna yönelik tavırda da ciddi zikzaklar içeriyor. Bu on iki yıllık süreçte Kürt Sorunu, Kıbrıs Sorunu gibi konularda olduğu gibi Ermeni Sorunu konusunda da mehteran yürüyüşü devam ediyor.
AKP’nin Ermeni Soykırımıyla İmtihanı
AKP iktidara geldiği günden beri Türkiye’nin 90 yıllık geçmişinde artık kangren haline gelmiş konularına karşı uyguladığı politikalar temel motivasyon kaynaklarından birisi oldu. Her türden liberalin AKP’nin kuyruğuna takılmasına eski vesayete karşı “Don Kişot”vari savaşı önemli bir etken oldu. Ancak bu hiçbir zaman gerçek ve kararlı bir savaş olmadı. Bir yandan geçmişin kirli devlet mekanizmasının ifşa olmuş katilleri, AKP’nin yeni düzeniyle uyum sorunu yaşayan sivil ve askeri unsurlar ıskartaya çıkarılırken; yerlerini AKP’nin benzerleri aldı. Resmi ideoloji ve resmi tarihle hesaplaşmada işte bu yönüyle değerlendirilmelidir. Örneğin Dersim konusunda Tayyip Erdoğan’ın yarım ağız özrünü hatırlarız. Bu Kürtlere ve Alevilere bir zeytin dalı olarak parlatılmaya çalışılsa da, sonrasında Kürt halkına ve Alevilere yönelik uygulanan baskı ve inkâr politikası bu “özür” girişimini anlamsız kılmıştı. Şimdi yeni bir örneği Ermeni sorunu özelinde karşımızda duruyor. Üstelik ortada Ermenilerden dilenmiş yarım ağız da olsa bir özür bulunmuyor.
Öte yandan AKP’nin geçmişteki söylemlerine bakıldığında kadroların Erdoğan’da dâhil olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık söyleminden en ufak bir şikâyetinin bulunmadığı gözlemlenebilir.
2005 yılında Türkiye tarihinde neredeyse ilk denebilecek bir girişim gerçekleştirilmiş ve “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlığıyla resmi tarihin Ermeni Soykırımı çarpıtmalarına karşı bir konferans düzenlenmişti. İsmet Berkan, Fehmi Koru ve Oral Çalışlar gibi AKP’ye yakın gazetecilerin bile katılacağı bir konferansın başına gelmeyen kalmamıştı. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek konferansı “Bu tarihi yanlışı, milletimize karşı yapılan soykırım iftirasını bertaraf adına, hem bu çatı altında müzakere yapıp bir karar alındı, hem de bunun gereği olarak şu an teker teker bütün ülkelerde çok yönlü bir çaba gösteriliyor. ‘Bu yalandır, bu doğru değildir, gerçeklerin saptırılmasıdır’ diye… Şimdi milletçe, devletçe böyle bir yoğun çaba içindeyken bu çabaları arkadan hançerlemek ne anlama geliyor? Şimdi siz, o zaman falanca ülkenin parlamenterlerini nasıl ikna edeceksiniz? Bunlar pekâlâ diyecek ki ”Siz, bizi ikna etmeyin, gidin Boğaziçi Üniversitesi’nde, boğaz’a bakarak bu yalanları söyleyenleri ikna edin”. Dolayısıyla bu, Türk milletini arkadan hançerlemektir. Bunu açık olarak söyleyebilirim.”sözleriyle açıktan hedef göstermişti. Aynı Çiçek, 2009 yerel seçimlerinde DTP’nin Iğdır’ı almasıyla “Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar.” diyerek devletin tarihsel düşmanlarının yan yana gelmesinden duyduğu korkuyu özetlemişti.
Dönemin meşhur simalarından ve Ergenekon operasyonlarında tutuklanan avukat Kemal Kerinçsiz konferans için açtığı davanın gerekçesinde “Ermeni iddialarının bir devlet üniversitesinden tanınmasına karşıyız. Bir düğün salonunda istediklerini tartışsınlar. Devlet üniversitelerini bu işe alet etmesinler.”sözleriyle eski ve yeni Türkiye’nin bir cismin aynadaki yansıması kadar farklılık arz edebileceğini gösteriyordu.Benzeri bir şekilde konferans konusunda AKP milletvekili Kemal Toprak “Tüm vatanseverleri yarın Boğaziçi Üniversitesi’nin önüne çağırıyoruz” diyerek devletin linç kültürüne açık bir çağrıda bulunmuştu.
