Kadro'dan Yön'e- Derya Koca
15 Kasım, 2013
Kadrocuların Kemalist iktidarı “milli inkılabın” öncüsü olarak tarifleyerek devlet erkanını kendi programı doğrultusunda etkileme çabasının dönemin devletçilik politikası aracılığıyla yürütülmeye çalıştığını yazı dizisinin birinci bölümünde söylemiştik. Kadrocuların sosyalizmi basitçe kalkınmacı bir model ve devletçilik olarak yorumlaması hem onların CHP’ye yakınlaşması hem de derginin kapatılmasında bir sebep haline gelecekti.
Devletçilik ve Milli İnkılap
1930’lu yıllarda dünya, Büyük Buhran’ın sonucu olarak ortaya çıkan aşırı üretime çözüm olarak devlet müdahalesini öngören Keynesçi politikaları hararetli bir şekilde tartışırken Türkiye aynı sorunsalı başka bağlamlarda ele almak durumunda idi. Türkiye’de liberal ekonomi öncülüğünce bir milli burjuva sınıf yaratmak amacıyla yola çıkan Kemalist iktidar İzmir İktisat Kongresi’nde yeterli sermaye birikiminin olmadığını tespit ederek ekonomide devletçi politikaya yönelmişti. Böylece İş Bankası aracılığıyla özel teşebbüsler yaratılmaya çalışılırken sanayi yatırımlarının mecburen devlet eliyle gerçekleştirildiği bir ekonomik dönem başlamıştı.
Kadrocular, sınıfsal bir karaktere sahip olmadıklarını iddia ettikleri inkılabın kadrolarını, sınıflı toplum yapısının gelişmesine ve böylece ortaya çıkacak sınıf çatışmalarına engel olmak amacıyla devletçiliği kullanma konusunda ikna etme misyonunu kendilerine yüklemişti. Varılacak nokta ise Tör’ün deyimiyle “Dünyanın ezilen ulusları kapitalizm ve sosyalizm dışında aradıkları kurtuluş yolunu Türkiye’nin açmasını beklemektedir ve bu yolu açacak tek kuvvet devlettir” (aktaran Yanardağ, 2008, s.145).
Kadroculara göre devletin merkezde olduğu planlı ekonomi; 1929 Büyük Buhranı’nı atlatmanın, emperyalist düzenden bağımsız olmanın, sanayileşme sürecinde burjuvazinin ekonomik güç kazanarak siyasal güç haline gelmesinin engellenmesinin tek yoludur. Hatta Kadrocular, kriz koşullarında Batılı kapitalist ülkeler üretim araçlarını daha ucuza satmak durumunda olduklarından bunun sanayileşme konusunda bir fırsatı doğurduğunu da söylemişlerdir. Kadrocular, devletin müdahalesiyle kapitalizmin krizini Türkiye’nin kapitalist üretimin daha hızlı yerleşmesi, kökleşmesi için bir fırsat olarak görürken diğer yandan da gülünç bir şekilde devletin sınıf karakteri olmadığını iddia edebiliyorlardı.
Planlı ekonominin diğer biçimlerinden kendini ayrıştırmak gayreti Kadrocularda göze çarpmaktaydı. Kadrocular faşizmin tahlilini Komintern’in tespitlerine çok benzer şekilde emperyalist yayılmacılığın en ileri boyutu, sanayi burjuvazisinin çıkarına çalışan bir savaş makinesi ve karşısında mücadele edilmesi gereken ırkçı bir ideoloji olarak yapmaktadılar. Diğer taraftan da faşizmin devlet otoritesini koşulsuz şartsız toplumun üzerine uygulaması ve İtalya ve Almanya örneklerinde olduğu gibi kalkınmacı bir program izleyişi ile SSCB’nin devlet kapitalisti rejiminin planlı ekonomisi ve kalkınma hızı Kadrocuları etkilemiştir. Bu perspektifle otoriter bir devlette yaşama geçirilen planlı ekonominin eğitilmiş ve teşkilatlandırılmış nesillerle birlikte bu ülkelerin milletlerini geliştirdiğini de söylemekten geri kalmamışlardır. Yakup Kadri bu hayranlığını şöyle dile getirmiştir: “Rusya bu suretle yapıcı ve kurucu bir inkılap tipini göstermiş oluyor. Denilebilir ki faşizm sanki İtalya’nın iskeleti üzerine yeni bir İtalya, genç ve canlı bir İtalya kurmuştur” (aktaran Yanardağ, 2008, s.145).
