"Haziran Günleri"nde Önderlik Zaafiyeti

12 Haziran, 2013
İş yerinde, mahallede, eş dost meclisinde insanlar soruyor: “Bu iş nereye varacak, AKP’nin iktidardan düşmesi mümkün mü, düşse peki yerine ne gelecek?” Sorular birbirini kovalıyor. Bu sorular önünü göremeyen kitlelerin kaygılarını ifade ediyor. Mücadelenin önünü görememesi sıkıntılı bir duruma işarettir. “Haziran Günleri” de ciddi bir şekilde bu sıkıntıyı yaşıyor.
AKP’ye karşı sokağa taşan büyük öfke, milyonları içine aldı, yeni bir kuşağı radikal eylem sahnesine çekti. Tüm karşı rüzgarlara ve devlet terörüne karşın eylemler, üçüncü haftasına girdi. T.Erdoğan’ın kaba ve saldırgan refleksleri ile vahşi polis saldırılarının kitlelerin motivasyonunu artırdığını belirtelim. Diğer taraftan eylemler sürdükçe belirli zayıf noktalar da netleşmiyor değil.
Her şeyden önce bu hareket bir proleter kalkışma değil, bu yüzden de üretimden gelen yıkıcı kuvvetten mahrum durumda. Neticede protesto hareketlerinin kendi sınırları içerisinde kaldığı sürece her zaman belirli limitleri olacaktır. Mısır ve Tunus’ta da yeni radikal bir gençlik kuşağı, eylemlerin ateşleyici gücüydü, ama oralarda diktatörlerin yıkılmasında grev hareketleri belirleyici oldu. Türkiye’de peki, bu saatten sonra örgütlü işçi sınıfı, “Haziran Günleri”nde sahne alabilir mi? Bu konuda ümitli olmak için çok az veriye sahibiz. Mevcut sendikal bürokrasiye çağrı yapmanın hiçbir anlamı yok, zira en iyi durumda bile mutlak anlamda ölü bir kabuktan farksızlar. Söz gelimi en iyi durumdaki KESK’in hali ortada. Yeni bir gençlik kuşağının patlama yapması gibi işçi sınıfının sahne alması da tabandan yükselen basıncın neticesiyle olacaktır ve bu basınç mevcut bürokratik kabuğu parçalayacaktır. Böyle bir gelişmenin doğal sonuçlarından birisi de işçi sınıfının kendi öz örgütlülüklerini yaratmasıdır. Şu anda işçi sınıfı tabanında henüz böyle bir kaynaşmadan söz etmek pek mümkün gözükmüyor.
Haziran Günleri’nin göze çarpan bir diğer sıkıntısı da büyük eylem dalgasının politik ifadelerinin netleşememiş olmasıdır. Bu haliyle kurulu politik düzlem, yerli yerinde durmaya devam edecektir: AKP-CHP-MHP ve BDP. Hareketin çoğunluğunun beğenisini kazanan, heyecan yaratan, sembolleşen siyasi parti ya da aktörlerin ortaya çıkamaması, mevcut politik konjonktürün devamına neden olacaktır. Bu da AKP için en hayırlısıdır. Haziran Günleri’nde en çok öne çıkanlar Sırrı Süreyya Önder, İhsan Eliaçık, Çarşı vb oldu. Bunlardan İhsan Eliaçık’ın orta ve uzun vadede profilinin bir hayli yükseldiği ortadaysa da kendisinin siyasi parti olarak örgütlenmek gibi bir projesi bulunmuyor.
Mücadele sürecinde sosyalist solun (başka bir yazıda ele alınması gereken, ortaya serilen bir takım zaaflar bir yana) geniş halk kitleleri ile arasında ciddi bir mesafenin varlığı dikkat çekti. Bu nedenle de kitle hareketinin varlığı sebebi ile heyecan duyacağı bir sosyalist oluşumdan söz edemeyiz. Ama popülist, karizmatik, demogog düzeyinde bile olsa yeni bir liderliğin ortaya çıkmadığı da görülüyor. Yunanistan’da Syriza, (gerçekte öyle olmasa da) taze bir güç şeklinde kitle hareketinin enerjisini arkasına almayı başarmıştı. Sosyalist solun adeta bir fiyasko yaşadığı İtalya’da ise eski bir komedyen, Peppe Grillo, sivri dili, radikal çıkışları, yerleşik politik kalıpları tanımayan tavırları, sağ ve sol söylemden devşirdiği popülist söylemi ve sosyal medyanın desteğiyle büyük çıkış yapmıştı. Grillo seçimlerde elde ettiği %26’lık oyla İtalyan burjuva siyasetinin kilitlenmesine yol açmıştı. Mısır da sol Nasırcı Sabahi’den, liberal Baradey’e ve sosyalist Devrimci Sosyalistler’e kadar belirli çizgiler şekillenebilmişti.
AKP’nin Avantajları
Türkiye’de ise mevcut siyasi aktörler henüz değişmedi. Bu da yılların kutuplaşmasının etkisi ve rakiplerinin zayıflığı nedeniyle AKP’nin toplumsal tabanını konsolide etmesine yardımcı oluyor. AKP, son dönemde kayıplar yaşasa da önemli bir toplumsal desteğe sahip. Yeni bir siyasal heyecan AKP’nin bu desteğini önemli ölçüde geriletebilirdi.
Bunun dışında AKP’den nemalanamayan birkaç özel sermaye grubunu saymazsak sermaye kesimleri iktidarın arkasında. Yönetici sınıf içerisinde gün yüzüne çıkan bir çatlak bulunmuyor. Ordu ve diğer bürokratik katmanlar, tümüyle kontrol altında olduğu için AKP’nin bu konuda da sıkıntısı yok. Türkiye’de bir hayli belirleyici olan medya da neredeyse tümüyle AKP kontrolü altında. Ekonomi de işler pek iyi gitmese de herhangi bir çöküş ufukta görünmüyor. Bütün bunlar AKP’nin diğer önemli avantajları. AKP, hareketin sönümlenmesini, ülkenin yaklaşan seçim sürecine kilitlenmesini ve sandıkta bir kez daha rakiplerini yenmeyi umuyor. Taksim ve Gezi Parkı’ndaki direnişi kırmak istemesinin sebebi direnişin sönümlenişini hızlandırmak. Sokaktaki direnişin yeni bir politik heyecan ve adres bulamaması da kitlelerin önünü görememesine yol açıyor. Diğer taraftan biriken öfke o kadar güçlü ki sürecin kolay sönümlenmeyeceğini söyleyebiliriz. Ve bu süreçte öngörülmeyenler gerçekleşebilir. Ne de olsa büyük hareketler sürprizlerle doludur.
Sosyalist sol bu sürece hatasıyla sevabıyla katkısını sundu. Önemli izler de bıraktı. Diğer taraftan milyonlarca kişilik bir harekete liderlik etmek sosyalist sol için hiç de gerçekçi bir hedef olmazdı. Zira bunun bir evveliyatı olması gerekirdi. Ne var ki durum bu değil. Ama unutmamak gerekir ki geleceği örme şansı sosyalist solun ellerinde.
ETİKETLER