Ama bunlar Erdoğan’ı bağlar mı diyenler için şöyle bir örnek de aktarabiliriz: 12 Haziran 2011 seçimlerinden iki gün önce katıldığı bir televizyon programında Erdoğan “Bizim için de neler yazdılar! Ne Yahudiliğimiz ne Ermeniliğimiz ne af edersiniz Rumluğumuz kaldı.” Erdoğan’ın içine 301. Maddenin kaçtığının bir göstergesi gibi.
Ne diyordu bu 1930’lardan kalma ırkçı bakış açısının bir yansıması olan bu yasa maddesi: “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” İktidarın ilk döneminde bu yasa maddesi oldukça tartışma yaratmış ve kamuoyunda kaldırılması yönünde ciddi bir talep yükselmişti. Aynı dönem Erdoğan’ın tavrı nasıl olsa bu maddeden açılan davalar Yargıtay’dan, Danıştay’dan, AİHM’den dönüyor kenarda dursun olmuştu. Ancak aynı yasa Baskın Oran, Hrant Dink, Orham Pamuk gibi isimlerin faşist linç güruhlarının önüne atılmasında bir araç işlevini kazanmış ve Veli Küçük gibi derin devlet artıkları bu davaların müşteki safında sıkça yer almıştı. Sonrasını biliyoruz: Belki davalardan Erdoğan’ın dediği gibi bir ceza çıkmadı ama 301. maddenin başaramadığını sokakta derin devletle faşist çetelerin işbirliği başarmıştı.
2011 yılında Heykeltraş Mehmet Aksoy’un Kars’ta Ermeni Soykırımı’na ithafen yaptırdığı İnsanlık Anıtı için Erdoğan’ın o dünya literatürüne kazandırdığı açıklamaları da hatırlamak gerek: “Hasan Harakani’nin türbesinin yanına bir ucube koymuşlar, garip bir şey dikmişler. Oradaki tüm vakıf eserlerinin, o sanatkârane eserlerin olduğu yerde böyle bir şey olması düşünülemez. Konuyla ilgili olarak belediye başkanımız görevini süratle yerine getirecektir. Bunu süratle bekliyoruz. İnşallah ilk gelişimizde bunu da göreceğiz. O bölgeyi de gayet güzel bir park haline belediye getirecektir.”Erdoğan’ın bu tavrı ortaya koymasında devletin kirli geçmişinde yatan Ermeni Soykırımı’na yönelik öfkenin olduğu kaçınılmaz.
Bir Samimiyet Testi Olarak Hrant Dink Suikasti
AKP’nin Ermeni Sorunu konusunda ne kadar samimi olduğu Hrant Dink suikastına bakılarak anlaşılabilir. Suikast AKP’nin kontrolündeki emniyet ve istihbaratın gözleri önünde gerçekleşirken, katillerin AKP adaletiyle nasıl el üstünde tutulduğunu canlı gözlerle gördük. Daha ne olsun AKP’nin içişleri bakanı yaptığı bir insan makam odasında iki MİT’çinin Hrant Dink’i tehdit etmesine aracı olmuştu. Suikastin örgütlenmesinde rolü bulunan dönemin Trabzon Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdürü Ramazan Akyürek AKP iktidarı döneminde kariyer basamaklarını hızlıca yükselmiş, ancak AKP’nin cemaatle arasının bozulmasının ardından ıskartaya çıkarılmıştı.
Hrant Dink suikasti 1915’te soykırımla başlayan süreçte bu topraklarda başlayan Türkleştirme projesinin son halkası oldu. Diğer taraftan bugüne kadar AKP’nin bu projeyle çelişkiye düşecek bir adımı olmadı. Aksine Erdoğan’ın meydanlardaki en büyük zevklerinden biri Türkçü-İslamcı tabanını “Tek bayrak-tek din-tek devlet” sloganıyla coşturmak oldu.
AKP Ermeni Sorunu’nda Neyi Amaçlıyor?