Ortaya çıktıkları dönemde burjuva demokrasisinin sınırlarının daralmış olmasının yanı sıra faşist Almanya, İtalya ile SSCB’de otoriter hatta totaliter yönetimlerin varlığı Kadrocuları etkilemiştir. Bu ülkelerin gelişimlerinin temel dinamosunu otoriterlik olarak kavrayan Kadrocular, Türkiye’nin özgün koşullarının da varlığında otoriter eğilimler göstermişler ve Milli Şef dönemine büyük destek sunmuşlardır. Kadro, parlamenter demokrasiye karşı çıkarak tek partili yapısının ötesinde elit bir kadronun yönetimini savunmuştur. Çok partili rejimi erken ve yanlış bulan Kadrocular, Türkiye’nin gelişimini tamamlaması ve kalkınması için tek partili otoriter rejimi savunmaktadırlar (Yanardağ, 2008). Önerdikleri devlet ve toplum modeli ise SSCB, İtalya ve Almanya örneklerinde farklı versiyonları bulunabilecek yukarıdan aşağı doğru örgütlenen, otoriter, tek parçalı ve disipline edilmiş bir modeldir.
Anti-Marksist tavrını çok net biçimde ortaya koyan Kadro, uluslararası düzeydeki çelişkileri gerekçe göstererek milli olanın proletarya diktatörlüğü tarafından parçalanacağını söyleyerek herhangi bir sınıfın diktatörlüğünü kabul etmediğini belirtmiştir. Ancak destek verdiği devlet politikaları çoktan milli bir müteşebbis sınıf yaratmak için kolları sıvamış, Koç’lar, Sabancılar pehdah olmaya başlamıştır. Kadrocuların kapitalist düzenle uyum içinde oluşlarını devletçilik politikasında olduğu gibi özel mülkiyetin tamamen tasfiyesini reddetmesinde de görmek mümkündür. Önerileri, küçük sermayenin de yer aldığı ekonomide burjuvazinin ekonomik ve politik güç kazanmasının devlet tarafından engellenmesidir. Çünkü devlet bütün millet için iyi olanı uygulama kapasitesine sahipken özel sermaye sadece kendi çıkarını düşünecektir. Bu bağlamda Şevket Süreyya Aydemir (1968, s.186) Batılı kapitalist toplumların çelişkilerinin üretim araç ve usullerinin başıboş gelişmesinin bir mahsulü olduğunu savunmaktadır ve Türkiye’nin farklı bir yol izlemesini istemektedir: “bizimi ınkılabımız, çağdaş kapitalizme karşı kutsal bir isyan, onun antitezi ve bir reaksiyonu olmak zorundadır“ (Aydemir, 1968, s.113)
Kemalist iktidarın zorunluluklar neticesinde geçici bir dönem için yüzünü devletçiliğe dönmüş olduğu gerçeği Kadrocular açısından bir huzursuzluk kaynağıdır. Kadrocular, bu noktada eleştirilerini vurucu bir şekilde ortaya koymak yerine devamlı olarak kendi önerilerini sunarak etkileme çabasına devam etmişlerdir. Büyük toprakların parçalanarak tazminatsız bir şekilde topraksız köylüye dağıtılması, devlet eliyle ve onun mülkiyetinde sanayileşme, dış ticaretin devlet kontrolüne alınması, özel sermayenin karar alma mekanizmasının dışında tutulması talepleri Kadro’nun Kemalist program ile ciddi çelişkiler içinde olmasını beraberinde getirdi (Türkeş, 1999, s.152). CHP’nin bir parçası olan toprak sahiplerinden ve İş Bankası çevresine üşüşen girişimcilerden bu talepleri gerçekleştirmesini bekleme saflığına kendisini kaptıran küçük burjuva Kadrocular kendilerini yoğun bir saldırı altında bulacaklardır.
Dönemin liberalleri olan Hamdi Başar ve Ağaoğlu’nun da dahil olduğu farklı çevrelerce devletçiliğin farklı amaç ve faklı şekillerle savunuluyor olması Kadro’nun bu kesimlerle derinlikli ama yumuşak üsluplu bir dizi polemiğe girmesine sebep olmuştur. Katıksız liberal Ağaoğlu serbest piyasacılığı ve özel teşebbüsü savunsa da sermayenin olmadığı koşullarda devletçiliğin geçici olarak uygulanmasını bir Kemalist olarak doğru bulduğunu söylemektedir. Bunun en kısa sürede sermayeyi büyütecek şekilde yapılması gerektiğinin altını kalınca çizer. Başar özel ve devlet teşebbüslerinin karşı karşıya getirilmeden devlet eliyle bir dengeye oturtulmasını, bürokrasinin engellenmesini istediğini; en nihayetinde de serbest piyasayı arzuladığını söyler (Türkeş, 1999, s.165-169). Kadro, CHP’nin ise ‘fiskal devletçiliği’ kabul ettiğini söyleyerek eleştiride bulunur. Yani devletin yatırımcı olarak piyasaya girerken temel hedefinin devlet bütçesine gelir sağlamak olduğu bir model olan fiskal devletçilik Tökin tarafından ‘bu tür devletçiliklerde iktisadi faaliyetler liberal ekonominin kurallarına göre işler’ diyerek eleştirilir. Olması gereken ise Kadro’nun terimi ile ‘Nasyonalist Devletçilik’tir ki bu modelde devlet bir sınıfın temsilcisi değildir, bilinçli bir kadro tarafından yürütülür, bütün milletin çıkarı temsil edilir(Türkeş, 1999, s173).
1933 yılında İnönü, makale yazarak dönemin iktidar tarafından kabul edilen devletçiliğini anlatmaya girişir. “Fırkamızın devletçilik vasfı” adlı bu makalede yorumu adeta Boratav’ın deyimiyle iktidardaki başbakan değil de muhalefette bulunan birisi gibidir. (Yani devletçilik konusu devletin kendi içerisinde de bir gerilim kaynağıdır. Bu gerilimin tarihsel yansıması İş Bankası kurucularından Bayar ve Menderes’in Demokrat Parti’si ve İnönü’nün CHP’si arasındaki çatışma 50’lerde kendisini iyice açık edecektir.) İnönü bu makalede Ağaoğlu ve benzerlerinin savunduğu ‘özel sektör daha iyi yapar’ görüşünü açıkça reddetmektedir. Meselenin mülkiyetin kime ait olacağı ile ilgili değil, sanayileşmeyi gerçekleştirecek güç ve yetenek kimdedir meselesi olduğunu da söyler . (Türkeş, 1999, s.220-224)
Kadro’nun Kapanışı
Kadro, döneminin önemli figürlerinden Recep Peker, Ağaoğlu ve Başar ile girdiği polemiklerde liberalizmlerine yumuşak bir üslupla eleştiriler getirmiş olsa da dönemin baskıcı koşulları rejiminkabul etmediği bir muhalefetin varlığına imkan tanımıyordu. Kemalist iktidarla Kadro arasında eşitsiz bir ilişki vardı(Türkeş, 1999); Kadro Kemalist rejime siyasi anlamda bağımlı idi. Desteğini çektiği durumda baskıya dayanması imkansızdı. Milli inkılabın ideologu olma isteği, başta Kemalist rejim tarafından Aydemir’in olumlu girişimi olarak karşılanmıştı. Çünkü Kemalist iktidar, devletçi politikalara potansiyel muhalif liberallere karşı Kadro’yu kendisini destekleyen bir unsur olarak el altında tutmak istemişti. Ancak 1934’ten sonra artık Kemalist iktidarın Kadro’ya ihtiyacı kalmadı; her ne kadar devletçilik politikası uygulanıyor olsa da devlet için geçici bir politika olmasının kanıtı olarak Celal Bayar maliye bakanlığına atanmış; dolayısıyla yönetim liberallerle arasındaki gerilimleri ortadan kaldırmak istemişti.