Bu geçmiş Erdoğan’ın taziyesinin arkasında farklı niyetler aramayı zorunlu kılıyor. Erdoğan bugüne kadar arkasında siyasal bir çıkar gözetmediği hiçbir adımı bile isteye atmadığı gibi, bu durum on iki yıllık pratikle kanıtlanmış görünüyor.
Öncelikle ortada gerçek bir özrün, geçmişin bir özeleştirisinin bulunduğu düşüncesini kesinlikle bir kenara atmak gerekiyor. AKP iktidarının Ermeni Soykırımı konusunda gerçek bir hesaplaşma yerine meseleyi hem diplomatik hamlelerle hem de muğlak bir tarihsel araştırma çerçevesinde ele alarak sulandıracağı açıktır. Ermeni Soykırımı elbette tarihçilerinde mutlaka üzerinde durması gereken bir alan; ancak soykırımın gerçekleşmesinde bu toprakları mermerleştirmeye çalışan ve hala da gölgesini bu toprakların üzerinde bulunduran bir devlet anlayışından kaynaklandığı unutulmamalıdır. Bu durum katliamcı, inkârcı, asimilasyoncu devlet anlayışıyla kesin bir hesaplaşmayı gerekli kılmaktadır.
Bu konuda Birikim Dergisi’nde meselenin salt tarihsel bir olay araştırması çerçevesinde ele alınmasına yönelik Ali Murat İrat tarafından yapılan şu eleştiri dikkat alınabilir: “Şimdilerde bir başka moda söylem ise gelinen noktada sorunu yalnızca tarihçilerin çözebileceği üzerine yoğunlaşıyor. Son birkaç yıldır konuyla ilgili olarak neredeyse önü alınamaz bir tarihçi fetişizmi yaşanmaktadır. Tarihin objektif anlatılar alanı olduğu zannından kaynaklanıyor bu görüş ama tarihçilerin ve tarihin kendisinin ideolojik bakıştan hiçbir şekilde bağımsızlaşamayacağı göz önüne alındığında eksikleşiyor. Ulus-devlet modellerinin kurulması ve pekiştirilmesi için tarihin ne kadar maniple edildiği ve tarihsel bloğu kim inşa ettiyse tarihin onun ideolojisi tarafından şekillendiği o kadar açık ki. İdeoloji ve baskın söylemden kaçabilen tarih yazımı var mıdır? Dolayısıyla çözüm, öncelikle bu salt tarihçi fetişizmden biran önce kurtulmaktan ve sözü olan herkesin ufakta olsa bir kardeşlik mesajıyla bitecek olan sözünü söylemesi için gerekli ortamın sağlanmasından geçiyor.” (Ali Murat İrat, Tarihçi Fetişizmi ve Ermeni Meselesi, Birikim Dergisi, 14.11.2006)
Bu satırların üzerinden geçen sekiz yılda Türkiye’nin geldiği demokratikleşme ve özgürlükler düzeyinin kardeşlik mesajlarıyla dolu bir Ermeni Soykırımı araştırması ortaya koyabilecek durumdan iyice uzaklaştığı unutulmamalıdır. Bu politika meselenin etrafında top çevirmek olacaktır.
Peki, gerçekte ortada fol yok yumurta yokken bu açıklama neden yapıldı?
Bülent Arınç’ın Meclis bütçe görüşmelerindeki konuşmasında bahsettiği şu durum geleceğe dair bir referans oluşturabilir: “2015, bir taraftan Çanakkale’nin 100. yılı, bir taraftan da sözde Ermeni soykırım iddialarının 100. yılı. Bu konuda ciddi çalışmalarımız var. Burada sempozyumlar, konferanslar, paneller, kitap neşri ve belgeseller üzerinde çalışmalar var; ancak biz başka alanlarda da, yani bütün dünya ülkelerini kamu diplomasisi açısından etkileyebilecek çok özel çalışmalar da yapıyoruz. Resmi kurumlarımızın bu çalışmaları elbette herkesin bildiği, katılabileceği ancak bunlara ilaveten başka hazırlıklarımızın da olduğunu, Başbakanlıkta bir kurumun sadece bu işle ilgilendiğini de söyleyebilirim”
Seneye Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı ve Ermeni Soykırımı konusunda dünya genelinde bir hareketlenmenin olacağı ve meselenin Ermeniler tarafından özel olarak ele alınması bekleniyor. Türkiye’deki egemen sınıflar ise önümüzdeki seneyi mümkün olduğunca hasarsız bir şekilde atlatmanın planlarını oluşturuyor. Ermeni Sorunu Erdoğan’ın aday olması halinde cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasında da kendisine yer bulacaktır ve uluslararası alanda dağılan imajını toparlamanın bir aracına dönüşecektir.