Kadro’nun Yakup Kadri’nin Tiran büyükelçiliğine atanmasıyla dergisini kapatmaya zorlanmasında İş Bankası grubunun olumsuz bakışının önemli etkisi olmuş; ancak aslen Recep Peker’in kadronun ideoloji üretmesi girişimine olumsuz bakması belirleyici olmuştur. Öyle ki Recep Peker “İnkılabın bir ideolojisi olacaksa onu da biz yaparız” diyerek sert tavrını ortaya koymuştur. İş Bankası grubunun Ağaoğlu önderliğinde Kadro’yu “komünist”, “Komintern dergisi”, Bolşevik” olmakla itham etmesi derginin kapatılmasına giden yolda oldukça etki yapmıştır. Ve nihayetinde inkılabın ideolojisini oluşturmak için yola çıkmış olan Kadro, aynı inkılabın kadroları tarafından hızlıca tasfiye edilmiştir.
Sonuç Olarak
Kadro dergisinin otuz altı sayılık yayın hayatı boyunca ülke içindeki tartışmalar adına özgün, dünyadaki benzer örnekleri adına ise sıradan bir üçüncü yol arayışına denk düştüğünü söylemek mümkün. Diğer örnekler de olduğu gibi Kadro da, kendisi de kapitalizm dışına çıkarmak konusunda başarısız olmuştur. Başarısız olduğunda da Taner Timur’un ifadesiyle “sorunları idealist düzeyde sınıf kavgasının dışında ele aldıkları için pek küçümsediler. Sınıf kavgası sonucunda tasfiye olmuşlardır.” Bu tasfiye yaşansa da Kadrocular, Türkiye sosyalist geleneğine miras olarak Kemalizmle bulamaç edilmiş bir kalkınmacı söylem bırakacak; bu temellerden ortaya çıkan Milli Demokratik Devrim tezleri 68 gençliğini etkisine alacaktır. YÖN hareketinin liderleri olan Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’nin orduyu zinde güçler olarak tariflemesi ve bu bağlamda sol cuntacı bir programa sahip olması sosyalist hareketin gelişiminde fikirsel etkilerini gösterecektir.
TKP’nin Stalinizasyonu ve MDD tezlerinin yurtsever, ulusal kalkınmacı tutumunun el birliğiyle bu topraklarda uzun bir dönem boyunca devrimci Marksist gelenek soldurulurken Kadro hareketinin de buradaki payı yok sayılamaz.
Kadrocuların 1930’ların dünyasında Kemalist iktidarın sol retorikle yeniden yorumlanmasının ve burjuva kalkınmacılığın, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin desteklenmesi misyonundan başka bir vasfı olmamıştır.
Devletçilik ve Milli İnkılap
1930’lu yıllarda dünya, Büyük Buhran’ın sonucu olarak ortaya çıkan aşırı üretime çözüm olarak devlet müdahalesini öngören Keynesçi politikaları hararetli bir şekilde tartışırken Türkiye aynı sorunsalı başka bağlamlarda ele almak durumunda idi. Türkiye’de liberal ekonomi öncülüğünce bir milli burjuva sınıf yaratmak amacıyla yola çıkan Kemalist iktidar İzmir İktisat Kongresi’nde yeterli sermaye birikiminin olmadığını tespit ederek ekonomide devletçi politikaya yönelmişti. Böylece İş Bankası aracılığıyla özel teşebbüsler yaratılmaya çalışılırken sanayi yatırımlarının mecburen devlet eliyle gerçekleştirildiği bir ekonomik dönem başlamıştı.
Kadrocular, sınıfsal bir karaktere sahip olmadıklarını iddia ettikleri inkılabın kadrolarını, sınıflı toplum yapısının gelişmesine ve böylece ortaya çıkacak sınıf çatışmalarına engel olmak amacıyla devletçiliği kullanma konusunda ikna etme misyonunu kendilerine yüklemişti. Varılacak nokta ise Tör’ün deyimiyle “Dünyanın ezilen ulusları kapitalizm ve sosyalizm dışında aradıkları kurtuluş yolunu Türkiye’nin açmasını beklemektedir ve bu yolu açacak tek kuvvet devlettir” (aktaran Yanardağ, 2008, s.145).
Kadroculara göre devletin merkezde olduğu planlı ekonomi; 1929 Büyük Buhranı’nı atlatmanın, emperyalist düzenden bağımsız olmanın, sanayileşme sürecinde burjuvazinin ekonomik güç kazanarak siyasal güç haline gelmesinin engellenmesinin tek yoludur. Hatta Kadrocular, kriz koşullarında Batılı kapitalist ülkeler üretim araçlarını daha ucuza satmak durumunda olduklarından bunun sanayileşme konusunda bir fırsatı doğurduğunu da söylemişlerdir. Kadrocular, devletin müdahalesiyle kapitalizmin krizini Türkiye’nin kapitalist üretimin daha hızlı yerleşmesi, kökleşmesi için bir fırsat olarak görürken diğer yandan da gülünç bir şekilde devletin sınıf karakteri olmadığını iddia edebiliyorlardı.
Planlı ekonominin diğer biçimlerinden kendini ayrıştırmak gayreti Kadrocularda göze çarpmaktaydı. Kadrocular faşizmin tahlilini Komintern’in tespitlerine çok benzer şekilde emperyalist yayılmacılığın en ileri boyutu, sanayi burjuvazisinin çıkarına çalışan bir savaş makinesi ve karşısında mücadele edilmesi gereken ırkçı bir ideoloji olarak yapmaktadılar. Diğer taraftan da faşizmin devlet otoritesini koşulsuz şartsız toplumun üzerine uygulaması ve İtalya ve Almanya örneklerinde olduğu gibi kalkınmacı bir program izleyişi ile SSCB’nin devlet kapitalisti rejiminin planlı ekonomisi ve kalkınma hızı Kadrocuları etkilemiştir. Bu perspektifle otoriter bir devlette yaşama geçirilen planlı ekonominin eğitilmiş ve teşkilatlandırılmış nesillerle birlikte bu ülkelerin milletlerini geliştirdiğini de söylemekten geri kalmamışlardır. Yakup Kadri bu hayranlığını şöyle dile getirmiştir: “Rusya bu suretle yapıcı ve kurucu bir inkılap tipini göstermiş oluyor. Denilebilir ki faşizm sanki İtalya’nın iskeleti üzerine yeni bir İtalya, genç ve canlı bir İtalya kurmuştur” (aktaran Yanardağ, 2008, s.145).
Ortaya çıktıkları dönemde burjuva demokrasisinin sınırlarının daralmış olmasının yanı sıra faşist Almanya, İtalya ile SSCB’de otoriter hatta totaliter yönetimlerin varlığı Kadrocuları etkilemiştir. Bu ülkelerin gelişimlerinin temel dinamosunu otoriterlik olarak kavrayan Kadrocular, Türkiye’nin özgün koşullarının da varlığında otoriter eğilimler göstermişler ve Milli Şef dönemine büyük destek sunmuşlardır. Kadro, parlamenter demokrasiye karşı çıkarak tek partili yapısının ötesinde elit bir kadronun yönetimini savunmuştur. Çok partili rejimi erken ve yanlış bulan Kadrocular, Türkiye’nin gelişimini tamamlaması ve kalkınması için tek partili otoriter rejimi savunmaktadırlar (Yanardağ, 2008). Önerdikleri devlet ve toplum modeli ise SSCB, İtalya ve Almanya örneklerinde farklı versiyonları bulunabilecek yukarıdan aşağı doğru örgütlenen, otoriter, tek parçalı ve disipline edilmiş bir modeldir.