Benzeri hamleler geçmişte de gerçekleşmişti. AKP Ermeni Sorunu konusunda bir adım atma gereği hissediyorsa bilin ki 24 Nisan yaklaşmıştır ve imajı toparlama zorunluluğu kendisini dayatmıştır. Obama’nın her 24 Nisan konuşması öncesinde yaşanan telaşla o havuç ortaya atılacaktır. Erdoğan’dan bu taziyeyi 23 Nisan’da dinleyebilirsiniz, ama bilin ki aynı Erdoğan 25 Nisan’da “afedersiniz” Ermeni kelimesiyle bütün ilişkisini bitirmiştir.
Ermeni Soykırımı’yla Elbet Yüzleşilecektir!
Bu topraklarda geçmişte yaşanmış bütün acı dolu olaylarla elbet hesaplaşılacaktır. Ermeni Soykırımı bu konuda tartışmasız kabul edilmesi ve ele alınması gereken bir konudur. Ermeni, Kürt, Alevi sorunu gibi etnik ve mezhepsel çelişkiler giderek Türkiye işçi sınıfının boynunda bir prangaya dönüşmektedir. Türkiye devlet geleneğinin böylesine ağır meselelerle yüzleşme gibi bir derdi dün olmadığı gibi, bugün de yoktur ve yarın da olmayacaktır.
Ermeni Sorunu’nun halkların kardeşliği temelinde çözülebilmesi adına acilen şu adımlar atılmalıdır:
Ermeni Soykırımı âmâsız, koşulsuz, şartsız tanınmalıdır. Yarım ağızla bir taziye değil, gerçek bir özür dilenmelidir. Geçmişte bu topraklarda yaşanmış kirli savaşlarda her halkın egemenleri etnik katliamlara imza amış olabilir ve her halkın emekçi sınıfları gerçek bir kurtuluşu diliyorsa milliyetçilikten koparak bu acılarla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Ermeni egemenlerin bu topraklarda Türk halkına katliamlar düzenlemiş olması, milyonlarca Ermeni’nin soykırıma tabi tutulmasına gerekçe olamaz. Emekçi sınıflar bu meselelerin hesabını kendi egemenlerinden sordukları ölçüde gerçek kardeşleşme ve halklar arası güven duygusu oluşacaktır.
Bu topraklardan sürülen, katledilen Ermenilere ait olan ve cumhuriyetin kuruluş sürecinde açgözlü Türkiyeli kapitalistlerin el koyduğu ne kadar taşınmaz varsa iade edilmelidir. (Fatih Altaylı’nın sahibi olduğu Van’da bulunan Yedi Kilise de dâhil.)
Ermenistan’la sınır kapısı açılmalı ve uygulanan bütün kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
Hrant Dink suikastinin arkasındaki bütün gerçekler ortaya çıkarılmalı ve bu katliamın sorumlusu olan polisinden içişleri bakanına kadar herkesten hesap sorulmalıdır.
Anayasada Türklük kavramı çıkarılmalı ve bu topraklardaki hiçbir etnik ve mezhepsel unsuru dışlamayan bir anayasa hazırlanmalıdır. Kürtlere, Alevilere, Ermenilere, Rumlara kısacası Türkler dışında bütün etnik ve mezhepsel unsurların kimlikleri, kültürleri, inançları üzerindeki baskılar kaldırılmalı ve yasal güvence altına alınmalıdır.
Bu talepler çoğaltılabilir, ancak bu temel noktaların bile biz AKP veya başka bir burjuva iktidar tarafından karşılanamayacağını iyi biliyoruz. Ancak gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü ve egemenler açısından sevimsiz bir yanı bulunmaktadır. Kapitalist egemenler sormasa bile bir gün halklar bu topraklarda yaşanmış bütün acıların, katliamların, soykırımın hesabıyla düzenin karşısına dikilecektir.