Anti-Marksist tavrını çok net biçimde ortaya koyan Kadro, uluslararası düzeydeki çelişkileri gerekçe göstererek milli olanın proletarya diktatörlüğü tarafından parçalanacağını söyleyerek herhangi bir sınıfın diktatörlüğünü kabul etmediğini belirtmiştir. Ancak destek verdiği devlet politikaları çoktan milli bir müteşebbis sınıf yaratmak için kolları sıvamış, Koç’lar, Sabancılar pehdah olmaya başlamıştır. Kadrocuların kapitalist düzenle uyum içinde oluşlarını devletçilik politikasında olduğu gibi özel mülkiyetin tamamen tasfiyesini reddetmesinde de görmek mümkündür. Önerileri, küçük sermayenin de yer aldığı ekonomide burjuvazinin ekonomik ve politik güç kazanmasının devlet tarafından engellenmesidir. Çünkü devlet bütün millet için iyi olanı uygulama kapasitesine sahipken özel sermaye sadece kendi çıkarını düşünecektir. Bu bağlamda Şevket Süreyya Aydemir (1968, s.186) Batılı kapitalist toplumların çelişkilerinin üretim araç ve usullerinin başıboş gelişmesinin bir mahsulü olduğunu savunmaktadır ve Türkiye’nin farklı bir yol izlemesini istemektedir: “bizimi ınkılabımız, çağdaş kapitalizme karşı kutsal bir isyan, onun antitezi ve bir reaksiyonu olmak zorundadır“ (Aydemir, 1968, s.113)
Kemalist iktidarın zorunluluklar neticesinde geçici bir dönem için yüzünü devletçiliğe dönmüş olduğu gerçeği Kadrocular açısından bir huzursuzluk kaynağıdır. Kadrocular, bu noktada eleştirilerini vurucu bir şekilde ortaya koymak yerine devamlı olarak kendi önerilerini sunarak etkileme çabasına devam etmişlerdir. Büyük toprakların parçalanarak tazminatsız bir şekilde topraksız köylüye dağıtılması, devlet eliyle ve onun mülkiyetinde sanayileşme, dış ticaretin devlet kontrolüne alınması, özel sermayenin karar alma mekanizmasının dışında tutulması talepleri Kadro’nun Kemalist program ile ciddi çelişkiler içinde olmasını beraberinde getirdi (Türkeş, 1999, s.152). CHP’nin bir parçası olan toprak sahiplerinden ve İş Bankası çevresine üşüşen girişimcilerden bu talepleri gerçekleştirmesini bekleme saflığına kendisini kaptıran küçük burjuva Kadrocular kendilerini yoğun bir saldırı altında bulacaklardır.
Dönemin liberalleri olan Hamdi Başar ve Ağaoğlu’nun da dahil olduğu farklı çevrelerce devletçiliğin farklı amaç ve faklı şekillerle savunuluyor olması Kadro’nun bu kesimlerle derinlikli ama yumuşak üsluplu bir dizi polemiğe girmesine sebep olmuştur. Katıksız liberal Ağaoğlu serbest piyasacılığı ve özel teşebbüsü savunsa da sermayenin olmadığı koşullarda devletçiliğin geçici olarak uygulanmasını bir Kemalist olarak doğru bulduğunu söylemektedir. Bunun en kısa sürede sermayeyi büyütecek şekilde yapılması gerektiğinin altını kalınca çizer. Başar özel ve devlet teşebbüslerinin karşı karşıya getirilmeden devlet eliyle bir dengeye oturtulmasını, bürokrasinin engellenmesini istediğini; en nihayetinde de serbest piyasayı arzuladığını söyler (Türkeş, 1999, s.165-169). Kadro, CHP’nin ise ‘fiskal devletçiliği’ kabul ettiğini söyleyerek eleştiride bulunur. Yani devletin yatırımcı olarak piyasaya girerken temel hedefinin devlet bütçesine gelir sağlamak olduğu bir model olan fiskal devletçilik Tökin tarafından ‘bu tür devletçiliklerde iktisadi faaliyetler liberal ekonominin kurallarına göre işler’ diyerek eleştirilir. Olması gereken ise Kadro’nun terimi ile ‘Nasyonalist Devletçilik’tir ki bu modelde devlet bir sınıfın temsilcisi değildir, bilinçli bir kadro tarafından yürütülür, bütün milletin çıkarı temsil edilir(Türkeş, 1999, s173).
1933 yılında İnönü, makale yazarak dönemin iktidar tarafından kabul edilen devletçiliğini anlatmaya girişir. “Fırkamızın devletçilik vasfı” adlı bu makalede yorumu adeta Boratav’ın deyimiyle iktidardaki başbakan değil de muhalefette bulunan birisi gibidir. (Yani devletçilik konusu devletin kendi içerisinde de bir gerilim kaynağıdır. Bu gerilimin tarihsel yansıması İş Bankası kurucularından Bayar ve Menderes’in Demokrat Parti’si ve İnönü’nün CHP’si arasındaki çatışma 50’lerde kendisini iyice açık edecektir.) İnönü bu makalede Ağaoğlu ve benzerlerinin savunduğu ‘özel sektör daha iyi yapar’ görüşünü açıkça reddetmektedir. Meselenin mülkiyetin kime ait olacağı ile ilgili değil, sanayileşmeyi gerçekleştirecek güç ve yetenek kimdedir meselesi olduğunu da söyler . (Türkeş, 1999, s.220-224)
Kadro’nun Kapanışı
Kadro, döneminin önemli figürlerinden Recep Peker, Ağaoğlu ve Başar ile girdiği polemiklerde liberalizmlerine yumuşak bir üslupla eleştiriler getirmiş olsa da dönemin baskıcı koşulları rejiminkabul etmediği bir muhalefetin varlığına imkan tanımıyordu. Kemalist iktidarla Kadro arasında eşitsiz bir ilişki vardı(Türkeş, 1999); Kadro Kemalist rejime siyasi anlamda bağımlı idi. Desteğini çektiği durumda baskıya dayanması imkansızdı. Milli inkılabın ideologu olma isteği, başta Kemalist rejim tarafından Aydemir’in olumlu girişimi olarak karşılanmıştı. Çünkü Kemalist iktidar, devletçi politikalara potansiyel muhalif liberallere karşı Kadro’yu kendisini destekleyen bir unsur olarak el altında tutmak istemişti. Ancak 1934’ten sonra artık Kemalist iktidarın Kadro’ya ihtiyacı kalmadı; her ne kadar devletçilik politikası uygulanıyor olsa da devlet için geçici bir politika olmasının kanıtı olarak Celal Bayar maliye bakanlığına atanmış; dolayısıyla yönetim liberallerle arasındaki gerilimleri ortadan kaldırmak istemişti.
Kadro’nun Yakup Kadri’nin Tiran büyükelçiliğine atanmasıyla dergisini kapatmaya zorlanmasında İş Bankası grubunun olumsuz bakışının önemli etkisi olmuş; ancak aslen Recep Peker’in kadronun ideoloji üretmesi girişimine olumsuz bakması belirleyici olmuştur. Öyle ki Recep Peker “İnkılabın bir ideolojisi olacaksa onu da biz yaparız” diyerek sert tavrını ortaya koymuştur. İş Bankası grubunun Ağaoğlu önderliğinde Kadro’yu “komünist”, “Komintern dergisi”, Bolşevik” olmakla itham etmesi derginin kapatılmasına giden yolda oldukça etki yapmıştır. Ve nihayetinde inkılabın ideolojisini oluşturmak için yola çıkmış olan Kadro, aynı inkılabın kadroları tarafından hızlıca tasfiye edilmiştir.
Sonuç Olarak
Kadro dergisinin otuz altı sayılık yayın hayatı boyunca ülke içindeki tartışmalar adına özgün, dünyadaki benzer örnekleri adına ise sıradan bir üçüncü yol arayışına denk düştüğünü söylemek mümkün. Diğer örnekler de olduğu gibi Kadro da, kendisi de kapitalizm dışına çıkarmak konusunda başarısız olmuştur. Başarısız olduğunda da Taner Timur’un ifadesiyle “sorunları idealist düzeyde sınıf kavgasının dışında ele aldıkları için pek küçümsediler. Sınıf kavgası sonucunda tasfiye olmuşlardır.” Bu tasfiye yaşansa da Kadrocular, Türkiye sosyalist geleneğine miras olarak Kemalizmle bulamaç edilmiş bir kalkınmacı söylem bırakacak; bu temellerden ortaya çıkan Milli Demokratik Devrim tezleri 68 gençliğini etkisine alacaktır. YÖN hareketinin liderleri olan Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli’nin orduyu zinde güçler olarak tariflemesi ve bu bağlamda sol cuntacı bir programa sahip olması sosyalist hareketin gelişiminde fikirsel etkilerini gösterecektir.
TKP’nin Stalinizasyonu ve MDD tezlerinin yurtsever, ulusal kalkınmacı tutumunun el birliğiyle bu topraklarda uzun bir dönem boyunca devrimci Marksist gelenek soldurulurken Kadro hareketinin de buradaki payı yok sayılamaz.
Kadrocuların 1930’ların dünyasında Kemalist iktidarın sol retorikle yeniden yorumlanmasının ve burjuva kalkınmacılığın, Türkiye’nin ekonomik gelişiminin desteklenmesi misyonundan başka bir vasfı olmamıştır.